“Ah uçur şeyhim beni, uçur istediğin yere.”
O bildiği şarkı gibi mırıldandı bir iki defa bunu. Sakalını sıvazladı uçak kabininde bulutları izlerken. Allah’ım şu yarattığın gök kubbede, bulutların üstünde uçmayı bu demir kuşla nasip ettin ya, başka ne dileyeyim senden diye mırıldandı. Tespihiyle Allah’ın adlarını sıralıyordu uçak türbülansa girdiğinde. Korkuyordu zaten şu tayyare denen şeyden oldum olası. Uçak bir iki sallanınca tedirginlikle baktı çevresine. Allah’ın hangi kuluna nasip olurdu ki şahsına özel bir pırpırla İstanbul’a gitmek. Aklına o kıpkırmızı postta otururken himmetinden, hizmetinden sual olunmaz müridlerinden, ticaret ehli Ramazan’la cuma namazını müteakip görüşeceği geldi. On katlı plazanın gösterişli yönetici odasında bekliyor olacak şeyhini. Şeyhime bizim filodan bu lüks pırpırı tahsis edelim diye ısrar edince herifi kıramamıştı, adamın Allah’ın sevdiği kulu olduğuna kanaat getirdi iyiden iyiye.
Çok hazzetmezdi bu heriften. Mıymıntı, paragözün tekiydi zaten. Daha bir sene olmuştu sohbetlere katılalı. Malını iyi sakla, komşunu hırsız etme demişler. Adamın akçeli işler içinde olduğu söyleniyordu da Allah yolunda vazifelerini eksik ettiğini düşünmek haksızlık olurdu. Ramazan Efendi zikirden sonra kulağına eğilip o bahsini açtığı ihaleyi almak için müsteşarı aramasını da rica etti. Telefonu yazıyordu galiba Mehmet’in. İhale işleri ondan geçer deniyordu zaten. Geçen sene iftara çağırıp ne güzel bir sofra kurmuştu şeyhine Mehmet evladım. Tekkede bir köşeye çekip beni kırmaz demişti Ramazan’a Mehmet Bey için. Gün boyu peşinde el pençe divan koşturdu ihaleyi kapmak için. Komisyonu hayır işleri için efendimi bahşedeyim deyiverdi bir de. Allem etmiş kalllem etmiş şeyhini memnun etmişti nihayetinde.Yılışıkça gülümsüyor, kerametinden sual olunmaz şeyhini öve öve bitiremiyor, kıçından ayrılmıyordu günlerdir zaten.
Yav he he, diye herifi geçiştirse de illa ki bu ihale işini ayarlamasını istiyordu malum. Ağzı mühürlü müridleri onun konuşan, bağıran gözlerinden bile ilenirdi çoğu kez. Yine de ehli sünnet bir Allah’ın kuluydu işte. Severdi şeyhini Ramazan Efendi. Müridleri, Sait Efendi’nin son evliya olduğunu söyleyip ona büyük bir kutsiyet atfederdi zaten. Bir tayyare tahsis etmek de öyle mübalağa edilecek cinsten bir şey de sayılmazdı hani.
Allah ve meleklerinin salat ettiği gibi inananların da salavat etmesi farzdır, diye susturmuştu adamı. Zikir zamanı, sohbet zamanı demeden bu ağız kalafıyla ulu orta ihale işlerini konuşacak değildi ya. Adamın başı secdedeyken bile aklı ticarette besbelli. Bu herif salavat-ı şeriften de, tarikat adabından da anlamazdı ama hizmetini esirgemedi tekkeden biat ettiğinden beri.
Mercedesi de o tahsis etti dergaha geçen. Herhalde metro, otobüs, vapurla gidecek değil koca şeyh hazretleri deyiverdi yılışık yılışık. Bilmem kaç milyon liraymış, her şeyi elektronikmiş arabanın, zırhlı bir şey üstelik, Allah nazardan, tüm kötülüklerden korusun sizi, size yaraşır vasıtadır efendim deyivermişti. Bağış olarak yazarız o halde diye müridine cevap vermişti o da.
