“Ne zaman âşık olmak istesem gözüme kestirdiğim, benden hoşlandığına inandığım adamları izlerim. Anlarım ki benden çekiniyorlar, anlarım ki istesem körkütük aşık olabilirler bana. İyi ama ya ben? İşte o zaman kandırırım kendimi; öyle güzel yalanlar söylerim ki kendime, ben bile şaşırırım.”
Güldü sözlerinin burasında:
“Deli bu kadın, diyorsundur içinden. Değilim, yalnızım ve sevgisiz yaşayamıyorum. Mutlaka birini sevmeliyim, yoksa mutsuz oluyorum. Haa, nerede kalmıştım, evet yalan söylerim. O adamın, benim âşık olmamı gerektiren en az beş özelliğe sahip olduğuna inandırırım kendimi. Çok temiz derim, ki bu kolay, yıkar temizlerim. Güzel kokuyor derim, bu da kolay, ikinci buluşmada en sevdiğim erkek kokusunu armağan ederim. Eşek değil ya, bitince yenisini almayı akıl eder. Yatağa girmeden mutlaka duş alırım, anlamazsa 'Sen de biraz serinle hayatım.' derim. Genelde kısa boyludurlar, eh ben de manken değilim, bana bakan adamlar ancak bu kadar olur. Hemen aklıma kısa boylu, anlamlı yüzlü, derin bakışlı ünlü aktörleri getiririm. Gözü ela bile olsa yeşil görürüm. Zaten benimkiler de ancak âşık olunca yeşil görünüyorlar.
Dönüp dikkatlice gözlerime baktı:
“Gördün mü, illaki âşık olmam gerek anlayacağın, tenim parlıyor, saçlarım ışıldıyor, dik yürüyorum, hayatı seviyorum, geleceğe dair güzel planlar yapıyorum. En önemlisi, kendimi sağlıklı hissediyorum. Hatta aynada güzel bir kadın görmeye başlıyorum, hem de iyice güzel bir kadın."
Yine güldü bu defa kahkahalarla. İçkisinden bir yudum daha aldı.
“İçsene, sarhoşluk yalnızken keyifli olmaz. Beni izlemeyi bırak. Kimseye zararım dokunmaz sarhoşken, olsa olsa şarkı söylerim.”
Bardağı ağzıma boşalttım. Sütunun arkasından bizi izleyen yakışıklı garsona, bardağı hafifçe kaldırıp, gösterdim. Hızla yenilendi içkim, ilk kez Divan Otel’in Ebru Bar’ında içtiğim on the rocks idi içtiğim, adı böyle idi o yıllarda ve ben çok gençtim. Yanımda şakaklarını ak saçların süslediği orta yaşlı bir sevgilim vardı. Zaten benim hiç genç sevgilim olmadı.
Eğer meyhanede değilsem, hep bunu tercih ederdim, çok kolaydı içmek ve yanında hiçbir şeye gerek yoktu. Dikkatimi karşımdakine verebiliyordum. O ise kadınların eline pek yakıştırdığım kadehiyle, martini içiyordu, üç zeytinli. “Zeytini bol olsun” demişti garsona, o da üç zeytinli getirmişti. Tırnakları bakımlı ve açık pembe ojeliydi. Ayakları da öyle tertemizdi ve aynı renk oje ile renklendirilmişlerdi. Türkçesi düzgün, ses tonu tatlı ve kıvraktı. Gözlerinde zaman zaman parıldayan kıvılcımlar vardı.
;“Eeee, sonra?”, dedim.
“Bak, içiyorum.”
“Evet, hem de güzel içiyorsun. Şiir sever misin?”
“Bu da mı şart âşık olmak için?”
“Eh, fena olmaz..”
Çok keyifli bir kahkaha attı. Tekrar süzdü beni:
“Evet, beş özellik demiştin; şiiri de sayarsak; üç oldu. Sonra?
Kendimi dünyanın en güzel kadını gibi hissetmemi sağlasın, lütfen beni aldatmasın. Kibarca bitirsin hatta başkasına âşık olduğunu bile söyleyebilir ama asla yalan söylemesin. Başka hiçbir şey istemem. Altı mı oldu yoksa?”
“Neden olmasın, bu kadar dürüstçe konuşup, aşkı ellerinle var edebiliyorsan buna hangi canlı hayır diyebilir ki? Güzel kadınsın, pırıl pırıl parlıyorsun. Belli ki yaralısın. Biliyorsun, Mevlana ne demiş: yara neredeyse ışık oradan girer. Bu yaraları ancak senin kadar yaralı biri onarabilir. Kedilerin yavrularını doğar doğmaz yalaması, korkularını, acılarını hafifletmesi gibi yumuşacık bir dokunuş olmalı değil mi?”
“Ne iş yapıyorsun sen? Buralara içki için takılıyorsan, iyi kazanıyor olmalısın.”
“İyi kazanmıyorum belki ama iyi harcıyorum. Özel bir şirkette İnsan Kaynakları Müdürüyüm. Ya sen?”
Yüzü biraz daha ciddileşti, dudakları kıpırdadı.
“Birer tane daha içelim mi, vaktin var mı?”
“Elbette. İçeri girip, seni görünce, yanına oturmak istediğimde beni reddetmeyişin, bu gecenin çok güzel ve uzun olabileceğini hissettirmişti bana. Aynısı mı olsun?”
“Evet lütfen.”
“Biraz da ıvır zıvır isteyelim ne dersin, daha acıkmadık ve gece bizim.”
