“Küresel salgın” ve “iklim değişimiyle küresel mücadele” gibi gündemler, küreselleşme sürecini çokuluslu ağlarının somutlaşan etkileriyle ve insanlığın ödemekte olduğu küresel bedel ile duyurmayı sürdürmektedir. Günümüz gelişmeleri, güdümlü teknolojinin dünyayı yeniden yapılandırmada daha kapsamlı biçimde belirleyici olacağını ve insanın tamamen teknolojinin kontrolü altına alınması sonucunda nesnel gerçeklikle bağın kopabileceğini göstermektedir. Küreselleşme sürecinde çokuluslu şirketlerin oynadığı önemli rol ile dünyadaki ekonomik ilişkilerin ve sistemin farklılaşmasına dayalı olarak yalnızca insanın yaşam alanı ve üretim biçimi değil, makineler ve sistemle bütünleştirilerek (entegre edilerek) kimliği, doğası ve değerleri değiştirilmektedir. Bilim-teknolojinin siyaset, endüstri ve ekonomiyle ilişkileri hızla kültürel değişimler yaratmaktadır. İnsanlığın manevi kültürüyle birlikte sanatsal birikimi gelecek kuşaklara gerçek deneyimler içinde aktarılamazsa kültürümüz gelecekte insansız, dilsiz ve güdümlü (siber) olacaktır! Bu bağlamda kültür, insanlık için bir karar sorunudur.
1970’lerde ekonomik kriz nedeniyle ABD’de başlatılan ve etkilerini SSCB’nin dağılmasıyla 1990’lardan sonra dünyada yoğun olarak hissettiğimiz “neoliberal politikalarla” küreselleşme ve teknolojik dönüşüm odaklı kalkınma süreçlerinin toplumsal değişime büyük etkisi olmuştur. Bilgisayar ve internet kullanımının yaygınlaşması, sermayenin serbest dolaşımıyla yeniden yapılandırmalar, çokuluslu şirketler eliyle değişen üretim biçimleri; göçlerle, kentleşmeyle, ekonomik krizlerle, çatışmalarla, savaşlarla iklim sürekli olarak değişmektedir. 1980’li yıllarda yaygınlaşmaya başlayan post-kuramlar ve küresel ağlarda “postmodernizm” ile öne çıkan yaklaşımların farklı kültürlerle birlikte çoğulculuğu gündeme getirdiği bilinmektedir. Bilişim teknolojileri alt yapısıyla sermaye ile birlikte küreselleşen kültür ise toplumsal hareketlerin ve direniş kimliği, proje kimliği gibi kimliklerin hızla yaygınlaşmasını sağladı. 1990’lı yıllardan günümüze dek bilişsel alt yapıya dayalı küreselleşme süreci üst yapıyı belirlemede önemli yol alırken, yeniden yapılanan dünya kapitalizmi içinde emek-sermaye-güç dengesi kapsamlı bir biçimde değişti. Bilgi teknolojilerinin kullanılmasıyla esnek üretime geçilirken yeni üretim organizasyonları üretim biçimlerinde, emek gücünün yapısında ve toplumsal yapıda önemli değişiklikler yarattı. Sanayi Devriminin yarattığı sınıfsal ayrışma belirsizleşti.
Bilişim teknolojilerinin kullanımının yaygınlaşmasıyla kitle iletişimi, göçler ve kentleşme gibi diğer süreçleri de içeren değişimler, kapitalizmin ağını genişleterek yayılmasıyla ilişkilidir ve “kapitalist modernleşme” terimiyle kavranabilmektedir. Tomlinson’a göre, kapitalizmin yeni bir aşamaya girmesine yol açan başlı değişiklikler, Bilişim Devrimi (Endüstri 3.0) ile sermayenin yoğun biçimde uluslararası duruma gelmesi ve siyasal güç olarak egemen (ulus) devletin aşılmasıdır (J. Tomlinson, Kültürel Emperyalizm, 1999, Ayrıntı Yayınları). Bilgi ve iletişim teknolojilerinin yaygın kullanımıyla günümüz dünyasının küresel ağlarda buluştuğu iklim, bilişim iklimidir. Bilişsel alt yapı, toplumsal ilişkiler sistemini ve örgütlenme biçimini belirleyerek yeni bir iklim yaratmıştır. Başka bir deyişle geride bıraktığımız otuz yıllık süreçte bilişim teknolojileri dünyadaki kültürel iklimi değiştirmiştir. Öte yandan kültürün öznesi olan insanın, endüstriyel devrimler olarak kodlanan süreçte hızla nesneleşmekte olduğu da görülmektedir. Küresel sistemin konumlandığı, egemen devletleri baskılayan, kültürü biçimlendiren, farklı nedenlerle bir biçimde gönderildiğimiz bilişim iklimi, post-endüstriyel kapitalist üretimin sunduğu bir yaşam alanı olmaktadır. Ağ toplumu ya da bilişim toplumu bilişsel alt yapı nedeniyle ortaya çıkmıştır. Castells’e göre ağ toplumu; küresel ölçekte sermayenin, kültürün, iş gücünün ve toplumların karşılıklı bağımlılık içerisine girmeleridir (M. Castells, Enformasyon Çağı /Ağ Toplumunun Yükselişi (Cilt 1), 2. Baskı, 2008, Bilgi Üniversitesi).