Allah bazen bu dünyayı da cennet yapar müminlerine. Ticaret erbabı eş dostunun hikmetinden sual olunmaz şeyhine nasıl biat ettiğini anlatıp duruyordu bu Ramazan Efendi. Şeyhim aşağı şıhım yukarı.. Seni dünyanın her yerinde cuma namazlarına, hac vazifesine taşır efendim benim demir kuş, diye ballandıra balllandıra anlatıyordu uçağı. Hakkını vermek lazımdı bu adamın. Az hizmeti geçmedi Allah yolunda. Kabe’yi, Mescid-i Aksa’ yı canın görmek istediğinde emrine amade bizim uçak diye sırıta sırıta anlatıyordu sohbet sırasında. Nihayetinde bulduk kendimizi Allah’ın inayetiyle bu uçakta. Yelleççi melleççi ama sayesinde tuvalete bile uçakla gideceğiz neredeyse. Şeyhim şıhım amel defterime günah yazdırmasın diye güzellemeye başlamıştı Said Efendi’yi geçen sohbette. Şeytana pabucunu ters giydirir bu adam diye söylendi içinden. Nasıl da gururunu okşuyordu müridleri güzel sözleriyle. Duaları eksik olmasındı..
Tevhit açarken şeyh gayet ağır tempoda, heceleri uzatarak euzü besmeleyle “Falem ennehû lâ ilahe illallah” deyince odadakiler de katıldı “llallah” diyerek. Bastırarak, ezgiyi abartarak zikire çevirerek yinelediler duayı. Kendinden geçmişçesine izliyordu Ramazan Efendi şeyhini. Ruhunun bulutlarda gezdiği, peygamber efendimizle sohbet halinde olduğunu hayal etti bir an. Musikişinas zakirbaşı Mehmet Efendi zikirde o güzel sesiyle ne de güzel Kuudî ayinini terennüm etmişti. Tekstil sektöründeydi o da, tunik, başörtüsü, namaz saati söyleyen seccade, helal don, tıbbi maske satışından hayli para kazanmış bir yıldır. Ramazan Efendi’yle ortak olmuşlar da büyüteceklermiş firmayı, İranlı, Katarlı müşterileri de varmış, duymuşlar şeyh efendinin mucizelerini onlar da.
Ramazan Efendi, rüyasında bulutlar üzerinde Cibril'in peygamber efendimizin vahiylerini şeyhim uçarken tembih ettiğini görmüştü de şıhım batında uçar da zahirde bir tayyareyi esirgemek müridine yakışır mı diye geçirmişti içinden. Ah şu ihale işinde kolaylık sağlasayd en azından. Müsteşar Bey sözünden çıkmazdı şeyhinin zaten. Bir dediğini iki etmezdi Sait Efendi’ nin. Mucizeyi kerameti yaratan Alllah’sa o da Allah’ın en makbul kullarındandı muhakkak. Sait Efendi rüyaya yattığında bir nice kerameti, mucizeyi kulağına fısıldayan meleklerden söz etmişti geçen sohbette de. Huşu içinde dinliyordu her biri. Allah’ın sevdiği kulu şeyhleri Kadir gecesinde daha ufacıkken kulağına dualarla mağfiret getireceği bahşedilmiş. Her sohbette Enderunlu Vasıf’ı, Şeyhülislam Yahya’yı hafzederek ballandıra ballandıra anlatırdı doğarken gördüğü nuru
“Bil kadrini zîrâ ki bu şehrin şeb-i Kadr’i , Bîşek sebeb-i mağfiret-i âlemiyandır.” beytini yaya yaya, ağır okurdu müridleri. Ramazan Efendi her seferinde de “Şeyhim, şıhım efendim, Ya Resul’un gül yüzlüsü” diye başlıyordu ağlamaya. Titreyerek, kendinden geçerek dinliyordu şeyhini. Ah şu ihale işini de hale yola koysaydı diye geçirdi bir yandan da.
