*Doç. Dr. Cenker Atila Ahi Evran Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Arkeoloji Bölümü, Kırşehir
Yazarın üçüncü kitabı olan “Aşkın Durumları” Myrina Yayınları tarafından yayımlandı 2021). Kitapta yirmi sekiz yazı bulunmaktadır. Bu yazıları değerlendirmeye geçmeden önce, Roma İmparatoru Marcus Aurelius hakkında birkaç söz söylemek istiyorum.
MS 161-180 yılları arasında Roma İmparatoru olan Marcus Aurelius iyi bir devlet adamı, iyi bir komutan ve iyi bir insandı. Fakat bizi burada ilgilendiren onun edebi yönü ve bugün bile felsefenin başyapıtlarından sayılan “Ta Eis Heauton/Meditations/Kendime Düşünceler” adlı eseridir. Aynı zamanda Stoacı bir filozof olan Marcus Aurelius’un eseri on iki ana bölümden oluşur. Eserine “Büyükbabamdan lütufkâr mizacı ve öfkeden uzak durmayı öğrendim” diyerek başlar. Ardından, azla yetinmeyi, iftiradan uzak durmayı, cömertliği, basit yaşam sürmeyi, açık sözlü olmayı, dinlemeyi bilmeyi, ahlaki özgürlüğü, sabırlı olmayı, doğaya uygun yaşamayı, sabretmeyi, sevecen olmayı, adaleti, yardımseverliği, sevgiyi, hoşgörüyü, kıskançlık-ikiyüzlülük ve kurnazlıktan uzak durmayı, kimden nasıl öğrendiğini anlatır. “Doğaya uygun hiçbir şey kötü olmaz”, “azla yetinmeyi bilmek gerek”, “basit oyunlardan zevk almayı bilmeli” diyerek doğal yaşamayı, içinden geldiği gibi olmayı, özgür düşünceli olmayı vurgular. Aslında onun yüzlerce yıl önce vurguladığı konular, kimi zaman kabul edemesek de günümüzün başlıca sorunlardır; Özgürce yaşayamamak, doğaya ve doğala uygun olmamak, her şeye sahip olduğumuz halde hiçbir şeyle yetinmemek ve mutlu olmamak!
Sıklıkla ölüm olgusunu dile getirir. Geçmişte yaşamış imparatorların, filozofların, fakirlerin ya da zenginlerin günü geldiğinde öldüğüne vurgu yapar. Severek, sevilerek, hayata doyarak ve olması gerektiği gibi, hırslarımızdan uzak yaşamak gerektiğine değinir. Gelecek, hepimizin kaygısıdır. Çoğu insan bütün hayatını daha iyi bir gelecek için harcar, fakat gelecek geldiğinde yapacak hiçbir şeyi yoktur ya da insan geleceğini kurma sürecinde ölüp gitmiştir. Marcus Aurelius, gelecek kaygısı olan ve hırsla çalışan birçok kişinin bit ısırması, örümcek sokması ya da basit bir hastalıktan ölüp gittiğini (Epikthetos, Büyük İskender ve hatta kendisi bile) belirtir ve yine sade, doğal ve mutlu bir hayat kurmak için uğraşmak gerektiğine vurgu yapar.
İmparator kitabında, ölüm, yaşam, doğa, evren, sevgi, adalet, zenginlik, fakirlik, azla yetinme, insani değerler, basit yaşam, hırs gibi birçok konuya değinir. Bu konuları, sade, anlaşılır bir dille yazar. Öğreticidir. Sıklıkla geçmiş yaşamdaki kişilerin hayatlarından örneklemeler yapar. Yazım şekli, “aklından geçenler”,“kendi kendine sohbet”, “bir çocuğa öğüt” niteliğindedir. Fakat bunlar derin bir felsefi ve tarih bilgisi ile pekiştirilir. Yazdıklarında, “kalbindekini olduğu gibi yazma”ve “duygularının yoğunluğu” ön plandadır.
Umut Çetin’in kitabını okuduğumda, Marcus Aurelius’un “Kendime Düşünceler” kitabındaki etkiyi hissettim. Buradaki yazılar da edebi ve felsefi derinliğinin yanında, büyük bir içtenliği, doğallığı, sadeliği, “kalbindekini olduğu gibi yazmayı” ve “duygu yoğunluğunu” içeriyor. Buradaki yazıları edebi tür olarak sınıflandırmak da oldukça güç. Aslında yazılar doğrudan doğruya “Kendime Düşünceler” ve Jean Jaque Rousseau’nun “İtiraflar” eseri gibi kendine anlatılar/itiraflar biçiminde. Yazar, çocukluk ve gençlik yıllarını geçirdiği köy/kasaba yaşantısında, onda derin etkiler bırakan anıları, hisleri, duyguları, özlemleri, acıları, yoksunluğu, yalnızlığı, paylaşmayı, hüznü, kokuyu ve aşkı büyük bir içtenlikle dile getiriyor. Marcus Aurelius’un sıklıkla dile getirdiği, az ile yetinme, hırslardan uzak olma, doğaya uygunluk kitabın genelinde gözümüze çarpıyor. Yoksunlukla dolu köy yaşantısında, derede yaprak yarıştırmak, bir ağaç dalını at yapmak, çayırlara uzanmak, kuşların sesini dinlemek, ailece bir kaptan çorba içmek büyük zevkler ve anılar arasında.
“Doğaya uygun yaşamak” kitabın geneline egemen. Dört mevsim dışarıda olmak, doğanın bin bir rengi ve kokusu içinde olmak, sıcak, soğuk, yağmur, kar... hepsini yaşamak ve yaşamın bir parçası saymak, hepsinin güzelliğini ve anısını yaşamak...
Yoksunluk içinde köyde yaşayan çocuğun hayalleri de var elbet. “Yalnız ada” hayali. Çocuk, uyurken, çimenlerde uzanırken, yalnız kaldığında sürekli kendine ait bir “yalnız ada” hayali kuruyor. Fakat bu adada, villalar, arabalar, lüks bir yaşam yok. Çocuk, özgürlük istiyor, basit, temiz ve doğal bir yaşam istiyor. Bir de filmlerde gördüğü gibi dudağından öpebileceği bir sevgili...
Umut Çetin’in yazıları, kimi zaman “kral çıplak” diyen bir çocuğun naifliği, kimi zaman da bir Antik Çağ filozofunun sorularıyla karşılıyor bizi. Cevapsız sorular... Belki bildiğimiz, belki bilmediğimiz, belki bilmek ve cevaplandırmak istemediğimiz sorular. Kendiyle barışık, özgür, sade, zevkle okunacak “kendine düşünceler” niteliğinde. Yazılar, yüzümüzde kimi zaman küçük buruk bir gülümseme, kimi zaman hafif bir acı, kimi zaman derin bir düşünce uyandıracak biçimde içtenlikle yazılmış. Hepimizin dönmek isteği naif ve pastoral geçmişimizi hatırlatacak, özlemlerimizi uyandıracak gerçekliğe sahip. Kitabın başlığındaki aşk, sadece sevgiliye duyulan değil, anneye, toprağa, doğaya, özgürlüğe, paylaşmaya ve insana duyulan aşk. İlgiyle, merakla ve zevkle okunacağını düşündüğüm bir kitap.