6 dakika okundu
Eğitimin Felsefî Geçmişi Ve Yansımaları/ Fatih OTO

İlkçağ felsefesinden başladığımızda önce felsefenin ortaya nasıl çıktığına bakmak iyi olacaktır. Mısır o dönemler Nil nehrinin getirdiği bereketle arazi ve yapı hesaplamalarına dayanan mühendislikte ve matematikte oldukça ileri bir durumdaydı…


İlkçağ felsefesinden başladığımızda önce felsefenin ortaya nasıl çıktığına bakmak iyi olacaktır. Mısır o dönemler Nil nehrinin getirdiği bereketle arazi ve yapı hesaplamalarına dayanan mühendislikte ve matematikte oldukça ileri bir durumdaydı. Kendini geliştirmek isteyen bilim tutkunu insanlar Mısır’a gidip oradan bir şeyler öğrenmeye çalışıyorlardı.

Thales de onlardan biriydi. Tabii Thales’in önemi geometriyi kuramsal bir bilim haline getirmesidir. Aynı zamanda uygulamalı bir pratiğe de dönüştürmüştür. Bu yaklaşım kuramla uygulama arasındaki görünmez bağı göstermiş kuramsal olanın aynı zamanda işlevselliğini de ortaya çıkarmıştır. Piramidin yüksekliğinin, denizdeki bir geminin uzaklığının karadan hesaplanması bunların arasındadır. Soyut görünen kuramlar yaşamın içerisinde sağlam bir karşılık bulmuş olurlar. Bu durumu bir bakıma Kepler’in, Galileo’nun kozmolojik, fiziksel olayları deney ve gözlem yoluyla kuramsallaştırmasına benzetebiliriz. Zaman, mekân ve boyut kavramları geometriyle yerine sağlam bir şekilde oturunca dünyayı anlama ve yorumlama açısından da yeni olanaklar açtı. Mitolojiye dayanan inanışlar yerini felsefi araştırmaya bıraktı. Felsefenin ortaya çıkışı da bu şekilde olmuştur.

Onlara sophos, doğa araştırmacısı deniyordu. İyonya okulu Thales’in öncülüğünde bu şekilde doğup büyüdü. Thales derslerini verirken insan felsefesi üzerine de yoğunlaşmıştır. “Kendini tanı,” sözünü ilk o söylemiştir. Bilgelik, yaşam sanatı yolunda ilerlemek için yapılması gerekenleri işlemeye çalışmıştır. Yaşam tarzında uyulması gereken şeyler, erdemlilik, ölçülülük okulun ilkeleri arasında yer alır. Anaksimenes ve Anaksimandros gibi önemli iki filozof da oradan yetişmiştir. Anaksimandros ilk evrim kuramını bulmuştur. Her üç filozofun arkhe, ana madde görüşü birbirinden farklı olmakla birlikte tamamlayıcı niteliktedir. Thales arkhe olarak suyu ele alır. Onun bu yaklaşımı suyun önemini ortaya çıkarmıştır. İnsan bedeni de büyük ölçüde sudan oluşuyor. Canlılığın ve evrimin sudan karaya doğru geliştiği düşüncesi ise Anaksimandros’ta oluştu. Bunu gözlem ve incelemeleriyle ortaya koydu. Arkhe olarak apeiron denilen sonsuzluğu ifade eden bir kavramı kullandı. Anaksimenes ise havayı ana madde olarak ele aldı. Tabii her görüş diğerine katkı yapmakta, yeni bir yol açmaktadır. Hakikat denilen şey bir çırpıda ortaya çıkmıyor. Sonra işin bir de bütünsel bir yanı var. Dünyanın evrendeki yerini, kozmosu tanımak da bunlarla bağlantılı bir yapı taşıyor.

Pisagor da Thales’in öğrencisi olmak istemiş ama onun tavsiyesi üzerine Mısır’a gitmiştir. Orası bir eğitim kurumu yerine geçmiş matematiğini geliştirmiştir. Aynı zamanda Mısır’ın rahiplerinden oranın mistik inanışlarını da öğrenmişti. Öğrendiği bu inanışları Batıya taşıyarak ezoterik bir anlayışı da ortaya çıkarmıştır.

