“Kış uzayınca kar bir türlü kalkmadı, kar kalksa altından cennet çıkacak” diyor Saygın Soysal’ın canlandırdığı Samet filmin ilk sahnesinde.
Cennetin de cehennemin de bu dünyada olduğuna inanan ve filmin çekildiği Artvin’in Şavşat ilçesini çok şeyler vaat eden ilkyazda görmüş bir seyirci olarak, karın altında saklı o cennetin varlığına tüm kalbimle inanıyorum.
Ama en başta sözü edilen saklı cennet film boyunca hiç ortaya çıkmıyor.
Genç hemşire Aslı, ailesinin karşı çıkmasına karşın doğudaki bir köye, annesinin deyimiyle “kız başına” mecburi hizmete gelmiş. Her ne kadar böyle söylediği için annesine sinirlense de bitmeyen kışın ıssızlığına gömülmüş köydeki her sahnede o kadın yalnızlığını fazlasıyla yaşıyor.
Kar fırtınasında ormanda yolunu şaşırınca karşısına çıkıp ona yol gösteren, arabasının kırık camını onaran ya da evine odun taşıyıp o yokken teklifsizce içeri girerek sobasını yakmakta kendince hiç sakınca görmeyen Samet’te, parmağındaki yarasa ısırığını tedavi ettirmek için sağlık ocağına gelen jandarma komutanında, kıyma almak için gittiği köy kasabı Hasan’da, hatta ona çay ikram eden köy muhtarında kendini kadının üzerinde gören eril enerji fazlasıyla hissediliyor ve Aslı’yı “kız başına” bırakıyor.
Filmin birçok sahnesinde Aslı kendi nefesinin buğusunun içinde karlara bata çıka, ortalığı gıcırdata gıcırdata yürüyor. Bu yürüyüşlerinde sanki yeni yaşam alanını benimseme ve hayatta kalma çabası var. Her yeri örten ve neredeyse film boyunca yağan karın tedirgin edici sessizliğine tekinsiz hayvan çığlıkları, köpek ulumaları karışıyor. Aslı’nın yürüyüşlerinin çoğunda sürekli salına soluna bakınması, seyirciye bir türlü bitmeyen kışın dağlar arasında hapsettiği köydeki tedirginliğin yansıması olarak geçiyor.
Kış uykularından erken uyandığı konuşulan ayıların kendini iri pençe izleriyle gösteren varlığı, karın yoğunluğuyla eş zamanlı olarak tedirginliği iyice arttırıyor.
Film boyunca içimize sızan bu tedirginlik duygusu, bende Night Shyamalan’ın Village/Köy filmindeki belirsiz ama sürekli canlı tutulan korkuyu canlandırdı.
Ayı, filmde bir metafor olarak değil de herkesi ürküten kanlı canlı bir hayvan olarak varlık gösteriyor. Aslı aç kalıp köye inmesinden korkulan ayıyla ormanda karşılaşıyor. Bütün ayılar birbirine benzer mi bilmiyorum ama o sahne de bana Leonardo DiCaprio’lu The Revenant/Diriliş filmini anımsattı. Neyse ki bizim ayımız Aslı’ya saldırmıyor, havayı koklayıp gidiyor.
Erkeklerin sobanın çevresinde toplanıp başlarını omuzlarına gömerek çaylarını, rakılarını yudumladıkları köyde kadınlar kasap tezgahında et parçalıyor, ellerinde sopa inek güdüyor, hemşire için atkı örüyor, cemreler onların köylerini de hatırlayıp düşsünler ve kış bitsin diye karlı ağaç dallarına çaput bağlıyorlar.
Kasap Hasan çok içip sarhoş olduğu bir günde ortadan kaybolunca, karısı Cemile karnındaki bebesiyle perişan oluyor. Şehirde bir dostu olduğu ve ona gitmiş olabileceği konuşulan Hasan’ı değil ama erkekliğin tüm gücüyle her an yeniden var edildiği ıssız bir köyde genç kızıyla bir başına kalmasına sebep olan kocasının bulunmasını istiyor.
Burada onu son gören kişi olan Aslı’nın karmaşık düşünceleri, kimin suçlu olduğu ve suçun tam olarak ne olabileceğine dair bir belirsizlik devreye giriyor.
Bir türlü sona ermeyen kış, yolları kapayan kar, aç kalıp köye inebilecek ayı, uzaklarda uluyup seslerini duyuran kurtlar, jandarma karakolunun damına yuvalanıp askerleri ısıran yarasalar, hatta dilden dile dolaştıkça büyüyen, değişen dedikodular gözle görülebilir, elle tutulabilir, kulakla duyulabilir gerçek düşmanlar olarak içerdikleri tehlikelerden az da olsa muaf oluyorlar. Ne de olsa ortada öyle ya da böyle mücadele edip hayatta kalabileceğin bir muhatap var.
Ama silahla, güçle, ünvanla var edilen erillik, kısık bakışlarda, dudakların kenarındaki belli belirsiz gülüşlerde, kadının bedenine doğru düşürülen omuzlarda, yakınına çekilen sandalyelerde, ihtiyaç duyulsun duyulmasın yapılan yardımlarda, yükseltilen seslerde, odun kıran baltalarda, ıssızlığa ateş eden tüfeklerde, teklifsizce girilen odalarda öyle yoğun bir hal alıyor ki diğer bütün tehlikelerin üzerine çıkıp Aslı’nın üzerine çullanıyor.
Issızlığın, dağların ve karın yarattığı sıkışmışlık hissiyle köye inebileceği söylenip duran aç ayının nesnel korkusu, ilkel erkekliğin egemen varlığıyla geride kalıyor.
Filmin sonunda bu nesnel korku sona eriyor belki ama Aslı’nın tedirginliği artarak bakışlarında büyüyor.
Dünya prömiyerini 2022 Toronto Film Festivali’nde yapan Kar ve Ayı, 59. Altın Portakal Film Festivali'nde En İyi İlk Film ödülünü almış. Ayrıca Aslı rolündeki Merve Dizdar’a En iyi Kadın Oyuncu ödülünü kazandırmış.
Boğaziçi Film Festivali’nde En İyi Film, En İyi Kadın Oyuncu, En İyi Senaryo, En İyi Kurgu, En İyi Görüntü Yönetimi gibi başka ödülleri de var.
Ayrıca yönetmen Selcen Ergun, 66. San Francisco Uluslararası Film Festivali’nde Yeni Yönetmenler Ödülü’nü almış.
Portakalların iptal edildiği, Boğaziçi’lerin heba olup gittiği, eril dilin hayatın her alanına fütursuzca sızdığı bir dönemde, nitelikli sanatın her türüne iki elle sarılmamız gerekiyor.
Bol ödüllü bu filmi izleyip üzerine düşünmek, konuşmak, yazmak, bu yolda pes etmeden yürümenin adımlarından biri olacaktır.