3 dakika okundu
Kendi Masalını Yazan Bir Sinemasal/Havva AĞRAL

İnsan, kendi ezoterik içeriğini yazmaya ne zaman başladı? İnsanın kendinde insan üstü bir içerik arama dürtüsü ne zaman başladıysa büyük olasılıkla o zaman. Dünyada insan harici hiçbir canlının kendi varlığına bu denli şaşkınlıkla baktığını düşünmüyorum. Kendi varlığındaki bir hayret etme durumunu, kendi içsel sisteminde kendi aczini örtük kılmak adına yapmış olabilir mi?

Sfenksvari heykeller, mumyalar kendi meseline, kendi arkaiğine bir güç katma çabası olabilir mi? 

Nazca’nın son bulunan mumyaları birer uzaylı değil, birer sfenks mumya oldukları ortaya çıktı. Nazca’da bunu insanlar neden yapmış olabilir? Vampir ya da Lovecraft hikâyelerinde sürekli kurbanlar ve vahşi hayvansı sfenks düşünce yatıyor. Nazca, kendinde saklı bir kesit olarak keşfedilmeyi bekleyen bir uygarlık gibi görünüyor. Sır olanın, içeriksel olanın ezoterizm tanımına oturduğunu söyleyebiliriz. Yani masallar, ezoteriğin içeriğinde bir içerik olarak karşımıza çıkabilir. Ya da hikâyeleme olarak illa bir arkaik zemin bulma uğraşının içeriği olarak vardır. Bir öğretiyi düz maddeler halinde vermek yerine hikâyelemek insan öğrenim sürecinin bir parçasıdır. Hafıza tekniği de aşağı yukarı böyle işlemektedir.

Kendi varlığına anlam aramamanın da ötesine geçen insanın ikinci aşaması, yerleşik düzen sonrası insandır. Mitin ideolojik haline ilk adım. Mülkiyet ve sahiplenme hırslarının en belirgin hali, ataerkil olanın keşfidir. Ataerkil olan mülkiyet ve sahiplenme patolojisi geliştirirken, araçsal düşüncelerle de bunu inşâ ediyor. Kendine kutsiyet atfetmenin, kendine güç atfetmenin araçsallığı, dolayılı bir etki yaratımına da gidiyor. Kendinde idea bir duruşun diğer aracı da ötekini kötülemektir. Kadın 'femme fatale'ye dönüşürken anaerkil olanı yerle yeksân eder. Bir nevi statüko kuran ataerkilin derin acımasız izlerini Orta Çağ'da görürüz bu bağlamda. Hastalıklar, büyü, cadılık ve ithamlarla yakılmış yüzlerce, binlerce kadın... Amerikan sinemasının ve çocuklar için çizgi filmlerin bu motifleri, Orta Çağ hatta Yunan mitlerine kadar dayanır. Hekate, Medusa'dan hareketle "The Blair Witch Project" gibi filmler aynı kodların, dönüşümsel versiyonları olarak karşımıza çıkıyor. "Stranger Things" de çok daha karmaşık, günümüz neomitlerine dair bir dizi olarak kendi masalını yazan, insanın kodlarının tekrar tekrar işlenişidir. "The Fall" filmi, bu arkaik kodların bir sıra geçidi gibi karşımıza çıkar üstelik.

Büyülenme, aşkla kandırılma ile ilişkilendirilirken kadın yine zan altında kalır. Prensesler ve cadılar ise Paredros ile genç kadının ayın yeni dönüşümünü simgeler. Mitsel olanın psikolojisi, prenseslerin başına bir hâller gelip tekrar iyileştirilmesi, onların erginlenmesi, ergen döneme girmesini simgeler bu noktada. Kadınlığa ilk adımın mitteki karşılığı yine dolunay ve anaç olana evrilen prenses simgesi olmaktadır. Yaşlanınca yine kötü cadı döngüsüne girecek olanın bugün babasının imgesel silüeti, kızı olması demektir. Yani pamuk prenses babasının bir izdüşümü, saflık, temizlik, idea iken kötü cadı da yaşlı annedir. 

Yer değiştireceklerdir zamanla. Dünyanın pamuk prensesi, bir yer değiştirme ile halkın sevgi duyduğu Diana olabilir örneğin. Masallar eski, katı, otoriter anne-babayı yıkıp yerine daha saf güzelliği koyarken devrimcidir. Türk efsanelerinde mesellerde 'soy soylama, boy boylama' söylemi ya da ad verme eylemi de ataerkil olanın birer izdüşümü olarak eylem ve söylem şeklidir. Halktan bir Diana'ya da halktan bir Keloğlan'ın saraya gelmesi, halkın değerleri noktasında bir yerde buluşabilir. Asker Şavyk ile Çoban Paris'in otorite karşısına çıkabilmesi devrimcidir. Halk kendi masalını, hikâyesini, mitlerini her zaman devrimci kılmaya çalışır üstüne üstlük. Bu hikâyeler, halkın  bir rüyalarını dile getirir. Ağır vergiler, gazap dolu doğa kötücül tanrılar için hep bir başka çare aranacaktır bu hikâyeler dahilinde.

Psikolojik evrende ise insanın var oluş fiksasyonları dedikleri, gelişimsel takılma noktaları olarak bildiğimiz Oidipus, Elektra, kastrasyon, ölüm gibi kompleksler var oluşun temel dinamikleridir aslında. Filmlerdeki, masallardaki pek çok öğeyi bu şablonlara göre yorumlamak da mümkündür çoğunlukla. Bu fiksasyonlar; ataerkil sonrası gelişen bir durumdur. Yerleşik düzeni bozan, bozucu düşmanın tezahürü Tepegöz'dür örneğin. Freud’a göre dürtülerin arzuların önemini, dolayısıyla aç gözlüğün bir düşman olduğunun temsilidir. 