Mısır’daki inanışta ruhun bedene tekrar döneceği düşüncesi hâkim olduğu için mumyalama teknikleri gelişmiştir. İyonya okulunda ise ruh ve beden birliği kabul edilir. Orphik inanışta da ruh ve beden düalizmi vardır ve Pisagor Mısır’daki inanışa paralel olan bu özelliği benimseyerek ekolünde uygulamıştır.

Memleketi Samos’a döndüğü zaman Pisagor’un Yarım Dairesi Okulunu açmak ister. Daha sonra çeşitli baskılar nedeniyle okulu Kroton’da açmış oradaki aydın çevreler tarafından büyük ilgi görmüştür. Kadın katılımcıların da olduğu söylenir. Samos’ta ilk başlarda öğrenci bulmakta sıkıntı çeker. Geometriye odaklanacak kimse çıkmaz. Anlatılanlara göre gimnazyumda spor karşılaşmalarını izlerken atletik yapılı genç bir öğrenci görür. Neyin nesi olduğunu soruşturduğunda yoksul biri olduğunu öğrenir. Ona ders verebileceğini söyler. Genç buna hevesli olmadığı gibi parası da yoktur. Pisagor ona kendisinin para ödeyeceğini söyleyince kabul eder. Her geometri şekli üzerine ders karşılığı ona bir miktar para verir. Genç zaman geçtikçe öğrendiklerinden hoşnut kalır, aldığı paradan ziyade bu derslere merak salar. Pisagor onda artan bu merakı gördükten sonra artık ona ders veremeyeceğini söyler. Yapması gereken işler vardır. Genç para istemediğini derslere devam etmeyi arzuladığını söylese de Pisagor ona durumu tam anlamadığı karşılığını verir. Benim param kalmadı, geçinmek için başka işler yapmaya zaman ayırmam gerekir, der. Öğrenci de o zaman ben size öderim, derslere devam edelim, der. Bu anekdot Sokrates’in sözünü hatırlatıyor; eğitim boş kabı doldurmak değil, kıvılcımla ateş yakmaktır. Onda öğrenme isteğini, merakını uyandırmış olması en büyük başarıdır zaten.

Matematik öğrenmeye yatkın öğrencileri sınavla almasına karşın okul, dinleyici olarak herkese açıktır. Okul yalnız matematik öğrenimine dayanmaz. Orada ezoterik bir yaşam anlayışı da işlenmektedir. Yalnız bilgi değil bu eğitimleri kazanmak da okulun kuralları arasındadır. Orphik inançla bağlantılı anlayışlar ezoterik olarak okulun bünyesinde bulunur. Sayılar evrenin kurucu ögesi kabul edildiğinden onlara çeşitli özellikler yüklenmiştir. Belki de bu yolla matematiğe olan ilgi ve öğrenmeye heves de artmaktadır. Yoksa tek başına matematik öğrenimi herkes için çekici olmayacaktır.

Sophos’tan philosphos’a geçişte Pisagor’un rolü vardır. O dönemde filozof terimi yerine sophos kullanılıyordu. Pisagor bilgeliğin, araştırmacılığın aşk, sevgi işi olduğunu görerek bilgi anlamına gelen sophos sözcüğünün başına sevgi, aşk anlamına gelen philo sözcüğünü getirerek felsefe terimini ortaya çıkarmıştır. Kendisinin genç yaşlardan itibaren bilgiyi öğrenmek için yaptığı seyahatlerle uzun yıllar Mısır’da, esir olarak Babil’de kalması, zorlu bir hayat geçirmesi ve tecrübelerle geri dönmesi onda bu düşünceyi uyandırmış olmalıydı. Felsefenin yalnız bilgi işi değil teorikos bios olduğunu söyler ki Thales’te de görülen yaşam sanatı, ustalığı Pisagor’da da teori ve pratik bütünlüğü şeklinde kendini gösterir. Ekol ya da okul sözcüğünü de ilk kez Pisagorasçılar kullanmıştır.

