07 Jul
07Jul


Bir şiiri okurken, yorumlarken, o şiirin şairinin ideolojisinin, felsefî ya da siyasal tercihinin, dolayısıyla da bunları şiirine yansıtmasının benim için önemi ikinci derecededir, hattâ o kadar bile değildir. Bu yüzden, bâzı arkadaşlar beni yeterince solcu olmamakla, liberal olmakla eleştirirler. Ne diyeyim, ola ki haklıdırlar, ben de böyleyim işte!



Şair, şiirinde istediği kadar saklasın, bilincinde olsun olmasın, mutlaka, belli ya da belirsiz, ideolojik/ siyasal/ felsefî bir tutumun çevrimindedir. Bir dünyadır her tutum. Bunu yadsıyacak değilim. Karşıcı çıkışım,  o tutumu, estetik değerler dizgesini bir kenara iterek, baskın biçimde öne çıkaranlaradır. Yeni, aykırı şeyler değil söylediklerim: İnsanlar şiir kitaplarında, edebiyat dergilerinde, reçete, tâlimatnâme, savcı fezlekesi, ya da ne bileyim ben, bir partinin propaganda metnini değil, şiir okumak istiyorlar. Vurgulamak zorundayım: Bu soy keskin, dogmatik düzeyde “-izm”ci şiirsel metinleri, Sağ’da da görüyoruz, Sol’da da. Bu kısır anlayıştakiler, kendi meşreplerinin dışındaki şairler zirve şiirler yazsa da görmezden/ duymazdan geliyorlar. Başkaları bizim gibi düşünmüyorlar diye, onların yazdığı nitelikçe üstün yapıtlara kör ve sağır kalmanın en azından kaba softalık, sekterlik olduğu kanısındayım.


Bana gelince… Dünya görüşü bakımından bambaşka düzlemlerde olduğumuz birçok şairin şiirlerini yüksek bir beğeniyle okuyorum. Bilhassa İslâmî (İslâmcı demiyorum) cenahta (milliyetçi kesimde böyle yetenekli şairler yok, geçerken onu da söyleyeyim) şiir pedagojisi, şiir terbiyesi (evet şiirin de bir terbiyesi var) hakikaten çok gelişkin birçok şair var. Sezai Karakoç başta olmak üzere, Cahit Zarifoğlu, Erdem Bayazıt, Alâeddin Özdenören, Alâaddin Soykan, Osman Konuk, İlhami Çiçek, İhsan Deniz gibi isimleri hiç duraksamadan zikredebilirim. Başkaları da var ya, uzatmayayım.
Bu şairler etik bakımdan da değerlidirler. Kozalarını sessizce örmüşler, medyatik olmak için, deyişimi hoş görün, yırtınmamışlardır. Bunlardan Erdem Bayazıt’ın şu dedikleri ibretliktir örneğin:
“Bugün geriye dönüp baktığımda, hayatımın şiirle geçmesi gereken zamanlarını, şiir dışı şeylere harcamışım. Politikayla, daha başka şeylerle ilgilenmişim. Oysa bir şairin, hayatını şiire yönlendirmesi ve sadece onu önde tutması gerekir. Ben şair, değilim, şair olamadım.”
Söylemek şart mı, bilmem: En vasataltı kişilerin bile şiir tanrıcığı kesildiği günümüzde, bu çapta alçakgönüllü olabilmek, yüksek bir ahlâk genişliğiyle donanmış olmayı zorunlu kılar. Kaldı ki, Erdem Bayazıt, kendi dediğinin zıddına, yukarıda da benzer şeyler dedim, yazdıklarıyla göz ve gönül dolduran, düzeyli, kalburüstü şairlerimiz arasındadır. Örneğin, şu sarsıcı şiiri bunun bir göstergesidir:


“KAR ALTINDA HÜZÜN DENEMESİ
Dünyanın en uzun hüznü yağıyor,Yorgun ve yenilmiş insanlığımızın üstüne.Kar yağıyor ve sen gidiyorsun,Ağlar gibi yürüyerek gidiyorsun,Belki bulmağa gidiyorsun kaybettiğimiziO insan ve tabiat çağını.
Dön bana ve dinle!Kuşlar uçuşuyor içimde.
Loş bir keman solosu gibiKuşların uçuştuğunu içimde,Dön bana ve dinle.
Karanlık denizlerin dibinde,Birtakım incilerin olduğunuBirtakım incilere ve hatıralaraNeden bağlı olduğumuzu unutma.
Duy beni ve dinle!Denizler boğuşuyor içimde.
Unutma diyorum ama sen anla,Anlat bizim de yaşamak istediğimizi onlara...”

Bitirirken şunları yazmak da farz oldu: Şiir üzerine 40 küsur yıldır kafa patlatıyorum. Şiirlerim, şiir üstüne yazdığım yazılar/ yazıcıklar kimin umrundadır, kimin umrunda değildir, hiç önemsemiyorum. En başta kendimi sağaltmak ve hayata olan borcumu ödemek amacıyla yazıyorum.( Şiir insanı ne kadar sağaltır, sağaltabilir mi, o da apayrı bir mevzû, burada kalsın.)
Bünyamin Durali

Günlükler ve Dergiler

Dergilerde günlük yazanlar çoğaldı. Çoğaldı çoğalmasına da, tatsız-tuzsuz şeyler hepsi de. Oysa, günlük edebiyatın bir türüdür, okura edebî/ estetik bir lezzet vermelidir. Felsefeye yakın bir yanı da vardır günlüğün. Sorgulatır, kışkırtır, birkaç kıvılcımla koca bir düşünce/ duyarlık yangınını başlatır. Bakıyorum da “falanca biri geldi, oturduk, çay içtik, sohbet ettik”  ya da “feşmekân romancı son çıkan kitabını göndermiş, sevindim, kendisine teşekkür ettim” sığlığını aş(a)mayan, ıvır-zıvır, dostlar alışverişte görsün misâli, insana saç baş yolduran satırlar çoğuncası.
Nerde Andre Gide’nin bilgelik yüklü günlükleri? Salâh Birsel’in sözcükleri hallaç pamuğu gibi attıran, zekâ fışkıran günlükleri? Nurullah Ataç’ın dil şöleni günlükleri? Ya Muzaffer Buyrukçu’nunkiler?


İnsanlar, yazdıkları türde kendilerinden önce kimler ne yazmış, merak etmiyorlar hiç. Gelenekten yararlanmak diye bir dertleri yok. Gerici diye damgalanmaktan çekiniyorlar zâhir. Yalnızca günlük yazanlarda değil bu çekiniş, edebiyatın bütün kollarında var. Çekinmesinler, gelenekçilik, yâni geleneği putlaştırmak gericiliktir. Gelenekten (elbette onu aşmayı hedefleyerek) yaralanmaksa çağcıllıktır.

Yorumlar
* Bu e-posta internet sitesinde yayınlanmayacaktır.