Yıllar öncesinin tozlu fotoğraflarını karıştırıyorum. Solgun yüzler. Fotoğraflar eskidikçe içindekiler uzaklaşır mı diye soruyorum kendi kendime. Fotoğraflardaki bakışlarla ilgileniyorum, gözüme ilişen bakışlar. Yıllar sonra fotoğraftaki kız, koşarak bana gelip, boynuma dolandığındaki bakışlara benzettim. Mahzun, sevecen… Dokunaklı gelmişti. Çok çekici gelmişti. Yüreğimdeki sızıyı kanatmıştı. Yıllar önce fark edemediğim, o bakışlara doyasıya bakıyorum. Gözlerime yönelen bakışlardaki ışığı görüyorum. Hep, beni mi bekledi diye kendime soruyorum.
Bakışlarındaki gizemi çözmeye çalışıyorum. Kanayan bir yaradan akan kana benziyor bakışları. Bana yönelen bakışların ardındaki boşluğu, korkuyu, yalnızlığı, bekleyişi çözmeye çalışıyorum. Bakışları üzerimde hissettikçe, fotoğrafı anımsadım. Tozlanan, solan, unutulmaya başlayan fotoğrafı. Zamanın hızlı akışına kızgınlığımı fırlatıyorum. Uzun yıllar taşıdığım, duyarsızlığıma kızıyorum. Rastlantı mı, kader mi, tesadüf mü, alın yazısı mı diye havada uçuşan, ancak, yanıtına ulaşamadığım sorular beynimi yoruyor. Ancak, ben fotoğraftaki bakışlarla sükûnete erip, rahatlıyorum.
Yokluğunun yürekte yarattığı boşluk, bir sızıdır benim için… Telefonun melodiler yayan çağrısı, damarlarımdaki kanın akış hızını, miktarını artırıyor. İflah olmaz bir hastalığa yakalandığımı hissediyorum. Kendimle birlikte onu da taşıyorum. Gittiğim her yere, yürek sızıma, onun dinmeyen ağrısını da… Bu beni yoruyor. Tatlı bir yorgunluk. Onun hayalinin varlığı…
Beni zırhımdan çıkaran, güçsüzlüğümü unutturan, umursamazlıktan ve kötülüklerden koruyan, duvarları delip geçen, ateşten bir kılıç verdi, bana aşkıyla. Senin aşkınla varlıkları, tanrının göstermek istediğini görüyorum. Sensiz kendimi çok zayıf, seninle çok güçlü hissetmem bu iksirin sonucu olsa gerek.
Yatağımda uzanıyor, tavanı seyrediyorum. Düşünüyorum. Hayallerimin dünyasında dolaşırken, zihnimden geçen mısraların çekiciliğine kendimi kaptırıyorum. Mısralarımla boğuşurken hüzünden şaşkın, sessizlikten ve sensizlikten ezgin, yorgun bir halde uyuyakalıyorum. Düşlerimin arasına seni ve mısralarını alarak…
Aşık olan kadınların ruh hallerini çok merak etmişimdir. Çok anlayışlı ve açık sözlü olduklarını iddia edebilirler. Ancak, ne kadar anlayışlı olsalar veya kendilerinin öyle olduklarını söyleseler de; “Ne düşünüyorsunuz?” diye sorulduğunda beklenen yanıtı kestirmek zor olmasa gerek. Hayal dünyalarının daralan ufuklarına yer etmiş bir yanıtları vardır; “Seni düşünüyorum.” Bu yanıt, gerçeği ne ölçüde yansıtır, bilinmez.
Ben bunun muammalı, kaçamak bir yanıt olduğu konusunda kuşkular taşıyorum. “Seni düşünü yorum”dan başka yanıt vermeyen kadınların dünyasına ulaşmak o kadar zor ki! “Ben onun hayal dünyasını aşıp gerçeğin içine girebildim mi” diye kendime defalarca sordum. Yanıtımı merak ettiğinizi biliyorum: Bilmiyorum. Bazen o dünyayı tanımakta çok zorlandığımı itiraf etmek istiyorum açık sözlülükle.
Erkek âşıklara “Ne düşünüyorsun?” diye sorulan sorulara kaçamak yanıtlar verildiğini, zor olan bu soruyu atlatmaya çalıştıklarını biliyorum. Bazen sonunu düşünmeden, sonuçlarını hesaplamadan “Hiçbir şey düşünmüyorum” dediklerini duyar gibi oluyorum.
