*Bu metin yıllar öncesinde kaleme alınmış ve deprem felaketini yaşayan Hatay ve tüm depremzede kentlerimize ve kentlerin hafızasına adanarak yeniden yayımlanmıştır. Kentlerimizi hafızasına sadık kalarak yeniden inşa etmek düşüyle.
Antakya! Çiçekler, ağaçlar, çağlayanlar diyarı… Kuzeyinde, yıllardır uzak kaldığım kış aylarında hep mor, gizemli Amanosların dimdik durduğu Antakya!...Ve onların güneydoğusundaki yaşlı, gün görmüş Habib Naccar dağlarına sırtını dayarken, Asi ırmağını tutkuyla kucaklamış şirin, küçük ; ama canlı Antakya!...Türlü din ve soyların mozaiği, uygarlıklar kenti.
Yazın çekilmeyecek kadar sıcak değil Antakya, İskenderun, Adana, Mersin’e benzemez. Oysa daha güneydedir, daha da sıcak olacağı düşünülebilir.
Bu uzun mevsimde deli bir yel eser çünkü ; bu kenti serinletmek için çırpınır durur. Garbi yelidir bu yel. Çok gürültücüdür. Tozu dumana katar. Evlerin batıya bakan pencerelerini açık bırakmaya gelmez. Cam, çerçeve bırakmaz yoksa!
Köprü’de çılgınlığı büsbütün artar. Üstelik, bu mevsimde yatağında bir leş gibi serili Asi’nin-Ona kızmaya hakkımız yok; suyu verimli Amik ovasını sulamaktadır şimdi-ağır kokusunu yüklenmiş olarak, suratınıza bir şamar gibi iner. Serseme çevirir. Bu oranda serinletebilse ya, ne gezer!..Enseniz yine terler, ama soğuk soğuk. Süslü Antakya hanımlarının yapılı saçlarını acımasızca bozuverir. Kıvır kıvır ettiği saçlara tozu toprağı doldurur, alay edercesine.
Muziptir de bu deli yel. Sık sık el atar bayanların eteklerine.Bol eteklere düşkündür. En çok da Köprü üstünde ve herkesin gözü önünde..Boş bulunan bayanın eteğini başına geçiriverir. Erkeklerin zevkle açılan gözlerine anlık bir seyir sunar, muzırca.
Dulda bir yer bulana dek sinirleriniz gergindir. En yakın, sakin, şirin yer Belediye Parkı’dır. Köprüden kurtulunca sola sapın, dünyaca ünlü Antakya Müzesi’ni, palmiyeler arasındaki yemyeşil bahçeli Vali Konağı’nı yüzyıllık çınarların süslediği Doğumevini geçince sol yanda karşınıza çıkacaktır.
Bu sakin, serin parkta, soğuk içeceğiniz de gelmişse, deminki gerginlik yerini bir erince, bir dinginliğe bırakacaktır. (Ama daha serin bir yer, tozsuz bir hava arıyorsanız Harbiye’ye çıkmalısınız. Mitolojik adı olan Defne olan bu çağlayanlar, çınarlar ve defneler çukurunu gezip çıktıktan ve yerli ipek dokumaları da gördükten sonra bir restoranda soluğu alın artık. Hiçbir yerde bulamayacağınız meze zenginliği ve müessese ikramlarına kapılıp oburca yumulmayın bu lezzet şölenine. Yoksa etlere, sıcaklara yer kalmaz. Benden söylemesi.)
Eylül geldi mi, bu deli garbi yeli birden kesilir. Antakya durulur. Anadolu’da, “pastırma yazı”, burada, “biber sıcağı” dedikleri durgun, uslu sıcaklar başlar. Ama, geceler bunaltıcı değildir artık. O sinir bozucu terleme olmaz pek.
Göz alıcı kıpkırmızı biberler salkım saçak, dizi dizi, evlerin balkonlarını, pencerelerini süsler bu günlerde. (Biber, damak zevki gelişmiş Antakyalının yaşamında çok mu çok önemlidir.) O beş, yirmi gün sürer bu göz alıcı sergi. Derken, parlak kan kırmızılığını yavaş yavaş yitiren, buruşup kuruyan biberler unutulur, göze çarpmaz olur. Zamanla kimileri içeri alınacak, kimileri daha uzun bir süre yerinde öyle asılı duracaktır.
Hava kuru, ama yakıcıdır. Daha önce tozlu, gürültücü yelden yakınanlar, şimdi havanın duygunluğundan mızırdanır.
Birkaç hafta sonra güzün ilk yağmuru büyük bir şevkle iner.Bilinen o güzelim toprak kokusu yayılır havaya. Kendine gelmeye başlamış Asi nehri biraz daha canlanır bu yağışla. Kızıl bulanık akar birkaç gün. Kirlenen yatağını bir güzel yıkar.
Antakya o uzun yağmurlarını beklemektedir artık.