Müzik bilimde nota sistemini, ölçü-ses ilişkisini bulmuştur. Orfizmin kurucusu Orpheus da şarkı söyler. Müziğin ölçü ve düzene dayalı özelliği olduğundan sayıların sese dökülmüş hali olarak görülür. Müzik aynı zamanda hastalıkların iyileştirici gücüdür. Okulda beden eğitimiyle beraber ruhsal eğitim de verilmektedir. Eğitimin ilkeleri arasında zenginlik ve ünden etkilenmeme, hak edene saygı gösterilmesi gibi anlayışlar bulunur. Öğrencilere zihinlerini çalıştıran çeşitli sorular verilir. Örneğin bunların arasında en üstün şey nedir, en güzel olan nedir, en güçlü olan şey nedir, gibi sorular bulunur. Bu tip sorular mantıksal karşılığı olan ancak yaşam sanatıyla örtüşecek şeylerdir. Bir de uyulması istenen mecazi anlamda ilkeler vardır. Örneğin yükü kaldırana değil, indirene yardım et, terazinin üstüne basma, yüreğini kemirme türünden ilkelerdir.

Filozofun adalet kupasının da alegorik bir özelliği vardır. Fazlasıyla doldurulan sıvı kupanın altındaki delikten boşalır. Adalette ölçü ve sınırlılıklara işaret eden bu durum bardağı taşıranlara gönderme olarak anlaşılabilir.


Sonraki yüzyılda ortaya çıkan Sofistler öğretmendi ama onların felsefeyle ilgisi diğer filozoflar tarafından onaylanmıyordu. Değişen toplumsal yapıda ortaya çıkan bilgi ihtiyacını karşılamayı ücretli öğretmenler olarak sofistler üstlenmişti. Filozof anlayışına uymayan bu tutum onaylanmasa da getirdikleri kavram ve anlayışlarla yeni bir ekolün ortaya çıkmasına yol açmışlardı. Bunlar belli başlı olarak görecelik, fenomenalizm ve duyumculuktur. Siyaset, hukuk üzerine saptamalarda bulundular. İnsan eliyle yapılan pozitif hukuk onu yapan kesimin çıkarlarına hizmet edecek şekilde oluşturulur tezini ileri sürdüler. O nedenle bu tür yasalar adil, ölçülü olmayabilecekti. Değiştirilebilir özelliğe sahipti. Doğal hukuk ise değiştirilemeyen, adalet ve şartlarda herkese eşit mesafede olan hukuktu. İnsan hakları bununla ilgili olmaktadır. Uluslararası ilişkilere kadar uzanır.

Sofistler kendi aralarında farklı düşünüyordu. Kimileri insanlar arasında doğal eşitliğin olduğunu ve bu eşitliği yasaların bozduğunu söylerken bazıları da güçlü olanların zayıfı yönetmesi gerektiği üzerinde duruyordu. Görecelik her insanda farklı anlayışları getirdiğinden barış içinde yaşamak için erdemlere sahip olunması gerektiği gösterilir. Protagoras işbirliğine dayanan demokratik yönetimin ilkelerini ortaya koyan sofistlerdendir.

İnsanların eşitliğinin ancak doğa yasasının tanınmasıyla mümkün olabileceğini ileri sürerler. Bunlar doğal haklar olup yaşama, barınma, ihtiyaçların karşılanması gibi temel hakları kapsar. O zaman gelişen bu görüşler bir bakıma modern dönemin yurttaşlık ve insan haklarıyla paralellik gösterir niteliktedir. Sofistler buradan hareketle insanın evrenselliği anlayışına varırlar. Yani böyle düşünülür ve uygulanırsa insanlar barış içinde yaşayabilir. Ama bunu yasa yapıcı bir takım çıkar odakları bozmakta, tersine çevirmektedir.

