2 dakika okundu
Yer altı/Erinç BÜYÜKAŞIK

Sonrası var mı diye düşündü. Karanlık, ıssız enkazda unutulmak…Sonrası ses sözle tarif edilemez bir sarsıntı; annem mutfaktaydı, babam her zamanki gibi yatağında. Yatalak kaldığı aylar boyunca ali kıran baş kesen kesilmişti evin başına. Bu evi ben inşa ettim, bir halt olmaz deyip duruyordu. Annem tabutta yaşamaktan ürktükçe daha da dualarına sığınır olmuştu. Sonrası karanlık, havasızlık, korku…

Soluk almaya uğraştıkça ağzına, burnuna dolan toprak… Un ufak olmuş apartmanın üçüncü katından ses vermek istedi. Hâlâ yaşıyordu muhakkak. Her ne kadar bir karabasan gibi de olsa ölmediği kesindi. Annesinin mırıltılarını işitti. Babamı soruyor yine, kendi tabutuna sokan babama ağlıyor. Can havliyle oğlunun yanına gelmeye çalışmıştı annesi. Ölmeye niyetli  insanın son çabasına benzer hamleyle birkaç adım ötede Ender’in yanına atılmıştı kadın:  'Ender!' 

Karyolanın üzerine kapanıp çöken tavandan, duvarlardan, kolonlardan gövdesiyle korunmaya çalıştı annesini gördüğünde. Toz bulutu içinde yalnızca kadının gözlerine ulaştı bakışları.

Çığlıkları işittin mi anne, koca apartman bağırıyor sanki. “Orda kimse yok mu, sesler kısıldı ardından. Deprem başladığında çığlıklar ürküttü ilkin. Bağıramadı o an. Kaç saattir enkazdaydılar. Annesinin mırıltıları, inlemeleri de kesildi bir an. Nasıl olur da o ana kadar kardeşini, anne ve babasını düşünmemişti? Düşsel bir tabuta sıkıştılar sanki; daracık, üstü kapalı, karanlık bir kutu içinde titreyen bir heykele dönüştüğünü fark etti. Dili damağı kurumuş çoktan. Su yok… Işık yok… Hava yok…Gitgide daha zor nefes alıyor…Kesik kesik soluk alıyor, tavan çökmüş üstlerine. Boğulacak gibi. Ayakları karıncalanıyor, kolonlar arasında sıkışmış belli ki, elleri uyuşuyor… ensesi kaşınıyor… kolunu kımıldatmaya uğraşıyor, annesi yakınında. Belki ulaşır yüzüne. “Buradayım anne!” Çıldıracak gibi…Sakin olmalı, yaşıyor annesi, iniltileri kesilmedi henüz, çığlıkları işiten var mı yukarda. Saatler saatleri kovalıyor…Uyudu mu bir ara, uykusundan uyandı besbelli sarsıntıyla. Beşik gibi sallandı, sanki saatlerce sürdü deprem. Düşünde toplu mezarlıklar gördü, ölülerini koca mahalle derin çukurlara gömüyor sırayla. Selâ okunuyor günlerdir. Kim öldü diye inledi annesi o an. Un ufak olmuş moloz yığının altında babasına kızsa ne olacak. Derin uykusundan uyandı mı kendi yaptığı tabuttan. Koca apartmanı belediyedekileri de araya sokarak bir yılda dikmeyi becermişti iki yıl önce, nasıl da övünüyordu o günlerde. Milletin başını sokacağı ev ler yaptım durdum, bak bu ev de bizim mezarlığımız Ender, takdiri ilahi diye işin içinden çıkardı muhakkak. İnsanın düğümü ne çokmuş meğer, cümlesiz ve cansız kalacağız bu gidişle. İçindeki çaresizliğe kızdı o an.

Enkazdakilerin üstüne alelacele iş makinelerini getirip yeni binalar kondururlar mı acaba, babam olsa dikerdi on beş katlı apartmanı muhakkak. Telefon çekmiyor, abimlere mesaj atmalı. Belki enkaz altında değillerdir. Onların da kondusunu babam dikmedi mi? Annemin yüzü girintisiz, çıkıntısız, dudakları oynuyor yalnızca.

