3 dakika okundu
Sophia’nın Bakışına Dair Türlü Dedikodu/Mahmut ŞENOL*

*Yazarın izni ve isteğiyle ¨Mesele Kitap dergiden iktibas edilmiştir!¨

New York’un dünyaca ünlü müzayede salonu Phillips Auction’da 2010 yılının haziran ayı çok hareketli, ziyadesiyle bereketli geçmişti.
Yeni orta sınıfın ve üst burjuvazinin arasında, aristokrasiden kalmış ne varsa hepsinin değiş tokuş edildiği bu müzayedelerde, kül tablasından on sekizinci yüzyıl lâzımlığına kadar yok yoktur.

Seçkinlerin, deyin ki, bir nevî Bit Pazarıdır.

1957’nin nisan ayında fotoğraf sanatçısı Joe Shere’in objektifinden süzülerek siyah beyaz film şeridine yapışmış bir görüntü ~ enstantane, o gün, orada satışa çıkarıldı.

İtalya’nın o yıllarda yükselen yıldızı Sophia Loren ile Hollywood’un, seksi fakat akıllı sarışın olsun diye pompalayıp meşhur ettiği Jayne Mansfield’ın yan yana oturdukları yemek masasındaki görüntü, 35,6 x 34,3 ebatlarında bir çerçeveyle birlikte açık artırmaya çıkmıştı.

Orijinal fotoğraftır; arkasında Joe Shere’in imzası, mühürü var, tarih yazılı ve copyright-telif hakkı kâşesi de basılı…

Müzayede uzmanları o günün parasıyla bin iki yüz Dolara satarız diye tahmin yürütürken, açık artırma kızıştı, 6 bin Dolara bu fotoğraf satıldı.

Fotoğrafı kim aldı, bilmiyoruz; ismi mahfuzdur!

Lâkin arşiv unutmaz, her yerde karşımıza çıkar.

Sinema kapitalizminin dev ismi Paramount Pictures, Sophia Loren’i, yirmi dört yaşındayken meşhur olduğu İtalya’dan "ithal etmek" üzere kolları sıvadığında, "İtalyan dilberin" rol alacağı pek çok senaryoyu dahi çoktan hazırda tutuyordu.

Sophia, kızlık ve aile adıyla, Sophia Villani Sicicolone, henüz on beşindeyken güzellik yarışmasında birinci gelip İtalya Güzeli unvanını alınca, peşini bırakmayan sinemacılar kızın kapısından hiç eksik olmadı. Kız da kız hani; sürmeli, fincan gözlü, arasan bulunmaz bir taze bahardır.

Sophia, sinema eğitimi almadan yola çıkmak istemiyordu; Roma’da bir sinema okuluna kaydını yaptırdı, ancak birkaç filmde küçük roller almaktan geri durmadı. Henüz dünya piyasasına açılmamış olan İtalyan sinemasının önü ise kapalıydı, Amerikan Rüyası işte bu sırada Sophia’nın uykularına girdi. Para Holywood’daydı. Nitekim kısa süre sonra Amerikan film şirketlerinden davetler gelecekti; bunlardan birisi Paramount’tur.


Paramount’un Amerikan sinema dünyasına tanıtmak istediği Sophia için Los Angeles’in Beverly Hills’inde cafcaflı bir tanıtım kokteyli ve ardından yemek daveti hazırlanmıştı; Romalı kız, o gün orada, acemiden çok, gözü açılmamış bir çaylaktır.

Oturduğu masaya, tam da o dönemde ün basamaklarını tırmanmakta olan Amerikalı "sarışın bomba" ve "vamp kadın" hatta "Marilyn Monroe’nun yerine geçecek yıldız" iddialarıyla tanınan Jayne Mansfied’i oturttular.

Bunu niye akıl ettiklerini sonradan kimse de bilemedi, belki bir tesadüftü yahut mahçup İtalyan kızını bir "American Woman" ile yan yana koyarak Amerikan üstünlüğünü vurgulayacaklardı. Dedikodusu hâlen sürer; bitmemiştir.