Sofistlerin getirdiği bu görüşler savaşlarla sınırları açılan şehir devletlerinde yeni meslek, iş alanlarıyla ortaya çıkan sınıfların çıkar ve anlayışlarına yönelikti. Aristoteles sofistleri filozoftan saymaz. Oysa içlerinde önemli görüşler getirenler olmuştur. Aristo bir sistem filozofu olduğu halde kölelik düzenini meşru görmekteydi.

Sokrates dağılan toplum düzeninde çöken ahlakın ortaya çıkardığı sorunlar karşısında sofistlerin getirdiği bilginin göreceliğine karşın evrensel kavram ve bilgilerin olduğu görüşünü işledi. Ancak bunu Platon gibi yapmadı. Tümevarımcı bir yöntemle üst bilginin doğrulanmasına ulaştı. Kötülüğün, yanlışa düşmenin nedenini bilgi noksanlığında aradı. Hiç kimse işin doğrusunu bilerek yanlış, kötü olan şeyler yapmazdı. Yapıyorsa bu ondaki bilgi hatasından, noksanlığından ileri gelmektedir. Aslında herkesin elindekilerle yararlanabileceği bilgiye sahip olduğunu ama bunun yöntemini bilmediğini savunarak diyalektik diyalog yöntemini uyguladı. Felsefesini konuşarak yürütmesi onun her kesimden insana daha etkili olarak ulaşmasının yolunu açıyordu. Çarşıda, sokakta, her yerde felsefeyi tartışılabilir, konuşulur bir hale getirmekteydi. İnsan doğru düşünmesini bildiği zaman yanlışa ve kötüye düşmeyecekti. Her insanda doğru düşünmesine yetecek kadar bir bilginin olduğunu ama bunu göremediği, bulup çıkaramadığı için yanlış sonuçlara gittiğini anlatmak ister. Hatta zihni bilgiyle dolu olmuş olsa da doğru olanı seçip çıkartamıyorsa yine hataya düşer. Reflektif bir düşünme yöntemi üzerinde durmaktadır. Tümevarımcı bir yöntemle parçaların her biri incelenip aradaki çelişkili taraflar bulunup daha tümel olan doğru sonuca gidilir. Ahlaki yargılar, erdemler tümel ya da yasal dayanaklardır. Onlara aşağıdan yukarı diyalektikle ulaşılır.

Sofistlerin bilginin göreceliği tezine karşılık değişmeyen tümel bilginin varlığını kabul eder. Bu durumda göreli olmayan bilgilerin varlığı söz konusudur. Onları bulabilmenin yolu da uyguladığı yöntemdir. Sorgulanmamış hayat yaşanmaya değmez, derken zihinde yapılan bir araştırmanın gerekliliğine işaret eder. Kendini bil, sözü de reflektif düşünmeye giden bir yoldur. İnsanın kendini bilmesi için yalnız ne durumda olduğunu değil onların da ne olduğunu bilmesi gerekir. Yani sorgulamayı da beraberinde getirir. İçe dönük bir refleksiyon fenomenal düşünmeyi de aşarak insanı kendi gerçeğiyle yüz yüze bırakacaktır. Kendini tanıması dışrak durumu daha iyi görmesini sağlar. Kendini bulmak için kendin için düşün, derken sofistlerin ileri sürdüğü dışsal algıyla (fenomenal) değil refleksiyonla düşünmesi gösterilir. Bir şeyleri değiştirmek isteyen önce kendinden başlamalı, sözü kendini bil, sözünün devamı gibidir. İnsan dışarıdaki iyi ve kötünün ne olduğunu anlamaya çalışmadan önce kendindeki iyi ve kötünün ne olduğunu anlamaya bakmalıdır. Bir kimse hırsızlık yapıp hırsızları eleştiriyorsa bu bir işe yaramaz. Filozofun felsefi eğitiminde insanları erdemliliğe sevk ettiğini, bu yolda ilerleyebilmek için kendi yanlışlarını ayıklamayı öğrenmesini gösterir. Kimseye bir şey öğretmeye çalışmıyorum, derken de onun bu yaklaşımı imlediğini anlıyoruz. Kişinin kendi farkındalığına varmasını istemektedir. Aslında o bir kıvılcım yakıyor, düşünmeyi sağlıyor. Hayattan uzaklaştığımız ölçüde gerçeğe yaklaşırız, derken sorunlu bir hayatın seline kapılan, kendini kaybeden biri olmak yerine onun dışında kalmanın insanı duru düşünmeye götüreceğini anlayabiliriz. Her spot sözün birbiriyle bağlantılı bir ilişkisi olduğunu anlıyoruz.

