Barın içinde geziniyor; bu kez adımlarında tehditkâr bir yan yok, hafif basmalarla, çıplak zemini okşayarak, narin narin dokunarak, oturma ve ayakta kalma arasındaki çekingenlik içinde, biraz da tedirgin duruyor, bastığı çıplak zemine tedirginliğini, soluduğu havaya gerginliğini geçiren bu adım atışa kaçamak bakışlarını da katarsak tuhaf şeyler söyleyecekmiş; ya da bir gizi paylaşacakmış duygusunu yaratan açık bir vaat var, dolgun dudaklarında.
Dudaklarını yalıyor, ağzından çıkan buğu, havaya bir esinti gibi dağlıyor; hafif terlemiş, vahşi kokusu, her adım atışında bedenini saran, fazlasıyla ince, fazlasıyla mor, o incecik kumaşın sürtünmesiyle salınıyor, yayılıyor, dağılıyor, dökülüyor, uzamı kuşatan havaya yapışıyor.
Masanın etrafında tahmin edilemez ve değişken bir hızla dönmeye başlıyor. Döndükçe, vahşi bir meyvenin çekiciliğini çağrıştıran bir tılsım yaratıyor. İçinde ateşle dönüyormuş gibi tuhaf şeyler sezdiriyor; ateşin, saf görüntüsünün silüeti gibi ince ve okşayıcı bir haz veriyor; sisli, buğulu, puslu, isli, dumanlı, yakıcı, her an bir barut patlayacakmış gibi sıcaklığı her yanı sarıyor; gözlerim, damaklarım, dudaklarım, dişlerim birlikte kamaşıyor.
Dalgalanan karanlıkta, inip çıkıyor, görünüp kayboluyor, kavranması olanaksız bir dünyanın içinde yükselip alçalıyor, düşüp kalkıyor, bekliyor, dinliyor, kollarını sarıyor, açıyor, avuçlarının çizgilerini birbirine karıştırıyor, yeni çizgiler yaratıyor; bir yerlerde hep saklı kalan, dokunulmadığı sürece de açığa çıkmayan, ışıltılı, dupduru, kapkara gözlerindeki çocuğun sesi kulaklarıma doluyor. Bir çukura düşer gibi sesin içine düşüyorum. Karanlık mağaralara vardığımda, soğuk sonbaharın serinliği beni içine çekiyor. Tozsuz dumansız bir yağmur yağıyor.
Yağmurun buğulu damlalarının toprağa çarpışı gibi sesler duyuluyor bedeninden, irkiliyorum, oysa o, yalnızca gülümsüyor. Bedeninin kıvrımlarına saklanmış dişiliğinin tılsımlı diriliği, bir çağrı gibi yayılıyor, havanın bütün düzenini bozan bu tılsım, yarattığı sarsıntıyla duygularımı apansız ele geçiriyor, bilinmeyen bütün farklılıklarımı hissedip, dokunuyor; ansızın açtığı bu çatlak, beni sersemletiyor, büyülenmiş gibi bir gölgeye dönüştürüyor.
Ben gölgeme tutunmuşken, o, kendinden geçmiş bir biçimde saçlarını avuçluyor, gözbebeklerime yansıyan ışık, sürekli değişiyor, ışığın devinimiyle, nefes alış-verişini aynı anda dengeye kavuşturuyor, nefesinden yayılan iştah açıcı kokuyu ve bedeninde bir düş gibi yol alan bu melez duyguyu kavramaya çalışıyorum.
Saç tellerinin arasından bana doğru usul usul gelen esintili titreme gittikçe azalıyor, azaldıkça yavaş yavaş dinginleşiyor. Yüzünün rengi değişiyor, bilinmedik renkler, elmacık kemiklerinde açıp açıp soluyor. Uzun süredir ahengini koruyan yüzü, yeni bir ritimle davetkâr bir geceye dönüşüyor. Bakışlarını bana çeviriyor, sigaramı yakarken gözlerime bakıyor, üflediğim dumanı izliyor, karanlıkla sarmalanmış gizemli bir gecenin çekiciliğiyle dönmeye devam ediyor. Yutkunuyorum. Dopdolu hayaller kurarak bir kadeh daha içiyorum. Bedeninden yükselen koku ile sersemliyorum, çıplak ayakları nemli zeminde parıldıyor; bedenini saran tutku yükseldikçe yükseliyor, boşlukta yankılanan bir çağrı gibi çınlayarak tamamen varlığımı ele geçiriyor.
Boğazıma sarılıp kalbime kadar ulaşan o tutkulu nefesin içinde çırpınmaya başlıyorum; ruhum çığlıklarla ve kahkahalarla biçim değiştiriyor, nefesinin yakıcı sıcaklığını duyuyorum. Döndükçe bedeni yeni bir forma giriyor, belki de başlangıca en saf olduğu noktaya varıyor; kalbimin vuruşları hızlandıkça hızlanıyor, vuruşların ritmi bozulunca gölgemle içinden geçiyorum; ruhum, duru bir suya karışıyor, kendine yeni bir yatak bulan küçük bir nehir kadar bahtiyarım.