1 dakika okundu
Şerefe/Ebru Zeynep DİŞİAÇIK

Oldum olası severdim yolculukları, gözlerimin önünde uzayı veren asfaltın bilinmez kıyısını.

Yerleşmiştim koltuğuma. Ayaklarımı kenetlemiş, kollarımı kavuşturmuş, göz kapaklarıma hınzırca bir tebessüm fırlatmıştım kapanmaları adına.

Bedenimin bu söz dinler hallerini seviyordum.

Peki ya söz dinlemeyen ruhum!

Kaçak güreşiyordu, içime içime akıyordu, tüm uzuvlarımı iki arada bir derede bırakıyordu.

Taze aşkımdan kaçar bir halde koltuğuma sıkı sıkı yapışmıştım. Uzaklaşmak ikimize de iyi gelecekti.

İrili ufaklı horultular otobüsün içini sarmış, genç muavin kek servisine başlamıştı. Bense içimde süre gelen hesaplaşmalara, haklı haksız savaşlarına.

Kalbim ağrıyordu. Kan çanağına dönen göz bebeklerim ise bu ağrının birinci dereceden tanığıydı. Kurumuş dudaklarım ise madalyonun öteki yanı.

Gözlerimi sıkı sıkı kapadığımda görünmez sihirli değneğimi boşlukta beliren sevgilime değdirmek istedim.

“Okus pokus!” diyen dudaklarım morfinli bir tebessümden beslenir gibiydi.

Sevdiğim bir kurbağaya dönüşmeden önce göz kapaklarım anlaşmayı bozdu ve aralandı.

Muavin gence takıldı gözlerim. Eline mikrofonu almış, başlayan yolculuğumuzla ilgili gecikmiş giriş konuşmasını yapıyordu.

Anlık gözden ırak olan sevgilimin kurbağaya dönüşmüş hali zihnimin bir köşesinde asılı duruyordu. O halde iken bile sevimliydi, yeşilin en çekici hâli.

Düşüncelerin biri gelip biri giderken, zaman yapacağını yapmış ve mola için dinlenme tesisine varmıştık. Birer ikişer ihtiyaç molasına inenler vardı.

İnmeye niyetim yoktu, iyice kaykılmıştım koltuğuma.

Çantamdan uyku bandımı çıkardım ve yerleştirdim göz kapaklarıma.

Taze sevgilim yine belirdi zihnimde. Dudaklarını iyiden iyiye yaklaştırmıştı bana. “Öp beni!” diyordu usulca.

İnsan dediğin zihnine nasıl da takılıveriyor, hemen nasıl da gevşiyor.

Dudaklarımı büzüştürüp tam öpmeye hazırlanırken “Bi kahve?” diyen o ses ile 5.3 şiddetinde sallandım ve gözlerimi fal taşı gibi araladım.

Sevgilim yanı başımdaydı ve iri yeşil gözleriyle bana bakmaktaydı.

Elime tutuşturduğu kahve bardağı ile gülümsüyordu.

“Bensiz kaçmak ha! Bak bu yakışmadı sana!”

“Yakışmak”...

Zihnimde asılı kalan yeşil kurbağaya dönüşmüş sevgilime ihanet eder gibiydim. Yakışmamak eğer buysa...

Kahve bardaklarımızı birbirine tokuşturduğumuzda mola bitmiş, otobüs hareket etmişti.

Kulaklığın birini kulağıma yerleştiren sevgilim yan koltuğa iyice yerleşmişti.

Muavin ikimize hınzırca bir gülümseme fırlatırken şarkı son ses çalıyordu.

“Şerefine kederlerin, şerefine derlerin, şerefine olsun tüm sevenlerin.”...

Koltuğun kolçağında birleşen ellerimiz yabana atılmayacak bir sevginin tanığı gibiydiler.

Sevgilime kaydı gözlerim. Gözlerini kapatmış, müziğe kilitlenmiş, şarkının sözlerini mırıldanıyordu.

Boşalan kahve bardaklarımızı toplamaya gelen muavin gülüyordu. Gülümsemesiyle birlikte dudak kenarlarındaki gergin çizgi iyice çekiliyordu, elmacık kemiklerine dek uzanıyordu.

Avucuma küçük, birkaç kez katlanmış bir kağıt parçası bıraktı. Koltuğumda doğrulurken kağıdı açtım.

“Benimle evlenir misin sevgilim?” yazan nota uzun uzun baktım. Sevdiğim adam hala mırıldanıyordu. “Şerefine kederlerin, şerefine derlerin...”

Dudaklarımı sevdiğimin dudağına değdirmeden önce, zihnimin sol yanında asılı duran yeşil kurbağa iri gözleriyle gülümsedi yine. “Azat et beni” dercesine...

Hınzırca bir oyundu bu. İçsel hamleler yaptıran, şah ve matı kurgulayan...

“Okus pokusa” devşirdi dudaklarım.

Sevgilim gözlerini açtı. Yeşil kurbağa bilmem nereye havalandı.

Üç kere “Evet! Evet! Evet!” diyen dudaklarım savruktu.

Tadı kekremsi, az birazda kadife misali...