“Evde tek başıma yüksek sesle konuşmaya başladığımda anladım, ben bu işi becereceğim. Yani artık yalnız olsam da beni sözümü kesmeden dinleyen biri var. Her ne kadar cevap vermese de beni dinliyor. Bu ilk sabahımdı, hiç üşenmedim kendime güzel bir çay demledim. Masamı hazırladım, sahanda yumurta yaptım. Kocaman bir su bardağına bir dilim limon attım ve ilaçlarımla onu da masaya koydum. Bir de müzik gerekliydi.(En güzel aşk şarkıları) kanalını açtım.
Aşk olmayabilirdi ama bu hayatımda müzik olmasını engelleyemezdi. Sanırım insan bazı gerçeklerin varlığını onlardan uzaklaşınca fark edebiliyor. Olayların içinde yaşarken bunu kavrayabilmek her zaman mümkün olamıyor. İçinde olduğumuz koşullar, duygusal durumumuz, zorunluluklar. İncitme ve incinme korkusu bilinçsizce susmayı, silmeyi ya da hiç yokmuş gibi davranmayı gerektirebiliyor. Elbette bu her zaman çok iyi sonuçlar getirmiyor yani bu zoraki anlayış.
Zamanın bu şekilde geçiştirilmesi, kopukluğun daha da keskin ve derin uçurumlar haline gelmesine sebep oluyor. Ne geri alınabiliyor ne de onarılabiliyor. Uzun yollarda, özellikle şehir dışı bölgelerde insanlar tarafından kurşunlamış trafik levhaları görürüz. Zavallılar vurulmuşlardır ama dimdik ayaktadırlar. Delik deşik olsalar da toza, yağmura, güneşe, soğuğa dayanırlar.
Tek başına o ıssız yolda görevlerini yerine getirmeye çalışırlar. Bazen kendimi o trafik levhalarına benzetirim. Sayısını tam olarak pek de söylemek istemediğim uzun yıllar ben bu rolü üstlendim. Benden bunu isteyen oldu mu? Hayır. Peki, niye yaptım? Herkes beni sevsin mi istedim? Bu kadar mı açtım sevgiye?
Bilmiyorum. Pişman mıyım? Hayır değilim. Fakat çok yorgunum. Galiba bıktım. Artık kimseyi düşünmek, sevmek ve birileri için üzülmek istemiyorum. Yeni sevgiler, yeni üzüntülerle beraber geliyor. Sevdiğim canlıdan sorumlu tutuyorum kendimi. Galiba kusurum bu. Farklı davranmayı da beceremiyorum. Öyleyse bitti. Sildim geçmişimi, kapattım bütün defterleri. Artık sadece ben varım. Kahvaltım bitti. Kapıdaki gazeteleri aldım içeri. Başlıklar korkunç. Gazete de okumasam mı acaba? Bu demektir ki televizyon da izlenmeyecek. Taze fasulye, bamya ayıklamak da gerekmez artık. Kimin için?”* * *
Kendi kendine konuşmaktan yoruldu, sustu. Dişlerini fırçaladı, yüzünü yıkadı. Aynaya uzun uzun baktı. Yüzünde hiçbir anlam bulamadı. Balkona yürüdü, okumakta olduğu kitabı aldı. Gözlüğünü taktı, okumaya çalıştı. Yarım sayfa kadar okudu, durdu. Ne okuduğunu hatırlayamadı. Baştan başladı okumaya. Bir süre sonra sıkıldı. Ayracını yerleştirip bıraktı kitabı. Nerede hata yapmıştı? İyi evlat, iyi kardeş, iyi eş, iyi anne, iyi arkadaş olabilmiş miydi? Bilmiyordu. Artık sesli konuşmuyordu. Bu kadar uzun yılsonra gelen yalnızlık nasıl bir şey olacaktı? Bilmiyordu.
Ev telefonunun fişini çekti, cep telefonunu kapattı. Hayatı karmaşık hâle getirerek zorlaştırmak değil sadeleştirerek kolaylaştırmak istemişti hep. Olayların sorun yaratarak değil çözüm üreterek biteceğine olan inancı hep diri kalmıştı. Farkında olmadan her sorunu çözebileceğini zannetmişti. Fakat becerememişti. Herkes kendi sorununu kendi çözmek ya da çözememek istiyordu. Kimsenin yardımı ya da yönlendirmesi olmasın istiyorlardı. Bu durumu kesin olarak tespit ettiğinde her şeyden vazgeçti ve içine dönmeye karar verdi. Kimsenin ona ihtiyacı yoktu, ne güzel.
Artık ne sevgi talebi olacaktı, ne ilgi. Kendi kendine yetmeyi öğrenecekti. Bir hafta geçti bu kararın üzerinden bu arada perdeleri de örtmüştü. Gelip geçtikçe gözünün takıldığı aynadan da tedirgin olmaya başladı. Saçlarının beyazları iyice görünür olmuş, yüzü daha solgun ve sarkık gibi duruyordu. En son ne zaman boyatmıştı saçlarını anımsamıyordu. Bir şey yemeyeli kaç gün olmuştu bilmiyordu. Durmadan su içtiğini kesin biliyordu fakat nedense dudakları çatlamış ağzı kupkuruydu. Soluk alırken göğsü acıyor gibiydi. Aynaları eski gazetelerle örtmeye başladı. İşi bittiğinde çok yorgundu ama rahatlamıştı. Gidip yatağına uzandı. Öğrenmişti artık yalnız yaşayabileceğini, bütün korkuları sona erdi. İşte “yapamazsın” dedikleri bu işi de başarmıştı.
Gözlerini kesintisiz bir huzurla kapadı. Nerede okuduğunu hatırlamıyordu ama yaşlı Kızılderililer böyle yapıyordu ve sonuç mükemmeldi.Tam olarak bilemediği uzun bir süre sonra, belki bir sürü gece ve gündüz.. Dairesinin kapısının yumruklandığını, zilin uzun uzun çaldığını duyar gibi oldu. Sanki çok uzak birülkeden, çok hasret kaldığı, ölesiye özlediği fakat bunu dile getiremediği bir sesgeliyordu kapısının önünden. Fakat parmağını kıpırdatacak gücü yoktu.“Anne, anne lütfen kapıyı aç!
”Açamadı, ruhu huzurla dolmuş olarak büsbütün bıraktı kendini o boşluktaki sonsuz sessizliğe ve dipsiz yokluk çukuruna.