M.Bahadırhan Dinçaslan'ın bir yazısını okurken Edgar Allan Poe'nun “Alone" adlı şiirinin 'Bir Başına' başlıklı bir çevirisini 'Hasbihal V: Poe'nun Dünyası' adlı yazısında gördüm. Yazar, bizzat çevirmişti ve yazısı için yeterliydi. Burada şiirden söz ederken onun altta akan metnine dikkat çekiyordu; Descartes'ın Şeytanı. Rasyonalizm’in babası Descartes, hayalî bir şeytan vücuda getirir. Ardından da bizden şöyle düşünmemizi ister; eğer bu şeytan bizim zihnimiz, algımız üzerinde güç sahibiyse o zaman etrafımızdaki her şeyden ve herkesten emin olamayız. Kokladığımız hava, içtiğimiz su, yediğimiz yemek ve etrafımızda deneyimlediğimiz her şey bu Şeytan’ın kandırmacaları olabilir. Bu yüzden kimseden ve hiçbir şeyden emin olamazken bir başınasınız der. Dinçaslan bu varsayıma şunu da ekliyor; “Descartes’ın şeytanını bir kere düşündüğünüzde, Allah'ı inkâr edebilirsiniz, ama bu şeytanı asla.” Bu varsayım üzerine elbette düşüncelerim var ama buna daha sonra geleceğim. Çünkü yazımın ana fikirlerini oluşturacak temel felsefik konuların ansiklopedik bilgilerini arka arkaya sıralamak niyetindeyim.
Dünyada dinler olduğu gibi bir de parodi dinler vardır. Nedir parodi dinler, insanların bir araya gelmek için ya da resmî ve gerçekten inanılan dinlerle dalga geçmek için oluşturduğu sahte dinlerdir. Gerçekte inançlıları o dine inanmaz ama bir tür rpg yaparlar. Ergenliğimde bu konuyla o kadar ilgilenmiştim ki kendi parodi dinimi oluşturmuştum. “Geçen Perşembecilik” adı verilen inanç sistemi de parodi dinlerden birisidir. Normalde Müjdeci Hıristiyanlık'da denilen bir mezhebi yansılayan bu parodi din evrende var olan her şeyin aslında geçtiğimiz Perşembe günü yaratıldığını söylemektedir. Milyonlarca yıllık olduğu saptanan fosiller, ışık yıllarınca ötede olduğu söylenen evren kadar yaşlı yıldızlar, hepsi hepsi aslında geçen Perşembe günü var olmuştur. Etrafımızda gördüğümüz nesnelerin, bizim yaşadığımızı zannettiğimiz anıların gerçekliği şüphelidir. Onların hepsi geçen Perşembe evren yaratılırken gerçekçiliği arttırmak adına zihnimize yüklenmiş kandırmacalardır. Kandırmaca kelimesine dikkat çekmek istiyorum, zira vermem gereken bilgiyi sizlere sunduktan sonra bu kelime daha hayatî olacaktır.
imdi gelelim üçüncü ve son kandırmaca teorimize: Simülasyon Teorisi. Bu teoriyi gelişen bilgisayar ve teknoloji dünyasında en gözde teori olarak herkes duymuştur. Yine de yazının geleceği açısından ben duymadığınızı varsayarak size baştan anlatacağım. Simülasyon Teorisi, bizden daha yüksekte birtakım varlıkların ya da bilgisayarların, simüle ettiği evrende, dünyada yaşadığımızı varsayar. Bu bir bilgisayar simülasyonudur ve zekice hazırlanmıştır. Simülasyonu hazırlayan kişi ya da kişilerin hâlâ orada olup olmadığı, oradaarsa niyetlerinin ne olduğu ise tamamen hayal gücünüze ya da espri yeteneğinize kalmıştır. Douglas Adams, ünlü bilimkurgu Otostopçunun Galaksi Rehberinde Dünya’’yı simüle eden kişilerin hiperzeki fareler olduğunu varsayıyor. Bir soruya cevap arayan bu arkadaşlar, cevabı bulabilmek için 'Dünya' adında bir bilgisayar yapıp, bizi de organik yazılım niyetine yüzeyine yüklüyorlar. Üstelik inşa ettiği Norveç kıyıları için ödül alan bir tasarımcımız da var.