“Oy yaradana kurban olduğum, hikmetinden sual olunmaz. Bu nasıl bir mucizedir hamdüsenalar olsun…” diye başlamıştı geçen akşam sohbete Sait Efendi. Allah kimi zaman kullarını açlıkla sınar, kimi zaman bu dünyanın nimetleriyle… Dünya nimetleri bu sınav yerinde mümine caizdir, diye sürdürdü sözü. Şimdi Allah’ın sevdiği kulu olarak tayyarenin içindeydi, cumayı Ayasofya’da kılacak,
Ramazan Efendi’nin şirketinin özel şoförü onu her yere götürecekti. Boğaz’a nazır bir mekân var, balığı, mezesi, etli yemekleri enfestir diye tembih etti sürekli uğradığı restoranı. Gitmemezlik olmazdı davet edildiyse muhakkak. Bulutların arasında gök kubbeyi seyredalarken uykuya daldı an. Yine mucizelerin, kerametlerin tecelli edeceği muhakkak diye geçiriyordu içinden. Sırt ağrıları sanki dinmişti gözü kapandığında.
Rüyalar alêminde Ramazan Efendi kasadan bir tomar parayı çıkarmış, cezb içinde kapıyı kilitlemiş; ibadet gizli olur efendim diyordu. Bir tomar para zikir sırasında kucağına düşüyordu Sait Efendi’nin. Yeni bir ihale açmışlar şeyhim, ehli müslime ticaret farzdır besbelli. Dualar aktı ardı sıra. Dualar çok sesliydi bir süre sonra.
Beş on dakika uyuyabilmişti besbelli. Yarım yamalak uyku serseme çevirmişti Sait Efendi’yi. Şehrin gök evleri üzerinde süzüldü uçak. Varmış olmalılardı belli ki. Uçak Yeşilköy’e indiğinde şirketin özel şoförü Sait Efendi’nin elini öpüp, arabanın kapısını iki büklüm açıverdi. Ramazan Efendi akşam sizinle buluşacak efendim, birlikte Beşiktaş maçını izlemeyi rica ediyor yemekten sonra. Stadyuma da bakıyor beyefendinin rezidansı. Boğaz’a nazır hem de. Ecdadımız fethettiğinde bir nice evliyanın İstanbul’a tepeden nasıl baktığını hayal etti şoför ona bunu söylediğinde.
“Hele cuma farzımızı yapalım sonrası Allah Kerim.” diye seslendi sakalı yeni yeni uzamış genç şoföre.
“Sevdiği kullardan esirgemiyor nimetlerini Allah’ü Teala. Ne güzel şehir bu yedi tepeli memleket” diye sessizce mırıldandı. Yol boyunca dev binalar, gökdelenler arasından ilerledi araç. Deri koltuğun bel ağrılarını dindirdiğini fark etti. Ne de konforlu yapıyordu bu ecnebiler şu lüks araçları.
Kıç dediğin rahatı severdi sonuçta. “Allah amel defterimizi hayırlarla doldurur her daim inşallah.” diye onayladı genç oğlan Sait Efendi’yi. İhale işi için bugün arayacaktı Mehmet Efendi. Belki o da gelirdi maçı izlemeye. Trafik kilitlenmiş yine, iş saati malum diye seslendi şoför. Göz ucuyla şeyhini izlediğinde çoktan Sait Efendi’nin uykusuna yenilmiş olduğunu fark etti. Belli ki yine bir nice keramet ve mucizeleri bahşedecekti müridlerine diye geçirdi içinden.
Telefon ısrarla çaldığında tatlı uykusundan uyanan Sait Efendi ekranda Mehmet Efendi’nin adını gördü. Gün içinde arayacaktı adamı, demek ki Ramazan oğlum onu da aramış dün diye geçirdi içinden. Çapaklı, yorgun gözlerini ovuşturdu otele yaklaşmışken. Genç şöför, dikiz aynasından hayranlıkla izliyordu şeyhini:
-Mehmet evladım, beni aramışsın? Ben de seni arayacaktım zaten. Bu akşam Ramazan evladımla görüşeceğiz. Cumamızı da beraber kılacağız inşallah. Malum cuma namazında kırk defa salevat getirenin kırk yıllık günahını Allahü teâlâ affedermiş.
Evladım, Ramazan Efendi şu hastane ihalesinden bahsetti bana. Allah’ın izniyle ihaleye girmek istermiş. Sen beni kırmazsın elbette. Ha bizim yatılı yurda bağışı da unutmayasın. Cuma farzımızı yapalım hele, akşama Beşiktaş maçını beraber seyrederiz istersen."
Telefondaki ses el pençe divan, emir telakki ederim cümlelerini yineledi üst üste.