Gerçek mi? Karanlık. Değişen kişilere ve olaylara göre değişecek. Karanlıktaki bu gerçek gibi bütün büyük aşkların gün batımına saklandığı da gerçektir. Günbatımı sığınağıdır aşkların yaşanmışlığı için…
Hasta, yatakta sızılarla, ağrılarla, inlemelerle geçen gecelerinde yanı başında olmamak bedenimin, yüreğimin derinliklerine hançer yarası olarak saplandı. Hançer yarasının verdiği acı beni kederlendirip hüzünlere sürükledi. Seninle birlikte benim de gecelerim yarım kaldı. İniltilerimi kimseyle paylaşmadan bir şizofren gibi sessizce içime gömdüm bütün acılarımı… Sessizce akıttığım gözyaşlarımdan, gözpınarlarım kurudu.
Taşıdığım yükün altında eziliyorum. Kendimle hesaplaşmalarıma seni de ortak etmek isteyip acı çektirmek istemiyorum. Ancak sana boşaldıkça, açıldıkça rahatlıyorum, hafifliyorum. Gençlikte işlenen bir hatanın kefareti bu kadar ağır olmamalıydı. Cezası çekilip bitmeliydi. Ömür boyu kürek cezasına çarptırılmış bir mahkûmun kefaretine, günahına eş olmamalıydı. Yaşama anlam katan sevgiyle paylaşılmasıydı.
Seninle yalnızlığımı paylaşırken mutsuzluklarımı da… Sen gelinceye kadar… Benim çok dışımda; alışkanlıklarıma, düşüncelerime tamamen yabancı, sevmeyi açıkça beceremeyen, kinli, öfkeli bir kadınla evli olmanın zorluğunu anlatmaya çalışırken yüz hatlarındaki gerilmeyi görüyordum.
Yüzüne baktım. Dalgındı. Çok uzaklara bakıyordu. Bedeni burada, beyni başka diyarlardaydı. Ebediyen gitmek istiyor gibi bakıyordu. Ayrılık bir kurtuluş görünüyordu. “Sanırım biraz abartıyorsun” dediğimde duymazlıktan geldi. Veya böyle tepkileri artık duymak istemiyordu.
“Beraber geçen yıllar içerisinde paylaşamadınız mı hiçbir şey?” diye sorduğumda öfkelendi veya bana öfkeli göründü.
“Ne paylaşması! Hep bir şeyler verdim, benden gitti” derken ufacık kaçamaklarıma katlandı. Çünkü beni sevmiyordu ki deme gereğini duydu.
Bir günah çıkarmaydı. Kaybolan, yaşanmayan yılların ardından çıkarılan günah çıkarmaların önemli olmadığını biliyordu. Ancak çaresizlik elini kolunu bağlıyordu.
Güzel bir kadını sevmek içten gelen bir duygudur. Her güzel kadın sevilir mi? Veya sever miyiz? Duygusal elektriklenmenin önemli olduğunu biliyorum. Etrafımda güzel sayılabilecek çok sayıda sevebileceğim kadın varken kader beni ona sürükledi. Onu sevdikçe yeni bir tad alıyorum. Güzelliği her gün artıyor. Tıpkı bir kitabı her okuyuşumda aldığım tad gibi… Beynimi doyuma ulaştırmak gibi… Ruhumu ve yüreğimi doyuruyor sevgisi… Çocukça saflığı beni kendisine sürüklemiş olmalı. Hiçbir pişmanlık duymadan…
Yollarda seni arıyorum. Boş gözlerle… Gelip geçenlere seni soruyorum. Otobüslerin camlarına bakıyorum. Kafalarını camlara dayamış, dışarıyı seyredenleri sana benzetiyorum. Bana geldiğini sanıyorum. Umutlarımın çok kısa süre sonra kararması ile seninle olan yalnızlığıma dönüyorum.
Farkında olmadan tesadüfen sakladığım fotoğrafına baktıkça yüzünün solgunluğunun yerinde ışıldayan bakışlarını görüyorum.
Sana âşık olduğumda duyduğum gururla ellerinden sımsıkı tutuyorum. Yüreğim ve aklım birleşmişken ellerim ve alnım soğuk soğuk terliyor.
Sen bir karşımda, bir yok oluyorsun. Ah, sevgilim! Senin hayalete ve gerçeğe dönüşen silûetini hiç kaybetmek istemiyorum.