Saçlarını sol yanağının üzerinden keyifli bir baş hareketiyle geriye attı;
“Seni sevdim. Anlaştık, sen nasıl istersen.”
Garson siparişleri aldı, fakat masadaki gittikçe artan enerjinin gücü onun bile başını döndürmüştü. İkisine de hayranlıkla baktı, “Derhal efendim.” diyerek uzaklaştı.
“Gelelim bana, ben Bahçelievler’de özel bir okulda yöneticiyim. İngiliz dili okudum ama hiç öğretmenlik yapmadım. Yapabileceğimi de sanmıyorum. Kendimi örnek biri gibi hissetmiyorum. Aslında yapabilsem, çeviri yapmak istiyorum, çok sevdiğim yazarlar var, onları çevirmek beni çok mutlu eder.”
Karşılaştığımızda gördüğüm “şuh” kadınla bu kadının arasında büyük fark görüyordum şimdi.
“İstersen ben sana yardımcı olurum, yayınevi sahibi birkaç dostum var. Sevdiği işi yapmalı insan bence. Sarhoşluğa sığınıp “sen” diyorum, ama umarım bağışlarsın.”
“Lütfen, önce ben başlattım. Sen masumsun. Evet, çok isterim şimdiden teşekkür ederim, bu konunun açılması bile mutlu etti beni, gördün mü?”
Evet, şu anda rahatlamış ve huzurlu görünüyordu. İçkiler ve mezeler geldi. Biraz geriye yaslanıp, bacak bacak üstüne attı. Açık yeşil eteği birazcık yukarı kaydı, dizlerinin mükemmelliği göründü bir an, sonra hemen düzeltti.
“Mutlaka söylemişlerdir, ellerin ve ayakların çok güzel.”
Yanakları hafifçe pembeleşti, saçını yine geriye attı ve yeni içkisinden bir yudum aldı.
“Evet, haklısın, çok söylediler. Ben de mümkün olduğunca sergiliyorum onları.” Zarif bir kahkaha attı. Çatalıyla ağzına minik bir lokma aldı:
“Beni utandırma.”
“Buraya birileriyle dalga geçmek, oynamak için geldin, değil mi? Sıkıldığında ya da koşullar hoşuna gitmeyecek bir boyuta doğru gidiyorsa hemen bir taksi çağırıp evine kaçacaktın. Haklı mıyım?”
Birden ciddileşti yine:
“Bu kadar şeffaf mıyım ben, nasıl anladın? Lütfen söyle, çok şaşkınım şu anda.”
“İstersen ciddi konuları gecenin ilerleyen saatlerine bırakıp, eğlenmeye devam edelim, var mısın?”
Önce ufak bir düşünce bulutu geçti gözlerinden, çabucak başını kaldırdı. Gözlerine baktı karşısındakinin.
“Bu gece gittikçe ilginçleşiyor, korkmuyorum, kaçmayacağım. Hoşuma gitti. Biliyor musun, şu anda kendimi buradaki en güzel kadın gibi hissediyorum.”
Diğeri gözlerini ağır ağır, gittikçe kalabalıklaşmış olan salonda gezdirdi:
“Bunda şaşıracak bir şey yok, gerçekten öylesin.”
Başını güzel kadının arkasında duran garsona çevirdi;
“Lütfen içkilerimizi yeniler misiniz?”
“Evlerimize nasıl döneceğiz, şimdiden sarhoş olduk bile.”
Yaklaşarak, muzipce güldü;
“Anladığım kadarıyla ikimiz de araba kullanamayız.”
“Hangimizin evi yakınsa bir taksiye atlar oraya gideriz. Yarın cumartesi, plan bu değil miydi? Ya yalnız, ya iki kişi kaçmak.. Üstelik sen hâlâ şarkıya başlamadın canım.”
Canım, bu kelime güzel kadının içine sıcacık, yumuşacık ama çok yakıcı bir şey gibi girdi. İnanılmaz hissediyordu, hiç bilmediği bazı oyunlar oynuyordu mantığı ona. Sanki her şey, her an olabilirmiş gibi, sanki bunda hiçbir anormallik yokmuş gibi. Sanki bunca yıldır bir sürü kaba erkeğin kendisini incitmesine katlanmasının ve hiçbir durumda öfkesine yenilip, asla çirkin bir davranışta bulunmayışının ödüllendirilmesini yaşıyordu bu gece. Kendisini, lise ikinci sınıfta, ilk âşık olduğunda bile böyle hissetmemişti. Derin bir soluk aldı, gözlerine baktı masa arkadaşının:
"Haklısın; hoş vakit geçirmeye, oynamaya gelmiştim. Senin içeri girdiğini gördüğümde, sanki hissettim buraya oturmak isteyeceğini. Bu, bütün planlarımın alt üst olması olacaktı, ama diyemedim. İyi ki dememişim.”
Tekrar kadehini eline aldı:
“Haydi öyleyse, bu güzel geceye ve başlangıca içelim, ne dersin?”
Gecenin ilerleyen saatlerinde zarif kahkahaları daha da sıklaştı. Garson, masalarına yavaşça ve saygıyla küçük bir porselen tabakta mis gibi kokan mor menekşeler bıraktı. Nedenini pek kavrayamadılarsa da gülümsediler, hesabı ödeyip bir taksi rica ettiler.
Genç ve yakışıklı garson birbirlerine hafifçe yaslanarak yürüyen iki muhteşem kadına, onlar için gelen taksiye bininceye kadar hayranlıkla baktı. Dışarıda hava mis gibi kokuyor, mehtap tüm güzelliğini cömertçe sergiliyordu ya da onlara öyle geliyordu.