Yemekte Mansfield’in göğüs dekoltesi ve sırtı beline kadar açık ipek kıyafeti bütün fotoğrafçıların dikkatini çekiyordu; Sophia neredeyse unutulmuştur. Omuzdan askılı gece elbisesi Jayne’in göğüslerini tamamen ortada bırakıyor, öyle ki zaman zaman meme uçları görülüyordu. Fotoğrafçıların da bol bol deklanşöre bastığını söylemesi gereksizdir; arayıp bulamadıkları şey. Jayne’in çevresine kaleydoskop gibi dağıttığı samimi gülüş ve tebessümleri, ayrıca fotoğraf objektiflerine yönelik cömert pozları arasında Sophia’nın gergin ve rahatsız kaldığını da görüyoruz.

Bir an geldi ki İtalyan kızı yanındakinin göğüslerine kaçamak bir "bakış attı."

İşte o an, saliselik bir zaman dilimidir ve 6 bin Dolara elli sene sonra satılacaktır.

Fotoğraf ertesi gün Amerikan gazetelerinde yer aldı, Joe Shere bundan ne kazandı, bilmiyoruz. Fakat İtalya’nın o günlerde Katolik Papalığın baskısı altındaki yayın hayatında pek çok İtalyan gazetesi bu görüntüyü yayınlamaya çekinecek, otosansür uygulayıp sadece fotoğrafın yarısını, Sophia’nın olduğu kareyi makaslayıp yayınlayacaktır. Bir tek Il Giornale d’Italia fotoğrafı basmaya cesaret eder; kıyamet kopar.

Sophia’ya o anı sorduklarında, "Geldi, yanıma oturdu, konuşmaya başladı, sanki sesinde bir yanardağ patlıyor gibiydi, sonra bana doğru eğildikçe göğüslerini tabağımda buldum. Dehşet içindeydim, öyle baktım sonra, o da bunu fark etti, kalktı gitti" diye anlatır. Bakışı, hakikaten yüzündeki şaşkınlıktan daha fazlasıyla ürküntüsünü göstermektedir.

Aslında göğüsleri kıyaslanınca aralarında pek fark da yoktur; ikisi de aynı kalıp sütyen kullanır. İtalyanın ölçüsü 38, Amerikalınınki sadece 39’dur. Fakat dinî bütün bir Katolik olan Sophia daha mütevazı bir elbiseyle endamını sergilemekte, diğeriyse "Allah verdi işte, niye saklayayım ki" cesaretindedir.

Jayne, yapımcılar tarafından tam da o sıralarda, ünlü Marilyn Monroe’ya bir seçenek ve rakip olsun diye pohpohlanıp ortaya çıkarılmıştı. Marilyn kadar saf, çocuksu ve samimi değildi beyazperdede. Lakin ondan daha ucuza oynuyor, daha genç duruyordu. Kapı kapı dolaşsan böylesi bulunmaz bir Doppelgänger ~ ikiz gibi dublör olacak benzerlikteydi. Marilyn’in aptal sarışını oynadığı sıra, elimizin altında bir de akıllısı bulunsun diye düşünmüş olmalılar.

Nitekim test sonuçları fena değildir Jayne’nin: IQ derecesi 149’dur.

Zeki kadındı, fakat zekânın fazlası da eksiği kadar insanı mutsuz edebilir, şu farkla ki eksik olan zaten durumun farkında değildir. Jayne farklı olduğunun farkındaydı, onun için mutsuzdu.

Marilyn de mutsuz bir hayat yaşadı, şöhretine rağmen hep bir şeyler eksik kaldı zavallıda; sonunda intiharı tercih etti. Jayne önceleri biraz parladı ama oyunculukta Marilyn’in ardından nal toplayacaktır; belki biraz da bundan mutsuzdu ve alkole verip kendisini şişe dibini görenler tarafına geçti. Sonu acıklıdır, 1967’de bir trafik kazasında hayatını yitirir.

