Yıllar sonra, buraya adını veren o mis kokulu hanımeli yokuşundan ikinci kez yukarı doğru çıkarken dizlerimin yaşlanmaya başladığını hissettim. Oysa çocukken koşarak ne çok çıkardık. Bu yokuşun en üst tarafında bulunan iki katlı ahşap cumbalı evin hemen yanında bizim evimiz vardı. O da ahşaptı ama Süheyla Teyze’nin cumbalı evi gibi gösterişli değildi. Ah Süheyla Teyzem ah! O nasıl hayat dolu, kahkahasıyla mahalleyi inleten, o tombul göbeğini hoplata hoplata gülen, mahallenin iğneci teyzesiydi. Nur içinde yatsın. Bayramları, sokak sokak şeker toplarken, ilk Süheyla Teyze’nin evine giderdik. Çünkü o hem şeker,hem para verirdi. Bir de kenarları rengarenk olan mendiller verirdi. İğneciden bütün çocuklar korkar ama onun öyle bir yaklaşımı vardı ki sevgisiyle acıyı hissettirmezdi. Onun için hayat doluydu diyorum ama dışarıdan öğle göründüğünü yıllar sonra anladım. Meğer kahkahası bol olanın acısı büyük olurmuş.
Evinin birinci katında otururdu. Kapı açıldığında kenarları oymalı aynası göze çarpardı. Hemen aynanın önünde dört adet saat görünümünde resim çerçevesi vardı. Büyük çerçevenin içinde annesi, babası ve kardeşi ile kendisinin küçüklük resimleri vardı. Birinde ebe okulunu bitirdiğindeki resmi, diğerinde eşinin ölmeden önceki son hali vardı. Biri boştu. Oradan odaya geçerken boş çerçeve dikkatimi çekerdi hep. Onu da yıllar sonra anlayacaktım. Yokuştan çıkarken alacalı küçük yavru kedi ayağıma dolandı. Aynı Süheyla Teyze’nin kedisine benziyordu. Onun kedisinin torunları olmalı diye gülümseyerek içimden geçirdim. Kedi bacağımın arasından geçerken miyavlayarak bana bakıyordu. Aç sandım. Elimdeki simitten küçük bir parça önüne koydum.
Yemedi. Oysa o sevilmek istiyormuş. Biraz okşadım bıraktım. Ama o peşimden gelmeye devam ediyordu. Ben yokuşu çıkarken yoruldum. Bir evin betondan yapılan bahçe duvarında oturup soluklanırken, alaca kedi sıçrayıp bahçe duvarına çıktı. “Seni yaramaz.” dedim.
“Kendine sahip mi arıyorsun. Üzgünüm apartman dairesine götüremem seni. Keşke bahçeli bir evim olsaydı. Hiç tereddüt etmezdim, alırdım” dedim onu okşayarak. Sanki beni anlamış gibi sıçradı duvardan aşağıya ve yokuştan ahşap evlere doğru çıkmaya başladı. O zamanlar ben sekiz, ablam on yaşındaydı. Süheyla Teyze beni daha çok severdi. Tabi ben de onu severdim. Çünkü beni bakkala gönderirdi ona ekmek, peynir gibi şeyler alırdım. Her seferinde de paranın üstünü bana verirdi.
Ben harçlıkları severdim, tabi çocuk aklı. Ama o bana niye bu kadar düşkündü o zamanlar bilmiyordum. Yıllar sonra, vasiyeti açıldığında avukatı bütün mirasını bana bıraktığını söylediğinde neredeyse küçük dilimi yutacaktım. “Ne alaka! Hiçbir kan bağım yok neden?” diye sordum avukata. Vasiyetinde de bahsettiği üzere hiç çocuğu olmamış. Hayatta olan hiçbir yakını da yok ve vasiyete not düşmüş” Benim doğuramadığım evladımdır Tülay”. Hikâyesini öğrenmek için ve intikal işlemleri için bu sokağa daha önce geldiğimde, Hanımeli Yokuşu’nun en eskilerinden ve hayatta olan Muzaffer Teyze’nin evine gitmiştim. O da ahşap evinde halen oturuyordu. Kapının süslü tokmağını iki defa vurduğumda içerden titrek sesiyle “Kimdir o?” dedi. “Benim Tülay, Terzi Zarife’nin kızı” dedim. Kapıyı ürkekçe açtı. Kızarmış yeşil gözlerini kırparak bana baktı.” Ne kadar da büyümüşsün” dedi. Beni içeriye davet etti. Evin serin uzun sofasından küçük adımlarla o önde, ben onun arkasından devam ettim.
