Herkesin bineceği otobüsü, treni ya da uçağı kaçırdığı olmuştur muhakkak. Ancak ineceği feribotu kaçırmak denince benim aklıma başrolünde Juliette Binoche’un oynadığı “Ayrı Dünyalar” filmi gelir. Temizlikçi olarak çalıştıkları feribotu zamanında terk edemedikleri için kendilerini Fransa’dan İngiltere’ye giderken bulan üç kadının, bu durumu değiştiremeyecekleri kesinleştiğinde lüks bir kamaraya girip saklandıkları ve anın tadını çıkardıkları o sahneyi anımsarım. Ve daha birçok şeyi…
Orta Avrupa tarzı bir hikâye. Bizdekilere benzer kısımları olduğu gibi bizden farklı yaşanan ne çok hayat var bu filmde... Fransa’nın kuzeyindeki Caen şehrinin limanı olan Ouistreham’da yaşanıyor hikâye ve çeşitli iş yerlerinde temizlik işçisi olarak çalışan kadınlara odaklanıyor. Bir yandan temizlik yaparken ara ara cebinden çıkarttığı bir deftere notlar alan bir kadının sesinden dinliyoruz bir kısmını hikâyenin. Söyledikleriyle yaptıkları zaman zaman çelişen bir kadın. Bir şeyler gizlediğini gizlemiyor aslında, belli ediyor ama tam olarak da açık etmiyor sırrını. İş başvuruları yaptığı sırada tanıştığı bir adamın evine gittiğinde, aralarında geçen konuşmada birbirlerinin özgeçmişiyle ilgili tüyo alışverişi yaparlarken, en güçlü ve en zayıf yönlerinden bahsediyorlar ve dürüstlük hakkında konuşmaya başladıklarında adam, “Sen hiç yalan söylemez misin?” diye soruyor. Kadın öyle bir cümle kuruyor ki bize karakter hakkında önemli bir ipucu bırakıyor. Ara sıra yalan söyleyebileceğini fakat sonunda mutlaka gerçeği söylediğini duyduğumuzda anlıyoruz aslında bir sırrı olduğunu… Sigarayı üç yıl önce bıraktığını söylese de çalışma arkadaşının evine gittiği bir gün “Canım çekti!” diyerek bir sigara istemesi ve içmesi de sıkıntılı ruh hâlini yansıtıyor bize.
Yazacağı bir roman için malzeme toplamak üzere temizlik işçilerinin arasına karışan bir yazarın başından geçenleri izlediğimiz bu filmin yönetmeni Emmanuel Carrere ve senaryosunu da Hélene Devynck ile beraber yazmışlar. Fransız araştırmacı gazeteci, yazar Florence Aubenas‘ın kitabı “Le Quai D’Ouistreham”dan esinlenerek sinemaya uyarlanan filmin kurgusunu ise Albertine Lastera yapmış. Müziklerin Mathieu Lamboley’a ait olan filmin Görüntü Yönetmeni ise Partrick Blossier.
Sınıf farkının ve sosyal adaletsizliğin altını çizen film, seyircisinden tam not almış. San Sebastian Film Festivali’nden “Seyirci Ödülü” bulunan filmde oscar ödüllü Juliette Binoche hariç herkes amatör. Hélene Lambert, Léa Carne, Evelyne Poirée, Patricia Prieur, Emily Madeleine, Didier Pupin, Louise Pociencka, Steve Papagiannis’in oynadığı film, kurmaca ile belgesel arasında ince bir çizgide ilerliyor.
Temposu hiç düşmeyen filmin baş karakteri Marianne’ın duygularının iç ses ile aktarılması etkileyici olduğu kadar filmdeki kurmacayı yansıtmak adına başarılı bir seçim olmuş gibi duruyor. Temizlik işlerinde çalışan insanların dramı filmde işsizlik, yoksulluk, sınıfsal ayrılıklar, ekonomik bunalım, enflasyon ve dayanışma gibi temalarla anlatılıyor. Uyarlandığı eserin aksine filmin sonunda Marianne’ın yaşadığı vicdan azabı öne çıkartılmış.
Sınıfsal farklılıkları odağına alan film, ekonomik kriz ortamında işsiz kalan, buldukları her işte tutunma savaşı veren insanların hayatlarına ayna tutuyor. Ayrıca kimliğini gizleyip insanları kandırmanın ahlakî boyutu da sorgulanıyor.
Zekâsı ve güçlü karakteriyle, sosyalleşme becerisiyle, insan ilişkilerindeki deneyimiyle Marianne, yabancısı olduğu bir dünyaya kısa zamanda uyum sağlamayı başarıyor. Özellikle üç çocuk annesi Christele ve sevgilisiyle yaşayan genç Marilou ile yakınlık kuruyor. Feribot temizliğinde de birlikte çalışmaya başlayan bu kadınlar, bir temizlik sonrasında feribottan inemediklerinde büyük bir macera yaşıyor ve çok eğleniyorlar. Ne yazık ki yolculukta rastladığı eski bir tanıdığı Marianne’ın kimliğini açığa çıkarıyor. Juliette Binoche’un hayat verdiği Marianne karakteri filmin finalinde en yakın arkadaşı Christele’e kendisine yalan söylediğini, ancak bunu aldatma maksadı gütmeden yaptığını söylese de yaptığı kabul görmüyor. Kendisine evinin kapılarını açan, neredeyse yanlış anlaşılacağı bir yöntemle doğum gününü öğrenip pasta eşliğinde kutlama hazırlayan Christele, Marianne’ın ihanetini affetmiyor. Buna karşılık kader birliği ettiği, kendini eşit hissettiği Marianne’ın üst sınıfa mensup olduğunun şokunu yaşayan Christele filmin finalinde kendisini aldatan yazara önemli bir de hayat dersi veriyor.
Kitap tanıtımına gelenler Marianne’e teşekkür ediyor. Kimliğini sakladığı için ona kızan tek kişi Christele’dır. Tanıtıma gelen herkesle yemeğe çıkmak üzereyken Marilou geliyor ve Christele’ın onu görmek istediğini iletiyor. Gidemeyeceğini söylese de kayıtsız kalamayan Marianne ile yola çıkıyorlar. Vardıklarında Christele temizlik kıyafetleriyle karşılar onları ve sohbet etmeye başlarlar. Çocuklarının doğum günü hediyesi olarak Christele’ a verdiği kolyeyi hala taktığını fark etse de aralarındaki gerilimi artıracak bir teklifte bulunuyor. Onunla birlikte feribota binmesini istiyor. Bunu hala tuvalet temizleyip temizleyemediğini merak ettiği için sorduğunu söylüyor. Marianne teklifi “Çok saçma!” diyerek reddediyor ve ayrılıyor oradan. Herkes kendi gidiyor.
Kadınların toplum içerisindeki mücadelesinin küçük bir kısmını izlediğimiz filmde birçok sosyal mesaj verilmiş. Fazla detaylandırmadan anlatmaya çalıştığım filmi izlerseniz eğer sizler de göreceksiniz ki farklı karakterler, farklı farklı sahnelerde “Herkes yerini bilmeli” mesajını vermiş... Ötekileştirme ve değersizleştirmenin karşısına da her ne kadar sarsılsa da dostluk gelmiş oturmuş. Sahip çıkmamız gereken değerlerimizi, erdemlerimizi anlatan iyi bir Juliette Binoche filmi…