Tam da İtalyan faşizminin yükselişe geçtiği yılların çocuğuydu Sophia; 1934 doğumlu. Yakın zamanlara kadar filmlerden eksik olmadı; yüze yakın filmde, hemen hepsinde başrolü oynadı. Son filmi "La Vita Davanti a sé" ~ Önümüzdeki Hayat başlıklı filmde, ilerlemiş yaşına rağmen, Holocaust mağduru Madam Rosa adlı eskiden fahişelik etmiş bir Yahudi kadının şimdiki hayatını anlatıyordu; henüz seyredemedik.

Sophia’mız pek çalkantılı bir hayat geçirmedi, sicilinde bildiğimiz sadece Amerikalı aktör Cary Grant’la Amerikan sinema platolarında yaşadığı aşk ilişkisidir; ötesini kimse zaten bilmez. Sophia sonra birden akıllıca bir hamle yapıp İtalyan film yapımcısı, epeyi zengin, kendisine de hayran Carlo Ponti’yle evlendi. Hayatını onunla birlikte geçirdi; şimdi Katolik bir İtalyan dul kadındır.

İtalyan klasiği Loren’in Amerikan hayranlığı sonlanmadı elbette, sık sık, tıpkı Cary Grant’la beyazperdeye çıktığı gibi, farklı oyuncularla American kurdelelerinde boy gösterdi. Bunlardan birisi "Amerikalı Olmak İstersin" başlıklı, orijinal adıyla Tu Vuò Fà L'Americano ‘dur. Filmde Napolitenşarkıcı Renato Carosone’nin o vakitler sükse yapmış şarkısını seslendiriyor, güzel bir dans klibi de ortaya çıkıyordu. Şarkı bugüne kadar dilden dile geçmiştir; meşhurdur. II.Dünya Savaşı sonrasında Amerikan kültür etkisinin ve siyasetinin Avrupa’da, fakat en çok İtalya’da hissedildiği zamanlardır. Ve şarkı, üzerine siyasal makale yazılacak kadar Amerikanlaşma meselesine "cuk oturur."

Sophia, ne kadar Amerikan filmlerinde gözü kaldıysa bir o kadar millî oldu; İtalyan sinema tarihi bir bakıma Sophia’nın tarihçesi demektir.

İtalyan aktör Marcello Mastroianni’yle birlikte rol aldığı pek çok filmi var; hâl böyle olunca biraz dedikodu da çıkarıldı ama 1996’da hayata veda eden yakışıklı İtalyan’ın günâhını almayalım. Dedikodu sinemanın olmazsa olmazıdır; Sina qua non!

Eskilerin deyişiyle, "Şûyuu vukûndan beterdir", denir ya, arkasından konuşulması tahakkukundan~gerçekleşmesinden daha fazla tesir yapmış görünüyor. Dedikoduların aslı, Mastroianni’nin Sophia’yla birlikte bir balkonda çekilmiş şu fotoğrafına dayanıyordu; sevimli ve tahammül edilir bir çapkınlık gösterisi gibiydi!


Sophia görmezden gelse de hiçbir kadın gözünden erkeğin hareketlerinin kaçmayacağı gibi, Mastroianni’nin ellerini ovuşturup "Mamma mia, mio Dio!" deyişini yakalamış olmalı; gülümsüyor. Aralarında çocukluk yıllarından kalmış bir Eros Matutinus geziniyor. Büyük kabahatler işlemiş insanlara mahsus bir telaş yok balkonda; her şey sakin ve neşeli. Kırk yıllık ahbap gibiler ama Mastroianni, korta etmeye de sanki başlamış bulunuyor.

Fakat Mastroianni’yi ayıplayanlar çıkacaktır; onunkisi de apaçık sırnaşıklık canım!

Böylesi keratayı çekeceksin bir kenara "Bak evladım, bakacaksan bari çaktırmadan bak!" diyeceksin.

Desenize, dikizlemek denilen şeyden bîhabermiş ünlü aktör.Aslına bakarsanız hiç kimseden rahatsız olmaksızın, sergilenmiş göğüsleri rahat biçimde seyreylemenin en iyi yolu, bunların fotoğraflarını dikizlemektir.

Ne karışanı olur, ne görüşeni…

Bunlar neşeli hikâyelerdir, kırk yıldır anlatılır da tadında tenzilat görülmez.