Yeni teknolojiler, yapılandırdığı yeni iletişim olanaklarının yanı sıra güdümlü (siber) fiziksel sistemleriyle bilişsel olanın içinde yapıntı bir dünyayı kurmaktadır. Günümüzde bilişim teknolojileri ile tüm yaşamsal mekanizmaları bir araya getirmeyi ve üretim ile tüketimi yeniden yapılandırmayı amaçlayan “Endüstri 4.0” ile yüzleşiyoruz. Endüstri 4.0 ile yeteneklerin bütününün makinelere kazandırılmasının olası duruma geldiği dile getirildi. Derken “toplum odaklı insansız teknolojiler” ile “Endüstri 5.0”ın da yola çıktığı görüldü. Anladık ki yapay zekâ işsiz kalmayacak, toplum için çalışacak! Sözgelimi; “Veri Dedektifi, Etik Kaynak Kullanımı Yetkilisi, Siber Kent Analisti” vb. olarak pek çok işte görevlendirilecek! İnsanın yaşantısı ise bir yandan sisteme veri sağlayarak, bir yandan yeni teknoloji tasarlayarak bir bilim-kurgu filminin içinde çevrimiçi sürecek. Önceki uygarlıklarda, mitolojilerden de yansıdığı üzere geliştirilen teknolojik araçların esin kaynağı genellikle insanın dışındaki doğal varlıklar iken günümüzde son aşamada geliştirilen araçların ve nesnelerin esin kaynağı insandır, insanın sinir sistemi ve beynidir. Gerçek; hücreler, matrisler, bellekler ve komut modelleri tarafından sonsuz sayıda işlemsel olarak yeniden üretilebilmektedir. Aslında gerçek bu değildir; çünkü, onu sarıp sarmalayan bir düşsellikten yoksundur. Bilişim kültürüyle sayısal bir temel üzerinde yansıtılan imgesel ya da sanal evren, insanın gerçek evren ile bağlarını giderek zayıflatmaktadır. Yaşantımızın yeni modelleme teknikleriyle gün geçtikçe bir benzetime (J. Baudrillard, Simulakrlar ve Simülasyon, Doğu Batı Yayınları, 5.Baskı, 2010, Ankara) dönüştürülmesi ardındaki tasarımların insanlık için nasıl bir gelecek yaratacağını geniş ölçekte zamanında anladığımız söylenemez. Yeni teknolojilerin geliştirilmesi için maddi olanak yaratan ve devletlerin izlediği politikalara bağlı olarak çokuluslu şirketler aracılığıyla teknoloji transferini sağlayan güçlerin; bir merkezden kontrol edilebilen bir sistemde insanı biçimlendirebilme, yönlendirebilme, kontrol edebilme ve geleceği hakkında karar verme olanağı yarattıklarını ise kısmen anlamaya başladık. Peki, günümüz insanı kendi geleceğini ne ölçüde yönlendirebilecektir?
Teknolojinin Sanayi Devriminden beri ekolojik dengeyi gözetmeden kullanılışı ve uluslararası sermaye hareketliliğiyle varılan yeni aşamada küresel sıcaklık artışıyla dile getirilen iklim değişikliği sorunuyla da yüzleşmeye başladık. Küresel sıcaklık artışının sanayileşme ile başladığı dile getirilmektedir. Atmosfere salınan sera gazlarının kontrolsüzce artması ve karbon içeren sera gazlarının karbon emisyonuna yol açmasının iklim değişikliğine neden olduğu, buzulların erimesinin ise deniz seviyesinin yükselmesine neden olacağı vurgulanmaktadır. Sanayileşme ile yüksek oranda tüketilen fosil yakıtlar, dolayısıyla ülkelerin enerji politikaları ve kalkınma stratejileri küresel sıcaklık artışında önemli rol oynamıştır. Kapitalizmi besleyen ve kapitalizmle beslenen tüketim olgusu, ormanların yıkımı ve yakımı, uluslararası ticaret ve ulaşım etkinliklerindeki artış ve atık maddeler dünyadaki doğal yaşamı tehdit eden olumsuz durumlara yol açmıştır. Paris Anlaşmasıyla “İklim Değişikliğiyle Mücadele” kapsamında yeşil politikalar doğrultusunda ortaklıklarla ve yenilenebilir enerji ile teknoloji geliştirilmesinin sürdürülmesi ve teknoloji transferi gündemdedir. İklim değişikliğiyle mücadele politikaları sürdürülebilir kalkınmanın ya da yeni endüstrilerin enerji kaynaklarının fosil yakıtlar yerine yenilenebilir enerji olması yönünde değişim öngörmektedir. Özetle, kapitalist küreselleşmenin iklim değişikliğini her açıdan hızlandırdığı söylenebilir ve sorunların ardında yönetim sistemleri vardır. Bütünleşmeye yönelmiş politika ve planlamalar ise sürdürülebilir kalkınma hedeflidir ve teknolojinin sürekli olarak geliştirilip aktarılmasına dayalıdır.
