2 dakika okundu
Akşam,Ölüm, Sardunyalar/ Erinç BÜYÜKAŞIK


Kendi ellerimle ördüm bu ağı bu apartman dairesinde. Tıkış tıkış ev. Ağlarıma takılı tüm anılar mezarlığım. Özenerek, inceden inceye attım her düğümü. Söyleniyordu bir başına kaldığında kendi kendine. İyice kızıyordu bu hayıflanmalarına. Yarı açık tutuk evine hoşgeldiniz. İstese de çıkamaz evden dışarı. Bir iki sefer kızı kolundan tutup beni çarşıya indirsene dediyse de çok istekli olmadı yeğeni. Üç katı bir başına inecek mecali de yok zaten. 

Şıp şıp şıp. Tekdüze ses yorucu geldi. Yine başladı bahar yağmurları desene. Günlerce de sürer inatla. Borulardan sızan su, pencere pervazında küçük bir gölet oluşturdu şimdiden, sabahına bir iki kumru da uğrar. Üşüme tuttu yine. Kombi deli gibi yanıyor halbuki. Omuzlarına gevşek örgülü, yün hırkasını geçirdi bu düşünceyle. Ah şu romatizma illeti, dedi içinden. Kız sabah gelip yemeğini hazırlamış, bir iki saat arkadaşlık edip çıkmıştı evden. Bu ağrılar, yaşlılığın onayı işte. Keriman Bey, o munis görünüşlü adam, az cazgırlığımdan, hastalık hastası oluşumdan dem vurmazdı hani. Histerikçe miyavlıyor kediler. Saçak altlarında dişilerini bekleyen pis hayvanlar. Erkek değil misiniz, hepiniz aynısınız işte. Yıllar önce kapıyı devirerek çıkıp giden herifin ardından biriken, büyüyen yalnızlığının otuz beş yılını kutluyorum. 

Çin çin, şerefe… Yok yok ayaklarımın üzerinde durmayı becerecek kadınlardanım bir kere. Kendimi öldürmek istersem de buna ben ben karar veririm,  herif toruna torbaya karışmış, hala aklından geçer onunla it dalaşın. Acınası geldi bu hali. Soluk alışları kesik kesik. Öksürükleri şiddetlendi yeniden. Pencereye delice vuruyor yağmur. Vazgeçemediği ince sigarasını çıkardı gümüş tabakadan bardaktan boşanan yağmura gözü takıldığında. Boynundaki sızı göğsüne iniyor sanki. Usul usul hem de. Bir anda götürse ya bu. Yok hayra alamet değil sızının usulca yayılması. Sağ eliyle yokladı orayı. Belki birkaç solukluk zaman kaldı. Tekli koltuğunda neyse ki. Orada ölmek düşüncesi huzur verdi. Sığınağında, kendi seçtiği kuytusunda geberip gitmeli insan. Seni aç açıkta bırakmamalı kocan. Ötesi fasa fiso. Rahmetli anası kızını şifon çarşaflara, ipek geceliklere layık bulan heriflere müptela kadınlardandı. Boşa mı alelacele evlenmesine göz yumdu o yıllarda. Ömründe kuş tüyü yorgan, şifon çarşaf görmüşlüğü de yoktu ya zavallının. Üç kuruşa tamah eden memurun biriydi babası sonuçta. Koltuk örtülerinin kenarlarındaki dantellere gözü ilişti yeniden, kendisi dikmişti. Kaç yıl oldu? Hatırlayamadı bir an. Neyi doğru düzgün hatırlıyor ki son zamanlarda? Göz nuru işler bunlar dediydi sahi evine uğrayan tek komşusu Şerife. Dantelli uçlardaki desenleri kendisi de beğendi göğsündeki ağrı bir an dindiğinde. Hakkını verirdi zaten dikiş nakış işlerinde. İki düz, bir ters… 