Apartman sağa sola gidip geliyordu deprem sırasında. tavan çatlamıştı sanki, uğultular, ürkünç sesler arasında çöktü ev. .Odadaki bütün eşyalar dolap, ne varsa bir devrilmişti odada. Korkuya teslim olmuş sırt üstü yatarken kendisini eşyalardan korumaya niyetlendi, can havliyle yaptı bunları. Oysa… Yapabileceği hiç bir şey yoktu belki de, bir kurban gibi duyumsadı kendisini. Bayramda ölüm fermanını babasıyla verdiği o koyunun yazgısına benzetti bu yazgıyı. Çatıya, yukarılara çıkmak, apartman boşluğuna merdivene ulaşmak geçti aklından. Uzandığı yere şimdi daha rahat bıraktı kendini. Karanlığa alışan gözleri tavandaki avizenin gidip geldiğini gördü. Artçı sarsıntı olmalı. Tüm duyguları dizginlenemez halde annesine yöneldi. “Buradayım, birileri kurtaracaktır anne." Sadece et ve kemik yığınıydı o an.

Merdivenlere ulaşan, dış kapıdan çıkan birileri vardır muhakkak. İşitiyordur bizi. Sesim kısıldı bağırmaktan. Annesinin sesi ilişti kulağına, “Cenâb-ı Allah zor bir sınavdan geçiriyor hepimizi, değil mi?” Seni, beni niye sınavdan geçirsin anne. İçerliyor annesinin bu mütevekkil hâlini, babası da apartman kapısından besmelesiz girmemeyi adet edinmişti. Boğaz dokuz boğum anne. Yüzün sopsoğuk, bembeyaz. İşitiyorsun değil mi beni. Çığlıkları işiten vardır muhakkak yukarda. Harala gürele iş makineleriyle girecek değiller herhalde enkazlara. Her yerim sökük, her yerim dökük anne. Hava buz gibi soğuk, göz yaşım dondu donacak. Bağırmak istedikçe, dudaklarımı kıpırdattıkça kum doluyor ağzımın içine. Ellerim uyuştu iyice. Ensem kaşınıyor. Günlerdir enkazdayım belli ki. Kokuyorum yıkanmamaktan, ceset kokusu olmasın bu. Yok, yaşıyorum henüz, kum taneciklerini yutar gibi olsam da tükürebildim hepsini. Bir ışık olmalı, zaman durdu anne. Sessiz, ıssız ve yalnızız şu an. Babamın inlemelerini işitmez oldum. Bu tabutta onunla ölmeye niyetim yok anne. Eski uygarlıklardan birinde şunları söylemişler anne, onlar da çok çekmişler depremlerden. Yeryüzünün kabuğu ile deniz arasındaki o boşlukta bütün ölülerin gölgeleri bu yere gidermiş. Buraya gitmek için, kayıkçı insan yutan ırmaktan geçirirmiş ölüleri. Belki de biz de Styks ırmağını kayıkçı Kharon’la geçiyoruz şu an. Belki bizimkisi sadece bir karabasan. Belki de uyanıp masada sıcacık çay bardağıyla yanaşacaksın yanıma. 

Kalorifer eteğinden damlayan suyla hayatta kalmalı, diye geçirdi içinde. Cenin pozisyonunda, kıpırtısız yatıyordu annesi. Sesleri işitti yine. Çığlıklar. Kaç saat geçti, kaç gün…Niye sela okunuyor yine. Ölmedik diye bağırıyor apartmandakiler. Yaşam koridorumda ne kadar süre soluk alabileceğini kestiremiyordu o sırada. Artçılar, yağmur yağıyor muhakkak. Toprak ıslak, çamur gibi.

Amanoslar mıydı, Gavur Dağları’mıydı düşünde gördüğü. Ölüleri toplu mezarlara gömüyorlardı düşünde. Ateşler yakmıştı yaşayanlar. Ellerini temizlediler törenden sonra. Ölüleri topladılar aceleyle. İş makineleri sessizliği böldü o an.

                                                  ***

Üstüne çöken duvara vurmaya başladı sesi kısılınca:

“Sesimizi duyan var mı? Buradayız, çıkarın bizi.”Boğazıma ölüm düğümleniyor. Üşüyorum. Karanlığın içinde yitip gitmek istemiyorum artık. Anne ses ver, vallaha billaha senin çarık çürük rivayetlerini, o hafzettiğin onca risaleyi, rivayeti bile dinlemeye varım. Sesimi işitiyor musun anne?”

                                             ***

Ezginlikle enkazın üzerindeki fotoğraflara ilişti gözü. Vesikalık fotoğraflar yayılmış deprem alanında. Bu anı kime ait, fotoğraftakini gören var mı, en kötüsü ne biliyor musun ağlayıp zırlamak ve sonra kabul etmek. O fotoğraflarda özlemek. Hepimiz bir ceset torbasına benzedik sonunda.

“Anılarımı gören var mı?”