Bu kadar bilgiden sonra yazının konusuna geçebiliriz. Şu an itibariyle elimizde üç kandırmaca komplo teorisi var; Descartes’ın Şeytanı, Geçen Perşembecilik ve Simülasyon Teorisi.
Descartes ve Şeytan
Aslında bu durum Descartes’den bir rüya olarak çıkıyor. Buradaki Şeytan, elbette dini anlamda bir şeytan değil. Tamamen kandırmacanın kendisini daha iyi anlatabilmek için kandıranların en ünlüsü ve en kötüsü seçilmiş. İsterseniz kendisine Loki de diyebilirsiniz. Eğer kandırıkçı Şeytan bizi her şeye ikna edebiliyor ve hatta Allah inancından bile vazgeçirebiliyorsa burada iki pürüz ortaya çıkıyor. Birincisi; belki de orada bir Şeytan yok ve biz bunu kendi kendimize yapıyoruz. Ancak bu foya ortaya çıkmasın diye de böyle bir masal uyduruyoruz. Yani bizi kontrol eden üstün varlık biziz. Bunu bir uyuşturucu yardımıyla yapmak pekâlâ mümkünken, neden olmasın? İkincisi inanç zihnimizde olan bir şeyken ve bu teoriye göre biz sadece kendimizle sınırlıyken neden ve nasıl inancımızı silebilir? Çünkü algılarımıza güvenemediğiniz bir ortamda tek güvendiğiniz zihniniz ve ruhunuzsa, o zaman orada olan da silinmemelidir.
Şeytanın bütün bunları geçen perşembe günü yarattığından da, yaratmadığından da emin olamayız. Bir Şeytanın var olduğundan da. Bu bakımdan felsefi problemin kendi kendini yanlışladığını düşünüyorum. Çünkü güvenilmez aklımızla vardığımız/edindiğimiz bu bilgi de aslında bir kandırmaca olabilir. Üstelik kendi kandırmacamız da olabilir. Edgar Allan Poe bununla ilgili şöyle bir veciz söz de söylüyor ki aslında bir dize;
“Bütün gördüğümüz ve göründüğümüz yalnızca bir düşün içindeki başka bir düş.”
Böyle bir karmaşada bu yazıyı okuyup okumadığınızdan dâhi emin olamazsınız. Edgar Allan Poe diye bir yazarın var olup olmadığından da, belki de hepimiz ortak bir sancıyı paylaşıyoruz?
Geçen Perşembe
Bugünün Cuma olduğunu varsayın – ben bu yazıyı yazarken cidden Cumaydı- ve geçen Perşembe diye adlandırdığınız günün aslında dün olduğunu da varsayın. Bu şu demektir ki tam şu anda zihninizi yokladığınızda hatırladığınız anılarınız sadece bir günlük kandırmacalardan ibaret olup, sizi inandırabilmek için üzerlerine yaşanmışlık eklenmiştir. Geçen Perşembecilik dinlerin sorgulanamaz bilgilerinin ne kadar saçma bir durum olduğunu ve sorgulanmayacaksa Dünyanın en saçma fikrinin bile ortaya atılabileceğini gösterir. Her şeyin geçen Perşembe günü yaratıldığını ilan eden bu inanışı nasıl yalanlayabilirsiniz? İnançlıları gösterdiğiniz her kanıtın insanda yaşanmışlık yanılgısı oluşturmak amacıyla geçen Perşembe günü yaratıldığını söylerken böyle bir inancı asla haksız çıkaramazsınız.
Dinlerin dogmalarının sorgulanmaması ve kesinkes doğru kabul edilmesi üzerine pek çok parodi din kurgulanmıştır. Uçan Spagetti Canavarı, Görünmez Tek Boynuzlu Pembe At, Garajımdaki Ejderha ve Uzaydaki Çaydanlık. Belki benim bu yazıyı yazarken bilmediğim nicesi de bir yerlerde serpiliyordur. Eğer konu sorgulanamaz dogmatik saptamalarsa o zaman yukarıda saydığım dinlerin de en az Geçen Perşembecilik kadar olası olduğunu düşünebilirsiniz. Kaldı ki bütün bu parodi dinler, hakiki dinler ve dogmalar bizi bu kandırmacaya hapseden Şeytan/ların bir oyunu da olabilir. Onu da bilemezsiniz.