Rahmetli anasından öğrenmişti o nakışları. Sızılar. Bitmez tükenmez hale geldi son günlerde. Bütün uzuvları direncini kaybetti sanki. Dört yıldır romatizmadan muzdarip.  Kireçlenmiş bacaklarını ovmayı denedi, çirkin, deri deri üstüne binmiş ucube, cılız bir bibloya benzetti kendisini. Salondaki boy aynası da yalan söyleyecek değil ya. Ah Keriman Bey,  laf ebesi, laf ustası. Yatakta hımbıllık abidesi, bütün günahlar, suçlar bana ait sanki. Senin kadrini bilemedim aklınca. Niye unutmadın ki otuz küsür yıl evvelini. Bok vardı o yıllarda sanki.  O da geberip gitmek üzeredir muhakkak. Karıcığı dibinde dil altı ilaçlarını eksik etmiyordur. İki kızı varmış. Evlendirmiş ikisini de yıllar önce. Hemen babalık görevine atladı zaten benden kurtulunca. Aynadaki yansımasından ilendi tüm bunlar aklından geçerken. Sehpadaki su bardağına uzanmaya çalıştı o sırada. Bir iki yudum içseydi keşke. Gücünün tükendiğini hissediyor kaç gündür. Şerife, sen bizi  mezara gönderirsin dese de nafile. Yolcudur Abbas diye geçirdi içinden. Sokağın ölgün ışığında kedilerin canhıraş feryatlarla ortalığı inlettiğini işitti. Hala işitiyorsa umut var demektir. Kedileri yaşam belirtisi saydı koltuğa iyice gömülmüşken. Gün ortasında yeğenine nasıl da üsteledi onu öyle süsleyip püslesin diye. Kızcağız kadının çökmüş göz altlarına kapatıcı sürmüş, küçük dokunuşlar yapmıştı ısrarına dayanamayıp. Hala iş var sende demişti hatta muzır muzır. Yüzüne büyük bir puf ile açık bir renk pudra sürdürmeyi de unutmamıştı. İnsan ölecekse öte tarafa güzel ve bakımlı gitmeliydi sonuçta. Makyajını el yordamıyla aynasız olarak yaptığı birkaç ay öncesi geldi aklına. Topak topak olmuş pudrayla, maskara, kalem ve rujlarla acemice gençleşmeye çalıştığı birkaç ay öncesi. 

Ah gençliğimin etli butlu dudakları, Belgin Doruk kaşları, yanaklarımdaki allar, buğulu bakışlar. Kör olasıca herifin evden gitmesiyle ölüverdi hepsi sanki. Duvarda boydan boya gençlik yıllarının ışıltılı bakışı. Fotoğraflar eğreti çivilenmiş. Her fotoğraf gevşek mutlulukları yansıtıyor.  Yıllar sonra içini bulandıran, bir iç ağlamadan başka bir şeyin kalmadığı o anlar yığını hepi topu. Fotoğrafların her biri çoktan tozlandı. Bu kız arada siler eder de fotoğraflardaki genç halleri çıkıverirdi ortaya. O yıllarına gururla bakardı. O mini etekli, afet kadın erkeklerden hep çekti ya. Rahmetli gibi bahtsızım diye geçirdi içinden. Zavallı anası, babasının hükümranlığında ezilip bir deri bir kemik kalmış kadını düşündü. Musibetsiz nice şey kızlara geçermiş analarından. Talihsizlik de öyle. Erkeklerden yana şanslı olmamıştı gençliğinde. Sonunda frijit karıya çıktı adı mahallede. Bir celsede boşandığı kocasından sonra hiçbir erkeği koynuna sokası gelmedi ya. Ah ahmaklık. Bir bok vardı sanki Keriman Bey’e böyle saplanıp kaldın sonunda. İnce kemikli omuzları ürperdi. Oysa pencere sıkı sıkıya kapalı. Derin derin nefes almaya çalıştı. Ne diye hala tutunuyorsun  ki hayata. İnsan yutkunabiliyorsa hala yaşamaya değer bir şey var dedi içinden. O kocaman hüzünleri, eski kırıkları, artık yeter’leri evden atmalı. Yarın kıza tembih etmeli, evi temizlesin iyice. Köşe bucak her yeri. 

