2 dakika okundu
Bir Sinema Şiir buluşması ‘Rüzgar Bizi Sürükleyecek’ – Erinç Büyükaşık

Avrupa sinemasının ve Amerikan sinemasının gişe değeri düşünüldüğünde bugün Montreal Film Festivali, Cannes gibi nice saygın festivalde haklı bir yer edinen İran sinemasının edindiği itibar çoğu sosyopolitik koşullara inat İranlı yönetmenlerin başarısı olarak görülebilir. Üstelik şiir, edebiyat ve estetiğin yabana atılamayacak dozda yerini bulduğu bu filmler şeriata rağmen metaforik anlatımın ustalığında karşımıza çıkmaktadır. 1900’lerden itibaren kaynağını kahvehane resimleri, meddahlık geleneği ve Şehname’den alarak yol alan bir sinema dili yasakların içinde seyirciye gizemli bir alt metin yolculuğu yapma olanağı da katar doğal olarak. Tudeh’ten İran Devrimi’ne kadar gelişen süreçte edebiyat ve özellikle şiir sinemanın itici gücü olurken Fehruzzad, Sepehri, Şamlu, Hayyam’ın dizeleri şiirin nesneleşmesine inat varoluşun metafiziğini ele alan bir dizi sinema yapıtı olarak bir dizi yönetmenin katkısıyla karşımıza çıkar.

Bu açıdan adını anmamız gereken Abbas Kiyarüstemi İran yeni dalgasının heyecan uyandıran yönetmeni olarak fotoğraf, sinema ve şiirin bileşeni bir sinema dilini İran coğrafyasına kazandırmıştır. Özellikle belirtmeliyiz ki Rüzgar Bizi Sürükleyecek filminde İranlı ozan Füruğ Fehruzzad’ın aynı adı taşıyan şiirinden hareketle yaşam-ölüm-kader ve doğa temaları üzerinden İran’ın Kürt coğrafyasına ulaşan yönetmen Fehruzzad’ın şiirlerinde temel izlek olarak çıkmaktadır.. Tüm siyasal baskı aygıtlarına karşın sinemada üretici olmayı kendi topraklarına yürekten bağlanmayla ilişkilendiren yönetmenin şu ifadeleri de bu düşünceyi desteklemektedir:

“Bir ağacı kök saldığı yerden ayırıp başka bir yere taşırsanız, ağaç meyve vermez olur. Verse de, kendi yerindeyken vereceği meyve kadar güzel olmaz. Bu, doğanın kanunudur. Bence, ülkemi terk etmiş olsaydım, aynen o ağaç gibi olurdum.”

Yönetmenin filmografisine baktığımızda Farabi Kurumu’nun vazgeçilmez bir beslenme kaynağı olduğu İran sinemasının başat konularının tüm filmlere egemen olduğunu da söylemek mümkündür.

‘Arkadaşımın Evi Nerede?’, ‘Ve Yaşam Sürüyor’, ‘Zeytin Ağaçları Altında’, ‘Ten-On’, ‘Kirazın Tadı’, 'Rüzgar Bizi Götürecek’ gibi filmlerinde yaşamın değeri, varoluş, yaşam ve ritüeller, şiir ve doğa bağlamın fotografik, metaforik bir anlatım diliyle sunulmuştur. Sinema İran’ın kapalı toplum modeline inat dünyaya açılan bir pencere görevini üstlenirken sözünü ettiğimiz bu metaforik öğe şiirle sinemanın uzlaşması olarak da düşünülebilir. ‘Rüzgar Bizi Götürecek’te dolambaçlı yolda köyün doktoruyla scooterla yapılan yolculukta yaşam ve evren sorgulaması Ömer Hayyam'ın dizeleriyle yansıtılır. Yol boyunca şu dizeler duyulacaktır bu dolambaçlı yolda.

‘Zahide hurilerle dolu cennet hoş gelir

Onun bana üzümün suyu daha hoş gelir

Onun cenneti veresiye benimki peşin

Ne var ki uzaktan davulun sesi hoş gelir.’

Filmdeki Kürt köyü Elburz dağlarını sırtını vermiş, tüm gelenek ve ritülleriyle yaşayan bir köydür. Kadınların çocuk doğurmak, ev işi yapmak, en fazla kahvecilik yapmak olanağı bulduğu köyün erkekleri yazın tarlalarda çalışır. Her şey doğanın içinde mühendis (Behraz Dorani)nin gözlerinden yansıyan çorak topraklar, kerpiç köy evleri, ölüm ritüellerini belgelemek için köye gelen aydının pragmatizmine dair eleştirel bakışla akarken fotografik öğeler Füruğ Fehruzzad'ın şiirleri ve Hayyam?ın beyitleriyle görünür kılınmıştır. Film başlangıçta ölümü bekleyiş törenselliğiyle akar, küçük çocuğunun ninesinin ölümünü bekleyen araştırmacılar(sadece mühendisin görünür kılındığı) için başlıbaşına bir belgesel nesnesidir. Furuğ’un dizeleri bu noktada bu katı gerçekçiliği kıran ve yaşamın daha fazla sorgulanır olduğu bir film atmosferi katacaktır. Filmdeki metafizik alan Sohrap Sepehri, Ömer Hayyam ve Fehruzzad’ın şiirleriyle yerini bulurken özellikle filme adını veren Fehruzzad’ın şiirinin köy atmosferinin enfes görüntüleriyle şiir başka bir boyut kazanır. Özellikle mühendisin süt almak için geldiği evin bodrumunda karanlıkta süt sağan ve yüzünü görmediğimiz kıza okuduğu dizeler İran toplumunun karanlık metaforuyla yansıtıldığını da göstermektedir.

