Züleyha, yanağındaki iri et benini çekiştirdi kapı aralığından babasını izlerken. Bir de baktı ki babasının elinde mor, turuncu, kırmızı ateş topları var. Ateşbaz kıvraklığıyla yukarı hoplatıp hoplatıp tutuyor. Baba sanki bir oyunun provasını yapıyor. Mor, turuncu, kırmızı ateş toplarını yakalarken yüzüne zerre acı değmiyor. Züleyha son günlerde geceleri ateş çeviren adama şaşarak bakıyor.
‘ Yanıcaz baba yanıcaz, nedir bu çevirip duruyon elinde. ‘
Baba gözlerini kımıldatmadan parmak ucundan avucuna, avucundan bileklerine şehvetle geçiriyor alevi.
Anne hıçkırıklar içinde, parmaklarını kemiriyor.
Kuşlar uzaklardan, soğuk diyarlarda buluşup Yıldız’ın, Köse’nin, Çamlıbel’in tepesinden döne döne sıcacık şehir topraklarına indiler. Bacalara, pencere pervazlarına, toplantı salonlarının camlarına, otellerin kapılarına kondular. Turnalar, güvercinler... Biri öttü, diğerinin ötüşünü bezedi. Ötüşleriyle adeta geldikleri şehirlerin dillerini taşıdılar. Neredeyse konuşacak, neredeyse siz insanlar kavga ededurun biz kardeş gibi yaşıyoruz diyecekler.
Döneri çevirdi baba, ateşin başında kızaran yüzünü sildi. Bıçağının kenarıyla ince ince doğradı eti. Gözünü karşı binanın çatısında uçuşan kuşlara dikti. Siyah benekli sıçrayarak, gümüş gri de ayaklarını kiremitlerin arasına sokarak rüzgâra direniyordu. Arkalarından neredeyse on kuş kanat çırptı. Bak allan işine durmadan çoğalıyor mu bunlar be. İçeriye elinde tespihiyle berber girdi. Tespihin tanelerini parmağında çevirdi, çevirdi.
‘Baksana dayı, görüyon mu sokaklar kuştan geçilmiyo, her taraf bok püsür. Bugün yarın ilişmedikleri kapı pencere kalmicak. Evlerimize, damlarımıza girecekler. Ne işleri var canım içimizde? Balkona çıkacaksın oturamicaksın. Neden, cik cik cik. Kapıdan çıkıp sokağa adım atamayacaksın. Neden, tepemize tepemize sıçacaklar. Daha evvel bu kadar kuş doluşmadı ki buralara. Yav gitsinler dağın başına, kona kona burayı mı buldular. Sana diyom dayı, bunlar pek pervazsız, bak kıyamet yakında.’
Yarım ay gibi yanaklarını kavrayan sakalını sıvazladı baba.
‘ Kıyamet mi, oo ooo… Hem de kıçı kırık kuşlar yüzünden. Tasalanma hiç. O iş kolay. Elhamdülillah.’
Elini göğsüne vurdu, kendinden emin konuştu.
‘Kuşmuş. Nice düşmanlardan korumuşuz bu toprakları da üç beş kuşla mı baş edemicez.’
Heyecanlandı berber. Elini beline attı.
'Ee n’apıcaz? Resmi makamlara haber etsek mi, arayalım belediyeyi icabına baksınlar.’
Adamın koluna girdi Baba.
’ Ne gerek var, bunun için sağı solu aramaya, hem de bakim bana daha önce hiç ava çıktın mı?’
Yüzü düştü berberin, bakışları donuklaştı.
Parmağını şakağına dayadı baba.
‘ Anlaşıldı, belli ki çıkmamışsın. Her şeyin bir kuralı var aslanım. Önce kafaya koyacaksın. Evellallah, bakacaz çaresine, zaten mahalleli kalkışmaya dünden hazır.’
Leğende çamaşır yıkıyor anası, paçalarını şiş dizkapaklarına kadar sıvamış. Züleyha anasını omuzlarından tutup gözünün içine daldı. O gözlerde göverip tüten mor, turuncu, kırmızı dumanları gördü adeta. Orada, sanki o iki ateşli yuvarlağa şehir gelip oturmuş, küçük bir şehir, tanıdık, sanki çarşı içi, kalabalık... Acıyla tüten gözlere hayretle baktı.
‘ Geçen gün gelen kuşlar var ya, hani ötüp duruyorlardı, uzaklardan gelmişler, öyle söylüyor bizim Sakine.'
Sakine deyince annenin gözleri ok gibi fırladı yuvasından, kaşları çatıldı. Züleyha arkadaşından ne zaman bahsetse annesi öfkelenir, konuşma onunla, der. yiyeceklerinden yeme, kuyruğuna takılma. Kuyruk mu, ne kuyruğu?
'Kim bilir nereden geldiler? Belki buradaki kanatlılar çağırdı onları, belki Sakine’ye sorsam bilir. ‘
Kaşlarını iyice bitiştirdi annesi. Alt dudağını ısırıp leğenin içine çömdü. Hırsla çamaşırları çitiledi.
‘ Tüyleri gümüştenmiş, gagaları narinmiş, kim bilir nasıl sevgiyle doludurlar, kim bilir nasıl da güzellerdir anne düşünsene. Sakine’nin dediğine göre dişi kuşla erkek kuş beraber kanatlanıyormuş, biliyor musun? Kanat kanada dans ediyorlarmış, bazıları hikâyeler, şiirler okuyormuş. Resim bile çizeni varmış.’
Ellerini birleştirip parmaklarını kenetledi.
‘Hayal bile edemiyorum. Bir gün bizim balkona da konarlarsa tutup bırakmayacağım, ah bir konsalar.’
Sustu.Bir anda söndü heyecanı. Peh! Babam koyar mı hiç? Dokunmama bile izin vermez.