Sokrates’in yöntemi bugün dünyada çocukların felsefi eğitiminde kullanılmaktadır. Filozof insanlardan fazladan bir bilgi istemez. Analiz etmeleri yetecektir. Burada düşünmek, tartmak ve bulmak edimi vardır.

Aristoteles Platon’un düalizmiyle gelen sorunları aşarak sosyal hayatın gelişimine uygun düşünceler ortaya koymuştur. Platon şiir ve müzik dışındaki sanatlara olumsuz bakış açısıyla yaklaşır. Hatta sanatın, tragedyanın, tiyatronun zararları olduğunu bile düşünür. Sanatı taklit olarak bir basitliğe indirger. Aristoteles ise bu anlayışı tam tersine çevirir. Örneğin eğitimde taklit çocukların gelişimi açısından yararlıdır. Üstelik her sanat eseri basit bir taklit değildir. Ayrıca sanat ruhsal arındırma sağlar. İslam toplumlarında sanata karşı yasaklayıcı tutumların görülmesinde Platoncu bir etkinin olduğu düşünülebilir. İslam’da müzik ve şiir kullanılırken diğer sanat dallarına uzak durulmuştur. İslam coğrafyasında Aristoteles ve Platon’un etkisi vardır. Ancak ikisinde de farklı yönler bulunmaktadır. Buradan da anlaşılacağı gibi İslam düşünürlerinde, dini uygulamalarda Aristocu ya da Platoncu etkiler bulunur. Müzik ve şiir çoktanrıcı dinlerden tek tanrıcı dinlere kadar kendine bir yer bulmaktaydı. Putperestlik denilen şey de aslında onun arkasında bulunduğu düşünülen hayali bir güce inanmaktır. Çoktanrılı dinlerdeki tapınışlarda ilahiler, şiirler okunurdu. Platon’da böyle bir mistisizm gelişmiştir. Tiyatroyu da mimetik olarak niteler ve sakıncalı bulur.