"ve caddedeki o mutlu kalabalığı izleyebileceğim bir pencere

ne yazık, kısacık gecemde rüzgar yapraklarla buluşmak üzere

kısacık gecem harap edici ıstırapla dolu

dinle!

Duyuyor musun gölgelerin fısıltısını

yabancıyım ben bu mutluluğa.

alışkınım bu umutsuzluğa.

dinle!! 

Duyuyor musun gölgelerin fısıltısını? “

Fimdeki bu varoluşsal sorgulama doktorla mühendisin scooterla hasta ziyaretine giderken öte dünya kavramına dair yargılarında da yerini bulur. Hayyam’ın dizeleri akar doktorun dilinden:

“…öbür dünyanın güzel olduğunu söylüyorlar.

daha güzel olup olmadığınıkim dönüp geri, söylemiş ki?

diyorlar ki; hurili cennet güzeldir.

elinde olana sarıl, o boş vaadleri bırak

davulun bile sesi uzaktan güzeldir.”

Aynı zamanda sinemacı, senarist kimliğiyle de tanıdığımız Füruğ Fehruzzad’ın şiirlerinin yönetmen tarafından filme tüm bu metaforlar ve anlam kodları çerçevesinde yansıtıldığı görülmekle birlikte Füruğ’un yetiştiği muhafazakar toplum yapısı içinde doğmuş ve yaşamış olması, kadınların ikincil rollerine ozanın duyduğu tepkiyi şiirle seslendirmesi filmin dokusundaki taşradaki kadını anlatma çabasını da pekiştirmektedir. Filmdeki kadınlar adeta beklenen ritüellerin birer parçasıdır. Kaldığı köy evinin karşısındaki hamile kadının onuncu çocuğunu doğuracak olması, bir yandan ev işleriyle devam eden bu kadının çocuğunun doğumundan bir gün sonra çamaşır ve ev işleriyle uğraşırken filme yansıtılması Füruğ?un şiirlerinde kadın duyarlılığını yönetmenin yansıtma çabası sayılabilir. Bu açıdan Füruğ’un yaşam öyküsüne baktığımızda filmde yansıyan yaşam-ölüm sorgulaması kadar, yaftalar, günah, suç, İran’da kadın olmanın doğuştan yüklenmiş rolleri, yükleri ve açmazları fimdeki köylü kadınların anne ve ev işçisi rolleriyle yansımıştır. Süt sağan ve karanlıktan çıkmamayı yeğleyen genç kızın merakla mühendise Fehruzzad’ın kaça kadar okuduğunu sorması ve ardından mühendisin kıza şiir yazmayı öğütlemesi, filmde karanlığa gömülü köylü kıza Fehruzzad’ın yaşam öyküsüne gönderme yaparcasına bir çıkış umudu olarak algılanabilir.

Abbas Kiyarüstemi sinemasının başat konularından sayabileceğimiz ölüm, yaşam ikilemi tüm tinsel, şiirsel yönüyle kameradan seyirciye ulaşırken film karesinin sunduğu karenin ötesinde seyirciye ulaşan uzamın bu şiirsel atmosferle ilişkisi olduğu söylenebilir. Fimde kuyu kazıcısının göçükte kalması, tarlada çalışan köylüleri onu kurtarmak adına çağırması bir yandan ölüme dair ritüeli bekleyen mühendisin yaşama dair duyduğu bağlılığı da yansıtır izleyiciye. Köy doktorunun göçükteki adamı kurtarmasının ardı sıra öteki dünya ve bu dünya tartışmasını Hayyam?ın beyitleriyle yapmaları, dolambaçlı yoldan geçerken yaşamın dolambaçlı akışına yapılan göndermeler bu metaforik yoğunluğu film boyunca besleyecektir. Göçük altında kalan kazıcının bir anlamda ölümünü beklerken beraber geldiği diğer araştırmacılara mühendisin ulaşma uğraşı aynı ritüelin belgelenme isteğini yansıtır izleyiciye. Ölümün belgelenmesi filmdeki modern, Tahranlı aydının taşrayı anlamadığını veya anlamaya çalışırken bu modernin yüzleşmesiyle karşılaştığımızı da yansıtmaktadır. Filmin sonunda mühendisin arabasından matem ritüelindeki kadınların fotoğrafını çekmesi bir anlamda modern olanın taşraya yüklediği ‘öteki’yi de sunar.

Kendi ülkesinde birçok filmin gösterim olanağı bulamadığı Abbas Kiyarüstemi sinemanın evrensel diliyle İran toplumunu, taşrayı ve modern olanın taşra algısını tüm eleştirelliğiyle yansıtırken şiirin evrensel dilinden kopamaz sonuç olarak. Onun filmlerinde geniş ovaların, bozkırların da kendine özgü hem fotografik hem de şiirsel bir dili vardır. Bresson ve Tarkovski etkisindeki sinema diliyle İran'ın öyküsünü doğal oyunculuklar, doğayı bir resim gibi görme isteği ve şiiri sinemaya şiirselliğiyle uyarlama çabasıyla karşımıza çıkar usta yönetmen Abbas Kiyarüstemi.

“…Ey baştan ayağa yeşil olan sen

Ellerini, yakıcı hatıralar gibi benim aşık ellerime bırak

Ve dudaklarını, sıcak bir his gibi senden benim aşık

dudaklarımın okşayışlarına teslim et

Rüzgar bizi kendisiyle götürecek

Rüzgar bizi kendisiyle götürecek “