Ya bir Simülasyondaysak?
Üç teorimin arasında en popüler olanı muhtemelen budur. Özellikle bilimkurgu üzerine kamera tutan ya da kalem sallayan herkes bu teoriye bir kez olsun sırtını dayar. Çünkü dediğim gibi popüler bir teori ve inanmayanların bile ilgisini çekebilecek türden bir kuram. Böyle bir ortamda bir simülasyon ürünü olup olmadığımızdan da emin olamayız. Ancak ortada şöyle bir açık olduğunu da kabul etmeliyiz.
“Eğer bir simülasyon içinde yaşıyorsak, bu kadar büyük bir teknolojik güç yaratmak için gerçekten zeki varlıklar olmak gerekir. Yine eğer bu simülasyonu kuran ya da kuranlar bu kadar zekiyse bizim zihnimizi öyle bir dekore etmelidir ki simülasyon olduğunu asla fark etmemeliyiz. Bunun bir hata sonucu olduğunu varsayacaksak o zaman bizi yöneten zeki varlıkların o kadar zeki olmadığını ya da içinde yaşadığımız teknolojinin çok gelişmiş olmadığını da kabul etmek zorunda kalırız.”
Tabii ki şu var bu açığı, bilgisayarın aramıza yolladığı ve inandırıcı arttırmak için kullandığı casuslar olarak açıklayabiliriz de. Yüksek teknoloji bir bilgisayarca üretilen bu simülatif dünyada, kullanılan teknolojinin hatadan münezzeh olmadığını düşünen kuklacılarımız, hata olmasına ve Simülasyon hâlinin anlaşılması ihtimaline karşın aramıza bu tip casuslar karıştırmış olabilir. Onların simülasyon evren hakkındaki yorum ve görüşlerine bakarak gülüyor, eğleniyor ve dalga geçiyor olabiliriz. Böylece asıl tiyatro oyununu ıskalayarak durumu anlayamıyor olabiliriz.
Sonuç
Okuduğunuz üzere önce kuramların kendisinden bahsettim, sonrasında açıklarından. Daha sonra bu açıklamalara getirilebilecek bazı açıklamalardan da bahsederek, ortaya koyduğum açıklamayı da çürüttüm. Eğer bu komplo teorilerinden herhangi birini doğru kabul edecek olursak zaten teorinin kendisi de dâhil olmak üzere hiçbir şeyi kesin olarak kabul edemeyiz.
Edgar Allan Poe, Douglas Adams ve H.P Lovecraft bu bakımdan benzerdir. Poe ve Lovecraft’ı yan yana getirmek elbette kolaydır ancak Adams ve Lovecraft arasında kozmik bilimkurgu anlamında bir türdeşlik olduğunu düşünüyorum. Çünkü metinlerinde atmosfer farkı olsa bile aslında işlenilen konu özünde aynıdır. Bir bakıma aynı özü farklı biçemlerde işlemişlerdir. Fakat bu bambaşka bir yazının konusu. Edgar Allan Poe alegoriden hazzetmese de bir metnin sanatsal olarak anlatmak istediğini okuruna hemen vermemesi gerektiğini savunuyordu. Bu da ancak asıl metnin altında yatan ikinci bir metin inşa ederek, yani yazıyı katman katman örerek mümkündü. Bu anlamda söz konusu Alone şiiri Descartes’ın Şeytanına dair göndermeler içeriyor da olabilir ya da sadece Poe kendisinin biricikliğini ve bir başınalığını anlatmak istemiş olabilir. Zira kendisinden 100 yıl sonra, 1950’li yıllarda öykümüzde ortaya çıkan 50 Kuşağı bu bir başınalık konusu üzerinde uzun uzun durmuştur. Yani bir yazarın bu konuyu işlemesi onu basit yapmaz, bu konuda Dinçaslan’a katılmıyorum.