Aristo ise her sanatın eğitimdeki yerine ve önemine değinir, Platon’la yollarını burada ayırır. Öğrencinin eğitim sürecindeki yorgunluğunu kaldırmak için müzik eğitiminin gereğini imler. Öğrencilerin boş zamanlarında dinlenmelerini sağlayacaktır. Müzikteki usuller kâh coşkulu kâh sakinleştirici bir etki yaratır. Aristo’nun Pisagor’dan gelen müzik kültürü konusunda birçok şey öğrendiğini düşünebiliriz. Kendisi de her konuda olduğu gibi bu konuda da ayrıntılı incelemeler yapıp sonuçlar çıkarmıştır. Müziği de türlerine göre ayırıp sınıflandırmıştır. Müziği karakterin yansımasına benzetir. Kimisi coşkulu, kimisi sakindir. Aynı zamanda insan ruhu üzerinde etkide bulunarak onun duygu ve karakterini değiştirebilir. Gençleri estetik bir duyum kazandırarak zararlı yollara sapmaktan kurtaracaktır. Ancak bazı müzik türlerinin zarar verici olduğuna işaret ederek eğitimde hangi müzik türlerinin ve aletlerinin kullanılması gerektiğini belirtir. Mesela flütün eğitimde kullanılmasını uygun bulmaz. Bunun nedeni de aşırıya kaçan bir heyecan uyandırması ve insan sesini engellemesidir. Mitostaki yeri konusunda da Athena’nın onu attığını, yüzü çirkinleştirdiğini, ruha iyi gelmediğini ekler. Asya kökenli, haz uyandırıcı bazı müzik aletleri için de uygun olmadığı yönünde görüşler ileri sürer. Profesyonel müzik aletlerinin eğitimde kullanılmaması gerektiğini söyler. Onlar karakteri ve yönelimi başka taraflara çekebilecektir. Onların dinleyicisini kaba olarak nitelendirir. Düşük karakterlilik müzikte de kendini göstermektedir. Dinleyici ya da izleyicileri avam takımı olanlarla, özgür ve eğitimli olanlar şeklinde ikiye ayırır. Avam takımı için de onları rahatlatacak bu türden müziklerin olması gerektiğinin altını çizer. O müziklerdeki sesler onların ruhuna hitap eder. Sokrates’in Frigya türü müziği kabul etmesini eleştirmektedir. Oysa Dor müziği ahlaki bir karakteri yansıtmaktadır. Frigya müziğini flütte getirdiği eleştirel taraflara benzetir. Heyecan verici, duygusal olduğundan uygun bulmaz. Onun bu tespitleri aslında zamanımızın eğitim sistemine de yansımıştır diyebiliriz. Okullarda belirli müzik aletleri ve dengeli müzik parçaları kullanılır. Arabesk müzik herhalde Aristo’nun avam dediği sınıfa girecektir. Popüler müziği de bu açıdan değerlendireceğini düşünebiliriz. Zamanımızdaki okullarda uyarlanmış Batı modelli mandolin aleti öğretilirdi. Ben de bu aletle müziğe başlamıştım. Bir gün evimize gelen misafir mandolini bağlama tarzında çalınca mıhlanıp kalmıştım. Çünkü ortaya çıkan sesler daha önce hiç duymadığım son derece renkli, zengin çağrışımlar yapan bir müzikti. Aslında o kişi mandolin çalmasını bilmiyor ama bağlama tarzında çalıyordu. Bu açıdan bakıldığında ruh dünyasını zenginleştirecek bu aletlerin ve müziğin de eğitimde bir yerinin olmasını önemsiyorum. Tabii uyuşturucu ya da fazla ajite edici müziklerin eğitimde yer almaması gerektiği de önemli bir noktadır. Bizdeki eski orta eğitim döneminde verilen müzik dersinden hatırladığım onun bilgi ölçümü olarak uygulandığıydı. Yazılı sınav yapılır, soruları bilen müzik dersinden başarılı, bilemeyen, bir müzik aleti çalma yeteneği de olsa başarısız sayılırdı. Aristo bu uygulamayı görse kabul edilemez olarak değerlendirirdi. Çünkü müzik bilgi ölçümü olarak değil öğrencilerin dinlenmesi, duygularının arınması olarak değerlendirilmiştir. Mesleki olarak uygulanması daha çok yeteneğe dayanır.