Sana taptığımı söyleyip diz çöktüğümde gözlerin fal taşı gibi açıldı. Korktum. Tanrıçam olduğunu, sana taptığımı defalarca söylediğimde, kalbimin uğruna bir köle oluşunu anlatmaya çalıştığımda inandığını belirtmek için başımı göğsüne bastırdın. Duyduğum mutluluktan yüreğimin bir çıngırak gibi sesli atışını hayretle birlikte dinliyoruz. Fısıltılarla ılık aşk sözcükleri bırakıyorsun kulaklarıma… İçimdeki özlem büyüyor. Ah! Uzaklarda olan sana dokunabilsem! Sihir bozulur diye bazen korkuyorum. Nefesinin sıcaklığını, teninin kokusunu, avuçlarımdan damarlarıma akan ılıklığı özledim. Bu özlemin beni yutacak bir gün… Gökyüzünün berraklığı altında işlediğimiz günahlardan yağan yağmurun bizi temizleyeceğini biliyorum. Özlemin ve sevdanın günahkârlık olmadığını söylediğinde biraz teselli buluyorum. Bazen şaşkınlıktan kafam karışıyor, duygularımın aklığı sararıyor, endişeleniyorum.
Aşkın ölümlü olduğunu söylediğinde durgunlaşıyorum. “Aşka da eceliyle ölüm hakkı tanımalı.” diye düşünüyorum.
Oturduğun apartmanın önündeyim. Kafamı yukarı çevirip bakıyorum. Oturduğun odanın penceresi açık ve perdesi yarı aralık. Seviniyorum. Kimse senin ve benim mâbedime girmemiş. Kokularımız hâlen orada olmalı. Beni bekliyor. Sana ulaşma ve kavuşma isteği içimi ne kadar yakıyor ve acıtıyorsa yazmak da beni o derece rahatlatıyor. Yaşananların yazılması… Apartmanın önünde oturuyorum, seni beklemek için…
Evindeyiz. Odaları dolaşıyorum. Sehpada akşamdan kalma kül tablalarını boşaltıyorsun. Dağınık ortalığı aceleyle toparlayıp düzeltmeye çalışıyorsun. Akşamdan kalan yatak çarşafını değiştiriyorsun.
Sadece ikimizin kokusunun, terinin, nefesinin sineceği yeni çarşaflar… Aralanmış perdeden dışarıya bakıyorum. Heyecan dışındaki bütün duygular geçici olarak beni terk etmiş gibi…
Belinden yakalıyorum. Sarıyorum. Dudaklarına sıkıca yapışıyorum. Sıcaklığını tenimde, dudaklarımda hissediyorum. Kızgın bir ateşin yakıcılığıyla yanıyor bütün bedenim. Çaresizim.
Kuytuluklarımın bir kısmını kendime saklıyorum. Keşfedilmelerini bekleyerek. Bundan gizli bir haz duyuyorum. Bütün bedenimi öpüyorsun, tenimi içine çekiyorsun; kokum, nefesin, terim ıslaklığın oluyor. Acı içinde kıvranıyorum. Ölümüm kollarında olsun istemiştim. O an kollarında son nefesimi vermeyi ne kadar arzuladığımı bir bilsen… Sağır ve dilsiz, kaybolsam… Bir sen hatırlasan beni… Olmuyor. Bedenine yapışıyorum. İnim inim inliyorum. Karanlıkta senin gösterdiğin yolda aydınlığa çıkmak istiyorum.
Uzun sürmeyen gecelerimin sabahında uyandığımda beyin hücrelerime işleyen, yokluğunun yarattığı acının sensizliği ve hüznüyle boş gözlerle etrafa bakınıyorum. Gecenin kâbuslarını geçici olarak hapsettiğim deliklerinden çıkarmamak için olağanüstü bir çaba harcıyorum. Bu çaba yorgun ve bitkin düşürüyor beni… Geceleri düşümde seninle çoğalırken sözcüklerin dilimin ve kalemimin ucuna akıp boncuk gibi dizilişini engelleyemiyorum. Rahatlıyorum. Uyuyakalıyorum.
Derin, karanlık bir kuyudayım. Ölüm meleği yanı başımda dolaşıyor. Çırpınıyorum. Bağırıyorum. Bütün çabalarım boşuna… Kendimi Azrail’in insafına terk ediyorum. Senin bulanık, incecik görüntünü görür gibi oluyorum. Bir görünüp bir kayboluyorsun. Kuyudan aşağıya bakıyorsun. Ben seni görmüyorum. Ancak sen beni görmüş olmalısın ki yorgun, bitkin bedenime ve beynime bakışlarını ve nefesini fırlatıyorsun. Yüzümde bir serinlik, yüreğimde bir ferahlık… Seni hissediyorum.