Ayrılık!.. Ah şu ayrılık… İnsanın tinini kanatarak nasıl da parçalara ayırır. Tin bir kez zedelenince, acının derinliğinde içten içe kendini yiyerek, mutlak yalnızlığına doğru hızla yol alır. Zedelenen tin, geriye dönüşün olanaksız olduğunu bildiğinden, elinde kalan son umudu da damla damla içerek yaşamaya çabalasa da sonsuz bir vedanın meydan okuyan keyfiyeti karşısında varlığını tamamen yitirir.
İncinen, daha çok sever. İnciten için değerli olduğunu düşünür. Baktığı pencere, oturduğu koltuk, uyuduğu yatak, yemek yediği masa, su içtiği bardak, hayal kurduğu gün, artık aynı değildir. Düşüncesi, duygusu, algısı, değişmiştir. Bu köklü değişim, acıyı içten içe yaşayan ruhun, yeniden şekillenmesine neden olur.
Ayrılık yarışında, aşk ve ölüm baş başa koşsalar da aşkın şiddeti her zaman ölümün önüne geçer. Seveni, baharın büyülü rüzgârından koparıp, kışın ayazına sürükler. Her mevsim çiçek açan yüreğe artık lapa lapa kar yağar. Kirpiklerden süzülen damlalar, bahşedilmiş bir gençlik gibi coşan duygular, ateş gibi yanan gözler, en çok da yürek titrer.
Yaralı yürek, üstesinden gelemediği acının içinde bocalar, sersemler, dağılır ve ne yaptığını bilmeyen acemi bir çaylak gibi gittiği her yerde kaybolur. Bu kayboluşta, yolların sefaletinde değil, yerin ve göğün arasındaki boşlukta yürümektedir. İnsanların hengâmesi altında boğulan dünyada, yapayalnız ve hiçlik içindedir.
Sevenin bedeni, beyni, teni, duyguları ve aklı, yüreğinden uzaklaşmıştır. Umuda ilişkin bütün olasılıkların yolu, aşılmaz ve sarsılmaz bir sınırla kesilmiştir. Çöl sıcağıyla kavrulan yürek, korkulu bir rüyanın içinde ürpererek beklemektedir.
Şafak sökümünün kumdan dalgaları arasında yalpalayarak, düşüp kalkarak, çoğu zaman da sürünerek, izini bulmaya uğraşan akıl, uyku ile uyanıklık arasındaki uçurumda gezinen yüreğin ateşli ve hırpalayıcı dili altında ezilip yok olur.
Duygular, incelmiş, eğilip bükülmüş, daha da beteri ve acısı; çürümüş bir ağaç gibi yıkılmış ve kendi içine kapanmıştır. Sevdalıyken, hayatın kanatlarında kırlangıç gibi dolaşan yürek, artık karşı konulması olanaksız bir dürtüyle acının buyruğuna boyun eğmekten başka yol bulamamıştır.
Geçirdiği felçten kurtulmaya çabalayan akıl, iradesini yitirmiş, iplerini aşkın o ele avuca sığmaz asi ellerine bırakarak, perişanlık içinde efendisinin önünde diz çökmüştür.
Aklın diz çöktüğü duvar dipleri, hissedilen kederi saklamaya uğraşsa da gidenin hayaline bürünen elem, her seferinde kendini anımsatmaya devam etmiştir.
Geride kalanın yağmaya hazır bir bulut gibi gürleyen duyguları, şefkatten yoksun sokaklara bir küfür gibi düşerek, aşağılanmaya dönüşmüştür. Karanlık köşelere saklanan aşığın fersiz gözleri, toprağı daha yakından izlemeye başlamıştır. Karınca sayar gibi toprağa bakar olmuşlardır. Odak noktası hep ayak uçlarıdır. Bakışları, ayak uçlarından başka her şeye kördür. Yaşama isteği, umudu yarına bırakanlar kadar bezgindir. Kalbinin çarkı, günü öğütüp yok etmek için gemi azıya almış azgın bir kısrak gibi dörtnala koşmaktadır.
Can çekişen duygular, gün batımı gibi zamanı düğümleyerek usul usul yüzünü geceye döner. Zaman düğümlendikçe, hissedilen her şey trajediye dönüşür. Toza dönüşen hatıralar, nefes alınan bütün delikleri tıkar ve seven bir gölgeye dönüşür. Efendisi çekip gitmiştir. Yaşamak, kısır, kurak, gereksiz ve değersizdir.
Çektiği acının önemsenmemesini artık taşıyamaz duruma gelmiştir.Geride kalan, gidenin savurup attığı son umut damlalarını toplamaya çalışsa da umutsuz çaba, umutsuz zamanların doğmasına neden olmaktan başka bir işe yaramaz. Umut tohumlarının tamamı, giden tarafından zehirli bir bataklığa çoktan gömülmüştür. Seven, sarsıntılı bir elem içinde çırpınıp durur. Zihnini kaplayan bu kederli duygular, pıhtılaşıp derinlere çökmek için çoktan el ele vermişlerdir bile.
Bu amansız çöküşte, en büyük vurgunun, yüreğin payına düşmesi artık bir istisna değildir. Hakikat, gökyüzünden apansız bir biçimde kopmuş gibi binlerce parçaya ayrılmış, her parça ayrı bir acıya neden olmuştur. Yaşamaktan çekinen yürek, darmadağınık ve perişan haldeyken, hazin bir şekilde kendini elemin burgacına bırakmıştır.Anbean yoğunlaşan ve koyulaşan elemin boğucu pırıltısı dışındaki yaşanan tüm duygular, hiç tereddüt etmeden karanlığa gömülmüştür. Aşıkken kanatlanıp uçan, alev saçan ve dünyayı elinde tutan o sarsıcı hayaller silinip birdenbire yok olmuştur.
Buğusunu yitiren yürek, hazan yaprağına dönüşen bu hâlini sessizce kabul edip, o büyük yalnızlığına sarılmaktan başka yol bulamamıştır. Teferruat olarak nitelendirilen diğer bütün yalnızlıklar ise, bu büyük yalnızlığın gölgesinde çizikler halinde gizli köşelerine çekilip boşluğun uğultusunda acıya beşik olmuşlardır.