Aristo’nun eğitimle ilgili görüşleri zamanımıza kadar uzanan bir etki yapmıştır. Sanatın eğitimdeki önemi üzerinde durmuştur. Genellikle bütün ilkçağ filozoflarında insanın amacı mutluluk olarak belirlenmişti. Mutluluk en yüksek iyidir ama ona ulaşabilmek bazı şeylere sahip olabilmeyi gerektirir. O da maddiyata değil erdemlilik değerlerine, akla ve bilgiye sahip olmaktan geçer. Doğal amaçları sağlamak, entelektüel edim mutluluğun anahtarını verecektir. Zanaat, meslek sahibi olmak entelektüalizmden ayrı bir şeydir. Amacı kendine yönelik olan şeyler tam ve en üstün iyiler olarak değerlendirilir. Bir meslek, zanaat sahibi olmak amacı başkasına yönelik şeyler olduğu için tamlık taşımaz. Yani bir yarar ve çıkar amacıyla yapılan şeyler pratik bir faaliyet olup erdemlilikle bağlantılı değildir. Entelektüalizm amacı kendine dönük olarak yapıldığı için en yüksek iyidir. Aristo erdemli olmayı en önce politikacılardan bekler. Çünkü onlar toplumsal programı yapıp yürüten kimselerdir. Onlar erdemsiz olursa toplumsal düzen, eğitim her şey bozulur. Bu nedenle öncelikle politikacıların erdemli olması beklenir. Erdemliliğe sahip olmak da eğitimden geçer. Çocuklar küçük yaşlardan itibaren karakter kazanır, erdemli olmayı öğrenir. Çocuklar erdemli olmayı zihinleri tam gelişmediği için ancak davranış ve taklit yoluyla öğreneceklerdir. Bugünkü eğitim sisteminde buna rol model de denmektedir. Çocuklar bilgiden ziyade gördüklerinden, davranış ve tutumlardan daha çok etkilenmektedirler. Çocuklara bu türden bir eğitim verilmediği zaman ilerde erdemsiz insanlar olarak çevrelerine zarar verici bireyler olma durumu ortaya çıkacaktır. Pratik akılla kuramsal aklın birbirleri üzerinde belirleyiciliği bulunmaktadır.

Eğitimin önemi üzerinde dururken boş zamanları değerlendirmeye olan katkısına işaret eder. Eski Mısır’da matematiğin ileri seviyelerde olması rahiplerin boş zamanlarını matematikle değerlendirmesine bağlıdır. Birçok buluş, eser boş zamanların ürünü olarak ortaya çıkmıştır. Felsefe gibi akılsal düşünmeyi gerektiren bir edim de filozofların kendilerine ayırdıkları zamanlarda gerçekleşir. Tinsel faaliyetlerin başka amaca yönelik arayışından uzak faaliyeti onları en yüksek iyi, tamlık durumuna getirirken erdemli bir durumu da yansıtmaktadır. Bir çalışma hayatının temposu içinde yıllarını geçirenler emekli olduktan sonra birden önlerine çıkan boş zamanlarda ne yapacaklarını bilmez bir halde bunalıma girerler. Yine yoğun bir iş temposuyla çalışan işadamları nerdeyse kendilerine hiç boş zaman bırakmazlar, sonunda onlar da bunalıma düşer mutsuz olurlar. Elde ettikleri kazanç ne kadar büyük olsa da bunalım ve mutsuzluklarını gidermeye yetmez.

Amacı kendinde olan ise başkasının işine yarayacak bir şeyi ortaya koymaya çalışan zanaatkârlık, teknik işler gibi olmayıp felsefe, bilim, sanat alanlarına dönük olarak verilen bir uğraştır. Buluşlar, ortaya konan eserler ya da iyi bir yaşam sanatı bu şekilde ortaya çıkar. Günümüzdeki eğitim öğrencilere böyle bir erek ve motivasyon kazandırıyor mu? Kazandırmıyorsa o eğitim eksik bir eğitim olup görevini tam yerine getirmiyor demektir. Hele günümüzün sınavlara odaklı eğitim sistemi gittikçe ticarileşen bir hal almış olup eğitimin rolünden uzaklaşmıştır. Çocuklar, gençler ezberi bilgi yükü altında tutulurken maddi sorunlar da yük olarak gelmektedir. Kendilerine boş zaman kültürü yaratan toplumlardan iyi buluşlar, fikirsel gelişmeler çıkacak, diğerleri ise onların arkasından gitmekte bile zorlanacaktır.

Aristo eğitimin parasız olmasını savunur. Eğitim bireyin ve toplumun kalkınma, gelişme dinamiklerini hazırlayan bir uygulamadır. Sonuçta iyi bireylerin yetişmesi topluma geri dönen, onu geliştiren bir şeydir.


