Dergilerde günlük yazanlar çoğaldı. Çoğaldı çoğalmasına da, tatsız-tuzsuz şeyler hepsi de. Oysa, günlük edebiyatın bir türüdür, okura edebî/ estetik bir lezzet vermelidir. Felsefeye yakın bir yanı da vardır günlüğün. Sorgulatır, kışkırtır, birkaç kıvılcımla koca bir düşünce/ duyarlık yangınını başlatır.
Anadolu’dan bir gencin İstanbul’la tanışması “Çocuk ve İstanbul” şiirinde doğal olarak anlatılmış. İlk kez İstanbul’la tanışan genç birini şaşkınlığı, hayretleri, çaresizliği açık yüreklilikle dizelere dökülmüş. Çaresizliği en somut şu dizede görebiliyoruz: “İstanbul’da bir kuş vardı, kanatsız/ Daha çocuktum” Çocukça gözlemler şiire yansımış: “Fatih’te eski bir külliyenin kuytu köşelerinde/ Cumadan sonra sevaplar dağıtılırdı/ Açlar doymaz/ Kanlı 1 Mayıs yaşanmamıştı daha/ daha çocuktum”
Peki, Enver Karahan nasıl bir yazar? Kitaptaki öykülerden yola çıkarak Enver Karahan’ın, yaşadığı topluma ve hatta dünyaya karşı kendini sorumlu hisseden bir yazar olduğunu söyleyebiliriz. Doğal olarak eleştirel bir bakışı var. Yaşamı ve insanları sorguluyor. Zaman zaman, karakterlerin ağzından kendi kendisiyle konuştuğu da oluyor.
O.Henry’nin hikâyeleri rastlantısal dünyanın beklenmedik ama şakacı sonlarıyla nasıl tamamlanıyorsa, genç kuşak hikâyecimiz Ayşenur Tanrıverdi’ninkiler birer Alacakaranlık’ta bitiyor. Tanrıverdi’nin dili mükemmel, kurgusu tuhaf hikâyelerinde, 1985 ve sonrasında, Dünya TV’lerinde izleyicisine buruk ve ardında belirsizlik endişesini bırakan Alacakaranlık Kuşağı~Twilight Zone izlerine rast gelinir…
Öncelikle önemli bir tartışmanın karşıt iki ucu olarak görebileceğimiz Doğu ve Batı kavramlarının tarihsel bir ayrışmayla ilişkilendirilmesi gerektiğini görmemiz gerekir. Bu tarihsel ayrışma belki bir bilinç ayrışması ya da Batı'daki ekonomik düzenin belli bir sermaye gereksinmesi sonucu yüzyıllarca sömürge pazarları üzerinde konumlanmasından kaynaklanan bir tarihsel ayrışma olarak karşımıza çıkıyor, ancak elbette sonuçları aydın için değişen kimi kriterleri veya değer ölçülerini de yaratıyor.