Dünya edebiyatındaki Külkedisi, başkalarını memnun etme çabasındaki insanın tezahürü olarak belirir zamanla. Literatürde Külkedisi sendromu denilen bir durum da söz konusudur hatta. Hansel ve Gratel kardeşlerdeki cadının yaşlı anne, Gratel’in genç anne olması ve erkek kardeşin kurban seçilmesi ritüeli olarak yorumlanmıştır bu sendrom. Masallarda başını koparma, başına vurma özellikle erkek karakterle ilişkili bir şiddet gösterisi olarak  kastrasyon okumasına tekabül eder. Erkle, otoriteyle sorunun yöntemsel ve şiddetle karşılığını bulan değişimine karşılık gelir bu. 

İnsanoğlu yerleşik, ataerkil fiksasyonlarını aşmayı bilmiştir. Bunun yolu da yaşamda bir eğretileme, kaydırma düşüncesi veya yerine koyma metotları olarak gelişme gösterir. Duyulan aşkın başka bir tarafa kayması gerekir bir anlamda. Kandaş ilişki kurulması, toplum normlarında yasaktır. Totem Tabu ile Freud bu konuda bir anlatı sunmaktadır. Ayrıca takıntılar ve aşma eylemi modern insanın kurulumudur. Bu anlamda masallar, insanların kendilerini inşa etmesine yol gösteren kadim öğeler olarak varolagelmiştir. Ve bilinmesi gereken asıl gerçek masallar bugün yazılı olan okuduğumuz metinler değildir nihayetinde. Bu halleri çoğunlukla sansürlenmiş, değiştirilip çocukların dünyasına girecek şekle büründürülmüş olarak yeniden oluşturulmuştur bir anlamda.


Yine rüyalar ve anlatılar birbirinin içine girer. Çünkü insan bir ilüzyon ve eğretileme halinde de bir şeyler öğrenmekte ve en önemli ifadelerini buralardan devşirmektedir. İnsanın sanal bir algı pozisyonu vardır. Bu bağlamda her zaman sanat eylemi ve edimi; mit, doğa üstü olaylarla iç içe  ifade edilen dünyanın tezahürleridir.

Rüya ve mitik bilinçaltı bu sefer 1865 'de Alice Harikalar Diyarı'nda karşımıza çıkar. Lewis Carroll tarafından yazılmış bir çocuk masalı, bilinçdışı alanın sembollerle dolu karmaşık insan dünyasını anlatır. İnsan, hikayeleme ile bilinç dışını böylesine serbest çağrışımlı bir akışa da bırakabilirken insanların fizyolojik algılarındaki bir rahatsızlığın adı da "Alice Harikalar Diyarında" sendromu olarak adlandırılıyor. Bu algı bozukluğunda kişi kendi el, ayak veya başka bir uzvunu daha büyük ve küçük formda  algılayabilmektedir. Açıkçası ben dönemi adına modernizme daha yakın  söz konusu masalın şu duygu durumları ve izdüşümleri taşıdığını söylemeliyim:  Sürekli bir geç kalma duygusu ve bazı insanların donuk hallerini anlatan, sürekli çay saati yapan bir topluluğun olması gibi tezatlıklar aynı masalda birlikte var olur.  Oradan oraya koşan tavşanın  elinde sürekli bir saati bulunur. Bunu da temelde modern insanın kurulumundaki huzursuzluk ile donuk zaman yaşayan katatoni arasında zıtlık olarak da görebiliriz aslında.

Büyülü bir elma, okült anlatımdır. Mitin ve psikolojinin ortak alanında, genç kızın erginlenme törenidir. Yasak ya da zehirli elma illa ki bir semboldür. Elma cinselliğin, adet kanamasının simgesidir. Rapunzel benzer şekilde izolasyondan kurtulan bir insan, ergendir. Cinsellikle tanışmanın metaforudur. Yani bunları doğrudan anlatmanın yollarını örtük anlatılar almıştır. Erginlenme ve yasak olanın yıkılması halkın dilinde sembolik bir ifade bulurken sinemada bunun arketipi düşünceler yaratılmaktadır. "Kutsal Geyiğin Ölümü" başlıklı Homeros mitinde Artemis’in kutsal geyiğidir. Ve onu avlayan savaşçı kral Agamemnon'dur. Maalesef bedel olarak yaptığı yolculuk boyunca başına bir şeyler gelmiştir. Kutsal geyik doğa, bereketin sembolüdür. Bunun gibi pek çok örnek; edebiyat, tiyatro, masal, mit alanları birbirlerinden sürekli beslenerek, benzer olanın türevlerini çoğaltır. Anlatı bazen de metamorfoz olanı ifşa ediyor. "Kurbağa Prens" dönüşümün bir anlatısı, olgunlaşma vs. Ancak sinema ve edebiyatta daha çok dekadan çöküşe işaret ediyor. Görüldüğü gibi insan tüm yaşamını hikâyeleme arzusundadır. Burada kendi ifadesini süslemek, söz sanatları, sözün görsel vurgusu vs. ihtiyaç duyuyor. Şimdilerde uzay, istila, zombi filmleri de, görselin bir kat daha doğa üstü ve hatta bir kat daha masalsı olması için ya da abartılı olması için yeni ve katmanlı bir uğraştır. Bundan sonraki evrede ‘metaverse', yapay zeka gibi konuları, yine kadim öğelerin dönüşümsel hikayesi olarak yeni araçlar aracılığı ile görmek, kabul etmek durumunda kalabiliriz.