Aristoteles erdemler ya da değerler analizini çıkararak derecelendirmede bulunmuştur. Burada takınılması gereken tutum orta yoldur. Her zaman orta yolu bulmak mümkün olmadığı için de ehveni şer olanın seçilmesi tavsiye edilir. Örneğin korkuda eksik durum korkaklık, aşırılık pervasızlıkken erdemli orta yol cesaretli olmaktır. Samimiyette aşırılık övüngenlik, eksikliği kurnazlıkken erdemli orta yol açık sözlülüktür. Bunun gibi diğer para harcama, onur, ar, kıskançlık, aktüel hoşluk, eğlendirici hoşluk erdemleri de bu ölçütlerle sınıflandırılır. Bunlar bir karakter eğitimini de kapsar.

Ahlaken ve karakter olarak zayıf kimselere teorinin bir faydası olmayacaktır. Çünkü tutarsız olur ve yanlış şeyler yaparlar. O zaman siyasetçilerde bunun önemi daha fazla ortaya çıkıyor. Çünkü siyasetçinin yaptığı işler her kesimi, bütün toplumu etkilemektedir.

Mutluluk ve iyi bir şey çıkar olarak değil doğrudan kendisi için istenir. Mutluluk en üstte yer alan bir konumdadır. Mutluluk ilkçağ felsefesinde aklı, bilgiyi, erdemi içinde barındıran bir konumda anlaşılır. Daha altta kalan şeyler bir araca dönük olarak yapılanlardır. Modern dönemde mutluluk kavramından uzaklaşılmıştır. Hatta Kant mutluluğun bir hayal ürünü olduğunu söyler. Böyle değilse de doğasal gereksinimlere yönelik bir şey olarak bakılmıştır. Modern dönemlerde yaşam tarzı ve anlayışlar gittikçe farklılaştığı, yozlaşmaya gittiği için felsefe ekollerinde de farklı yaklaşımlar ortaya çıkmıştır. Pragmatizm, yararcılık, ereksellik, etik bunların arasındadır ama hiçbirinin içinde mutluluk ve ona bağlı kavramlar yoktur. Kurumlaşmış kitaplı dinler, yozlaşmış siyaset, kapitalist düzen insanların elinden mutluluk kavramını alarak akıldan, bilgiden, erdemden boşaltılmış bir pratik vermiştir. Kant’ın ödev etiği insanın iradesinden doğan bir isteme bağlanmıştır ama orada geçmişteki felsefenin mutluluk, bilgi, akıl, erdem gibi bileşkeleri yoktur. En üstün iyi olarak maksim denilen evrensel bir yasa geçerlidir; olması beklenen ahlaki davranım ve tutumlarla ilgilidir. Kant’ta ödev, Aristocu bir deyişle kendi amacına dönük olarak yapılması gereken bir şey olarak belirlenirken ödeve uydurulmuş eylem ahlaki bir tutum sayılmaz.


Bilgiyi, aklı, değerleri sistem kendisi üstlenir ve belirler, verdiği kadarıyla yurttaşlar onunla yetinir. Dolayısıyla daha çok tüketimin bir aracı haline gelir. Öğrenciler meslek seçerken mesleğin tinsel değerlerine değil maddi koşullarına bakarlar. Meslek hayatı da bu yönde geliştiği zaman eğitim farklı bir yöne kaymış olur.

Aristoteles’in insanı siyasî bir varlık ya da hayvan olarak nitelemesinin altında yatan neden insanın etkinliklerinin sitedeki siyasi yapının içinde bulunmasıdır. İyinin, erdemin tek başına bilinmesini değil etkinlik olarak ugulanmasını önemser. Aristocu bilimsel yöntem özellikle doğa bilimlerinde Rönesans’tan itibaren değişmiş deney ve gözleme, matematiğin dayanaklarına, tümevarımcılığın da kullanılmasına evrilmişti. Tabii gelişmeler yalnız bilimsel yöntemde değil siyaset, toplum, devlet anlayışlarında da yaşanmıştı. Eğitimde de Rousseau’dan Hume’a, Kant’tan Schiller’e görüş ve eserler ortaya konmuştur.