16 Aug
16Aug

Yaşanan asrın felaketinin on dördüncü günüydü . Herkes gibi onlar da  mecburen arabada dört kişi kalıyorlardı. Her sarsıntıda, yavaş yavaş kaybolmaya başlayan hayallerini, elinden geldiğince diri tutmaya çalışıyor, kaç gündür şöyle bir  yatak olsa da uzanıp  yatsam diye düşünüyordu. O gün  öğleden sonra, şubat güneşi yüzünü biraz  göstermiş, onlara gülümseyip ortalığı aydınlatmıştı.  Dilediği oluyordu, bir tanıdığının vasıtasıyla kendisi ve çevresindekilere çadır geliyordu. Akşama doğru çadırların gelmesi ve kurulması  yüzündeki sert  ifadeyi yumuşatmıştı. Çadır kuruldu kurulmasına  yatağı  da bir şekilde ayarlaması gerekiyordu.  Ağır hasarlı evinden ”Bu binaya girmeyin!” denmesine rağmen o anda olan artçı  sarsıntıdan hemen sonra “Nasıl olsa  şimdi hemen deprem olmaz.” düşüncesiyle risk alıp eve geçti,  yer yatağı, battaniye ve yastık aldı . Uzun bir aradan  sonra rahat uzanabileceği bir yatağı oluyordu .Gece gündüz başından çıkarmadığı kalın  beresiyle yatağına geçti. “Hemen uyuyup dinlenmeliyim.“ diye düşünüyordu. Başını yastığa koyduğunda  yaşadıkları ve gördükleri bir film şeridi gibi gözünün önünden geçmeye başlıyordu. Uyuyamıyordu, aklına çaresiz  ve çadırı olmayan insanlar geliyordu, vicdanı  rahat olmuyor, mutsuzluğu sürüyordu.      .

Çadırda ilk  geceyi geçiriyorlardı. Soba  da verilmişti onlara; ama yakmadılar, artçı depremler şiddetli oluyor soba bile yerinden oynuyordu. Soba  tutuşmuşken  devrilirse yangına neden olabilirdi. Olsun onlar soğukta kalmaya da  razıydılar. Yeter ki uzanarak uyuyup rahat etsinler. Böyle düşünürken şiddetli bir sarsıntı oldu, yatağından fırladığı gibi ayağa kalktı ,dışarı kaçmak isterken çadırdakiler ”Hey nereye kaçıyorsun ? Çadırdasın, çadırdaa!“ deyip gülümsediler, morarmış ve titreyen dudaklarıyla içlerini ısıtmaya çalışarak.

Başında kalın beresi, ayaklarında çorabı, sırtında montuyla tekrar yatağa  geçti. Her tarafını iyice  örterek nefesiyle yatağını ısıtıp uyuyacaktı.

 Mevsim kıştı, yıllardan beri bu kadar sert bir kış yaşanmıyordu. Normalde buralarda kış mevsimi ılıktır.  Son yıllarda küresel ısınmanın etkisiyle olsa gerek mevsim daha sert geçiyordu. Bu sene ilk defa, şehir bu kadar soğuyordu. Yaşanan deprem felaketinden sonra, en çok etkilenen yerlerin arasındaydı, her şey yerle bir olmuştu, insanlarıyla ,tarihi dokusuyla, doğasının güzelliğiyle, şehrin ortasından geçen asi nehriyle, muhteşem, hoşgörü, medeniyetler kentinin kaderi bir buçuk dakikaya bağlı kalmış , bir anda bu güzelim yerler, yok olmuş havasının soğukluğuna bir soğukluk daha eklenmişti. Sessiz, ıssız, ürpertici, hayalet bir kent oluvermişti.

Çadırda yedi  kişiydiler, böyle bir zamanda çadırı olan ağa gibiydi. Bu gece onlar ağa mıydı ? Rahat uzanıp gözlerine uyku girmiş miydi?  Onu yataktan fırlatan sarsıntıdan sonra tekrar yatağa geçince rahat edebilmiş miydi?   

Yağmur yağmaya  başladı, gittikçe şiddetlendi. Yavaşça kafasını battaniyenin altından çıkardı, çadırdaki herkes aynı şeyi yapmıştı. Yağmurun her damlası çadırı yırtıyor gibiydi. Gittikçe şiddetlenen yağmur, kare şeklinde olan çadırın tavanında  birikiyordu. 

Yağmur suyu , biriktikçe çadır aşağı doğru çöküyordu. Battaniyenin altından kafasını çıkarmasıyla açıkta kalan ağzı ve burnu hemen soğuktan buz kesiyordu. Çadırdakilerin  gözleri, korku ve endişe içinde tavana bakarken, hafif meyilli yolda kurulan çadırı su basıyordu. Fazla yağmur yağınca çadırın etrafında koyulan toprağı, sel suları sürüklemiş, yağmur suyu içeri  sızıp yatakları da  ıslatmaya  başlamıştı. Islanan yastıkları kaldırıp köşedeki sandalyenin üstüne koydular. Çadırın tavanında biriken su, gittikçe çadırı aşağı doğru çöktürüyordu. Aklına, çadırın önündeki uzun  sopa geldi. Sopayı dışardan almak gerekiyordu. Çadırın fermuarını açar açmaz uzanıp alacaktı ki rüzgar olduğu için yağmur bu sefer de kapıdan içeriyi bastı. Sopayı hemen alıp fermuarı çekti.  İçeriden sopayla üstte biriken suyu boşaltmaya başladı. Her kafadan bir ses çıkıyordu. “Ya versene bana şu sopayı ben halledeyim“. ”Sağ taraftan boşalt önce”. “Ben size ışık tutuyorum ,gerisine karışmam”. “Bu iş böyle olmaz ya, yarın ilk işimiz buna çözüm bulmak olsun.”

Telefondan yayılan ışık da zayıflamaya başlayınca işleri zorlaşmaya başlamıştı. Aslında evde ışıldakları  vardı; ama gece vakti bu sallantılarla, ağır hasarlı eve kimse geçemezdi. Biriken suyu boşaltmışlardı, yağmur da dinmişti. Dışarı çıktılar, çadırın içinde tir tir soğuktan titreyen ihtiyar babaannesini tekrar arabaya götürdü. Arabanın klimasını açıp baba annesinin üstünü battaniye ile örttü. 

Çadıra doğru  giderken komşuları çay içiyordu. Bir yerlerden piknik tüpü bulup çay demlemişlerdi. Beraber oturup çay içtiler.  Bir teneke bulup içine odun yaktılar, ısınmaya çalıştılar.

Sırtlarına battaniye koyup zifiri karanlık, soğuk, kara bulutlu gecede  sarsıntılarla, yürekleri  donarken yine sabahlıyorlardı bir kış gecesinde.


Yorumlar
* Bu e-posta internet sitesinde yayınlanmayacaktır.