Anne sıcak suyu bir çırpıda leğenin içine döktü, üstüne sabun tozu boca etti. Kucağında beyazları toparlayıp suyun içine bıraktı.
‘Onlar öterken sanki türkü de söylüyorlarmış, nasıl olabilir ki bu, doğru mudur kız anne? ’
Annesi yumruğunu sıkıp Züleyha’ya doğru. Çenesine iliştirdiği tülbendin uçları aşağı düşünce uzamış birkaç tel sakalı göründü.
‘ Sakine’ye başlatma şimdi, bırak gevezeliği de yardım et. ‘
Sokağın ortasında beş adam. Beşinin de gözleri ejderha, açılınca ateşler saçıyor. Sonra on adam, yirmi adam, yüz adam…Badem bıyıklılar, çember sakallılar, şalvar pantolonlular… Koşturuyorlar ellerine ne geçirirlerse fırlatmak, düşmanlarını yok etmek için. Pazar kasaları, keser sapları, odunlar arkadan öne. Öndekiler fırlatınca uçup yuvaya çarpıyor. Vurdum, diyor biri. Vallahi vurdum. Vurdukça iştahlanıp bir daha vuruyor, bir daha. Kuşlar ciyak ciyak. Çırpınıyor kuşlar, vuruldukça gümüşi tüyleri kanayıp usulca yere serpiliyor. Havadan kuş kanları boşalıyor, yağmur değil, dolu değil, sızım sızım kanlı parçalar. Baba elindeki ateş topunu havaya fırlatıp gerisin geri koşturuyor. Deneyimli, ateşbaz kıvraklığında. Alevler bezmiş gibi dalga dalga kıvrılıyor. Kıvrıldıkça herkes aynı anda mor, turuncu, kırmızı ateş toplarını püskürtüyor. Patırtıyla dağılıyor ışık huzmeleri, maviyi hiç ediyor, parçalıyor, karanlık basıyor, basıyor da göz gözü görmüyor. Alabildiğine kan, yanık, küllenmiş kanatlar…
Züleyha balkondaki madımakları suladı. Sıkıldı. Hep sıkılır zaten. Her gün dört duvar içinde. O kadar dedi bir kerecik çarşıya gideyim. Nerde… baba izin verir mi. Neymiş kız kısmının ne işi varmış. Kız dediğin anasının eteğinden çıkmazmış. Her gün bulaşık çamaşır… Peki Sakine’de kız değil mi? Başını usulca pencereye dayadı. Bulutlar tepesinde. Biçimden biçime giren bulutlar. Bulutlar biraz canlı biraz cansız. Yarısı insan yarısı hayvan. Bulutlar biraz baba biraz alev. Işık sızdı bulutların içinden, büyüdü, yuvarlanarak aşağılara doğru kaydı. Gök gümbürtüyle sanki bir anda ortadan ikiye bölündü, zangır zangır titredi ağaç dalları. Olduğu yerde zıpladı Züleyha.
‘ Hayırdır inşallah. ‘
Elini böğrüne koyup şahadet getirdi.
Binanın etrafı ateş toplarıyla sarılınca neye uğradıklarını anlayamadı kuşlar. Pencerelerden birinde dumandan simsiyah olmuş kanatlarıyla yaralı, yorgun bir kuş… Çırpındı. Kanatlanıp çabucak uçmak istedi. Nafile. Çatıdakiler kanatlarını iki yana açmış, nefes almadan kıpırtısız yatıyor, ölümü getirecek o sonsuz bekleyişe teslim oluyorlar. Dumanlar geçiyor tepelerinden. Bazısı şiir damlatıyor keskin bir acı içinde. Bazısı kan damlacıklarıyla korkuyu resmediyor küle belenmiş beton zemine. Ötüyorlar mı ? Hayır, bağırtı koparıyorlar, kimse duymuyor. Kalanlar toza dumana kesmiş bulutların altında can çekişiyorlar kanatlarını takatsizce kaldırıp gagalarını yukarı, sonsuzluğa vererek.
Züleyha sıkıntıyla göğsüne düşen beliklerini çekiştirdi. Kuş olabilsem var ya… Böyle tüyleri apak apak. Kollarını iki yana açtı. Birini kaldırdı diğerini indirdi. İlk iş çarşıya inerim. Yanımda kimseler olmadan ama. Canım ne isterse yerim. Amaaan ne ayıp. Kendi etrafında döndü. Çırptı, çırptı cılız kollarını. Oradan lunaparka… oh canıma değsin… Okula da giderim. Durdu, kollarını yere paralel sabitledi. Gidersin ya, çok gidersin . Baban gene alır, kapatır eve yada saçından tuttuğu gibi toprağa gömer.
Akşam baba eve gelmedi. Züleyha meraksız. Gelmese keşke, hiç gelmese… Pencereyi aralayıp yüzünü cama dayadı. Sokak lambasının ışığında Yıldız dağı görünüyordu. Anne yorgunluktan kaldıramadığı bacaklarını yatağa uzattı. Başını arkaya gererek tek bir kıvrımı bile belli olmayan donuk yüzünü tavana çevirdi. Züleyha televizyon ekranında karıncalanan çizgilerden alamadı gözlerini, sözcükler içine battı, fırlayıp kalktı yerinden.
‘ Kuşlar ölmüş ana, Sakine’nin bahsettiği kuşlar…’
Dönüp bakmadı kızına. Bir rüyanın içine gömülerek kendi kendine mırıldandı.
‘ Neyse ki ateş etrafa yayılmamış, sokaklar, evler tutuşmamış.'
Temmuz kuşları yanınca Züleyha’ nın da hayalleri yandı bir anda.
O yıl madımaklar kurudu, çiçek açmadı.