Dünyadaki yeniden yapılanmanın yalnızca enerji dönüşümü üzerinden değil, küresel ekonomik dönüşüm üzerinden tasarlandığı ve ekonominin bilgi yoğun sektörlere daha fazla bağımlı olması gerektiği anlamına da geliyor, bu durum. </span>Bütünleşme sürecinde yeni güç dengelerinin sürdürülebilir kalkınma ve karbon emisyonunun azaltılması hedeflerine yönelik olarak yeşil para, tahvil vb. ile kurulmasının planlandığı açıkça dile getirilmektedir. Yeni üretim ve tedarik modelleri, su kaynaklarının kullanımıyla ilgili yeni düzenlemeler, atık su yönetimi, karbon ayak izinin ölçülmesi vb. derken “dijital paranın” dünyanın yeniden yapılandırılması sürecinde özgürce dolaşımını sürdüreceği anlaşılıyor.
Dünyanın geleceğini tehdit eden iklim değişikliği karşısında ekolojik haklar da gündeme gelmektedir. Yeni süreçle birlikte yapılacak düzenlemelerin tüm varlıkların haklarının masaya yatırılmasını ve insan hak ve özgürlüklerinin yeniden ele alınmasını gerektireceği açıktır. Süreçteki ekolojik değişimler küresel kapitalist sistemin güdümleyişinden bağımsız iklim değişiklikleriymiş gibi nitelendirilerek “Antroposen” terimi de gündeme getirilmektedir.İnsani gelişmede ve insanlığın gezegene bıraktığı her tür izde, kapitalist modern sistemin küreselleşme üzerinden oynadığı rol göz ardı edilmektedir. Sömürgecilik, kapitalizm, ırkçılık ve ataerki gibi politikaların yarattığı çelişki ve karşıtlıklar gündeme getirilmeden insanlığın gezegene etkileri gündeme getirilmektedir. Bir yandan insanlığın yeni programlar dahilinde bilişim teknolojileri üzerinden sunduğu verilerin yapay zekâya ve robotik sistemlere yönlendirilmesi sağlanırken, bir yandan da insanın iklim değişikliğinin kaynağı oluşu, gezegene baskıları ve bıraktığı kötü izler vurgulanmaktadır. İnsanlık kültürünün sayısal teknolojiye indirgenmesiyle toplumların modernleşme sürecini tamamlayamadan kapitalist bir sistem içinde öğütülmek istendiği algısı oluşmaktadır.<span> Adil bir iklim için savaşımın zorunlu olduğu her geçen gün daha iyi anlaşılmaktadır. Peki bizler, insansız teknolojilerle ağ sisteminin egemenliği ve hak ihlalleriyle kültürümüze karşı yoğun baskılar karşısında irade koyup kültürel eylemciler olabilir miyiz?
Kendi kültürümüzü ve doğamızı korumak konusunda öz irade gösterebiliriz, kuşkusuz. Kaybolmakta olan kültürleri yaşatmak ise kolektif irade oluşturan süreçlerin başarısıyla olanaklıdır. İnsanlığın; benimsediği değerlerle yenilenebilir enerjisini, gizilgücünü, düşünme yeteneğini, yaratıcılığını işlevsel kılacağı bir iklime gereksinimi vardır. Bireylerin edindikleri kültürü baskı altında kalmadan ve üzerinde uzlaşılabilen evrensel değerlerle çevrelerine yansıtabilecekleri çoğulcu demokratik bir sistemde yaşamaya gereksinimleri vardır. Sürdürülebilir bir yaşam sürdürülebilir insanlık ile diyesi tüm hak ve özgürlüklere sahip çıkılmasıyla anlam kazanacaktır.
Değişen İklim Dönüşen İnsan" Artshop Yayınları, 2021