Bütün filmlerini ya da oyunlarını izlememiş olsam da oyunculuğuna, İngilizce aksanına ve bende hep tatlı bir nükte gizliyormuş izlenimi veren uzun yüzüne hayran olduğum İngiliz sanatçı Benedict Cumberbatch’ı afişte görünce, Netflix platformundaki filme hemen tıkladım.
İyi ki de öyle yapmışım.
Charlie’nin Çikolata Fabrikası’nın da yazarı olan Galli Roald Dahl’ın 1977 tarihli derleme hikâye kitabı “The Wonderful Story of Henry Sugar and Six More” dan, kitaba adını veren Henry Sugar’ın İnanılmaz Öyküsü’nü Amerikalı yönetmen Wes Anderson almış, uzun metrajlı olmayan şahane bir film yapmış.
Filmin kırk dakika sürdüğünü görünce, zihin kirleten reklamlarla iki hatta üç saate şişirilmiş ulusal kanal dizileriyle yirmi dakika süren dijital kanal minileri arasında kafası karışmış, yolunu bulmaya çalışan bir seyirci olarak, bir film izleyeceğim ilk anda aklıma gelmedi.
“Dizidir dizi!” dedim kendi kendime.
Ralph Fiennes’in canlandırdığı Roald Dahl, o tekinsiz, okurda bağımlılık yaratan bir tat bırakan öykülerini yazmak için otuz yıldır oturduğu sandalyesine yerleşti, yanına sigarasını, kahvesini, çikolatasını aldı, silgi artıklarıyla dolu yazı tahtasını temizledi ve anlatmaya başladı.
Benedict’in hayat verdiği Henry Sugar kırk bir yaşında, zengin, bekâr, 1.88 boyunda, pahalı kıyafetler giyen, Ferrari’ye binen, kumar oynayan, servetine servet katmanın peşinde, macera ve dedektif romanları seven, iyi olmayan ama kötü de olmayan, hayat dekorunun parçası bir beyefendidir.
Londra’dan taşradaki bir arkadaşını ziyarete gittiğinde, duvarlardaki rafların silme kitap dolu olduğu kütüphanede incecik bir defter ilgisini çeker.
Dekor değişir ve Benedict Henry, Gözlerini Kullanmadan Gören Adam’ı anlatmaya başlar.
1935 yılında Kalküta’da gözlerini kullanmadan gören bir adam gösteriler yapmaktadır. İşte o adam Ben Kingsley’in can verdiği İmdad Khan’dır. Ben Kingsley, Gandi’den sonra yine son derece inandırıcı bir Hintli olmuştur.
Daha çok paranın kokusunu alan Henry Sugar, Hintli gurunun gözlerini kullanmadan görmesinin hikâyesini öğrenip aynı odaklanma çalışmalarını yapar ve saçı sakalına karışacak kadar uğraştıktan sonra başarır.
Artık kumar masalarında gözlerini kullanmadan, paraları balkondan sokaktakilere dağıtacak kadar çok kazanmaktadır.
Ekonomideki "Maksimum Fayda" öğretisi burada devreye girer ve Henry Sugar, artık ne yapacağını bilemeyecek kadar çok kazandığı paraları başka şekilde değerlendirmenin peşine düşer.
Hikâye Roald Dahl’dan başlayıp Henry Sugar, İmdad Khan, Kalküta’daki doktorlar, inzivadaki guru, çok paradan sorumlu muhasebecinin anlatımıyla devam ederek ağızdan ağıza geçer. Bu arada bazı sahnelerde oyuncular kamera bakıp konuşur, askılı pantolonlarıyla görevliler sahneye girip dekor değiştirirler.
Roald Dahl’ın evinde başlayan film, Londra taşrasındaki bir evin kütüphanesi, Kalküta’da bir hastane, patika yolların bile olmadığı sık bir orman, ormandaki kulübe, şık kumarhanelerde devam eder.
Sahne değişimi, rollerini sahiplenmiş oyuncuların akıcı ve hızlı konuşmalarıyla ilerleyen hikâyenin hızına son derece başarılı bir şekilde yetişir ve ortaya tadına doyulmayan bir seyir keyfi çıkar.
Henry Sugar’ın fantastik hikâyesi seyirciyi ikna etmiştir.
Edebiyat ve tiyatronun sinemayla harmanlandığı, beşinci sanatla yedinci sanatın buluştuğu, tarzıyla bana Lars Von Trier’in Dogville’ini ve Pedro Almodovar’ın İnsan Sesi filmlerini anımsatan, prömiyerini 80.Venedik Film Festivali’nde yapmış olan 2023 tarihli filmde, Şeker Henry’nin inandırıcı hikâyesini kaçırmayın derim.