Bahçeye açılan kapıdan dışarı çıktık. Küçük yuvarlak oymalı beyaz masasının yanında duran, o da oymalı beyaz dört adet sandalyelerin üstüne çiçekli basmadan minder yapmıştı. Aynı çocukluğumdaki gibi duruyordu her şey. Sandalyenin birine yavaşça oturdum.
“Dur kızım sana bir gazoz getirem, sıcaktan bunalmışsındır.” diyerek, bahçenin sol köşesindeki küçük buzdolabına yöneldi. Ben ise çocukluğumun havasını derin derin içime çekiyordum. Muzaffer Teyzemin beli bükülmüş, yüzü harita gibi olmuştu. Bu evde tek değişen o gibiydi. Gazozu çiçekli limonata bardağına doldurdu. Yanına da bir tabağa petibör bisküvilerden koydu. Çocukluğumun en sevgili ikilisi bir aradaydı.
Çamlıca gazozu ve bisküvi. O da kendine bir gazoz almış ve nihayet karşıma oturmuştu. “Eeee hoş geldin tekrar” dedi. Titrek ve nefes nefese olan sesiyle. “Hayırdır, buradan taşınan kimse bi daha uğramaz oldu. Seni hangi rüzgar attı bakem” dedi. Merakla, gözlerini hafif açarak bana baktı. “ Muzaffer Teyze, İğneci Süheyla Teyze’yi hatırlarsın değilmi?” diye sorunca “ Bilmem mi kızçem, çok iyi bilirim. Ne çekti gençliğinde epsini de bilirim” dedi göçmen şivesiyle. Bulgaristan’dan Türkiye’ye göç ettiklerinde o daha beş yaşlarındaymış. Anne ve babası şiveli konuşurlarmış o da zaman zaman o şiveyle konuşurdu. Bu kez ona, Süheyla Teyze’nin kapısının girişindeki aynanın önünde bulunan boş çerçevenin sebebini sorduğumda “Breh, breh” dedi. Derin bir iç çekti. Dünya iyisi bir kadındı. Gençliğinde büyük bir acı yaşamış. Ebe okulunda tanıştığı sağlık memuruyla evlenmişti. Birbirlerini pek severlerdi. Bize anlatırdı. İki defa gebe kalmış. Birincisini iki aylıkken düşürmüş, diğerini nasıl kaybettiğini anlatırken için için ağlardı.
Dokuz aylık gebeyken suyu gelmeye başlamış, hastaneye gelene kadar doğum başlamış ama bebek ters geliyormuş, suyu bitti diye hastanede mesaneden su vermişler. Çocuk içerde çırpına çırpına boğulmuş. Anlatırdı bize aynada, çerçevede kızımın silüetini görürüm. Yarı uyur yarı uyanık. Aynaya elleriyle bastırıp “Kurtar beni anne boğuluyorum” dediğini söylerdi. Hemen hemen her gece bu kabusu yaşardım. Gündüzleri kendimi arsızlığa vuruyorum. Gülüp, neşelenip hayata bağlanıyorum” derdi. Biraz durdu sonra “ Çok dertliydi, çokkk.
Gitti de kurtuldu. Kimse bilmez o neler çekerdi “ diyerek kuruyan ağzını ıslatmak için gazoz dan bir yudum aldı. Bu hikayeyi duyduktan sonra içim öyle bir garip oldu ki. Meğer ne acılar yaşamış demiştim. Şimdi o evi görmek ve ne yapacağıma karar vermek için ikinci kez bu sokaktaydım. Ahşap evin kapısına anahtarı geçirdim. Kapı sallanıyordu sanki. Boyası dökülmüş tahtası görünüyordu. Zor da olsa kapıyı açıp, koridora doğru gittiğimde, Süheyla Teyze’nin duyduğu çığlığı bende duyar gibi oldum. Aceleyle kendimi dışarıya attım. Son kez kafamı çevirip hanımeli yokuşuna baktım. Oradan ayrıldığım gün rüyamda onu gördüm bana diyordu ki “Kızımla burada çok mutluyum. Artık o evin olduğu yerde çocuklar oynasın gülsün,mutlu olsun Tülay'ım”.
Sabah uyandığımda kararımı vermiştim. Bana kalan tüm mirasla Süheyla Teyze’nin adına bu evin yerine okul yaptırıp onun adını yaşatacaktım.