Apartmandakiler istifçi gözüyle görüyorlar onu ne zamandır. Evin içi anı mezarlığı gibi. Anılar da öyle kolay atılmıyor işte. Neler diyorlar hakkında, yeğenine zorla söyletti geçen akşam hepsini. Şerife de az dedikoducu değilmiş, az laf taşımıyormuş onlara. Suskun, ketum, deli, istifçi. Kocası da sessizliğinden ilenirdi hep zaten ya.

-Senin dilin yok mu be balım? Hiç konuşmaz mısın? Cicim aylarının sevecen sözcükleri zamanla yerini öfkeye bırakırmış. Belgin Doruk’la öpüşen o sırım gibi aktörlere benzemiyordu zaten herif. Evliyken ikisi  adamın yağlanmış, hımbıl gövdesini görmemek için gözlerini kapattığını hatırladı. İşi bitsin hele, dayan derdi kendi kendine. Her gün eve geç gelen diğer kocalardan biri olmasından da memnundu üstelik. O gecelerden başladı tanımadığı, hiç yüzünü görmediği adamları rüyalarında yatağına alışı. Eve geldiğinde inatla laf sokmasa katlanır giderdi Keriman Bey’e de.… Rüyalarındaki adamlara ayırdığını hatırladı en güzel, yumuşak sözcükleri o yıllarda. Az çektirmemiş Kerim Bey’e desene diye keyiflendi o an.

-Ne zaman güldün ki ulan kocana? Ne zaman canım kocacım dedin. Yatakta bile buzdolabıydın. Tohumsuzluğun da cabası. Hep gülmek istemişti halbuki. Babası hanım kızlar ulu orta gülmez dedikçe susmuş, sözcükleri dillendirmeyi unutur olmuştu. Ne büyük bir yüktü insanın içine konuşması. Kayısı dalı gibi bir kızken içinden bağıra çağıra şarkılar söylediği de oldu halbuki. Mutlu mevsimlerinde doya doya güldüğü yıllar. Evlenince saksılardaki menekşe, gül, sardunya da soldu ya. Sehpadaki suyu zorla yudumladı o yıllar zihninde gezindikçe, ilaç zamanını aksatmamalı. İlaçlardan mavi ve kırmızı olanı ağzında eritmeyi denedi. Ekşi tat midesini bulandırdı.&nbsp; Sabah gelecekti kız eve. Akşam uğrama dediydi. Onun hey heyli zamanlarında sözünü dinlerdi yeğeni. Yine inziva zamanı gelmiş teyzesinin deyip yanağına kocaman bir öpücük kondurup çıktı evden. Radyoda Zeki Müren’in Veda Busesi çalıyor. Mırıldandı biraz. Sesi detone çıktı mırıldanırken.&nbsp; <em>“Hani o bırakıp giderken beni, bu öksüz tavrını takmayacaktın.”

Akşamın alacasında bulutlu, çisentili göğe baktı. Güneş gören evin tek penceresinden yansıyan karanlık ve yağmur canını sıktı yine. Mart kedileri tüm azgınlıklarıyla mahalleyi delirtiyor. Kedileri kıskandı. Bir zaman sonra kıskana kıskana o mendeburları kıskanıyormuş insan. Dünya âlemin önünde iş pişiriyorlardı her biri. Kimsenin de gıkını çıkardığı yok. Vücudundaki karıncalanma hayra alamet değil. Koltuğa iyice gömüldü o sırada. Ağrıları azdı iyice. Tatlı bir hayalin içinde buldu kendisini. Saniha’nın ellilerindeki oğlu Murat’ın güçlü kolları arasında cılız ama kadınsı gövdesini hayal etti. Bu delice hayal zırt pırt uğrar oldu ya son günlerde. Aynadaki cılız, çökük kadından daha dişi haline şaşırdı ilkin. Yaşına göre hala alımlı, güzel. Yıllar geçmesine rağmen tonton, sevimli teyzelerden daha kadın kalabildi demek ki.

 Murat şehvetle öpüyordu dudaklarını. Adam, elleriyle bacak arasında gezinirken kadının iniltileri artmıştı. Göğüslerini, kalçalarını o kocaman kıllı elleriyle avuçlayan Murat’ın erkekliğini üzerinde hissettikçe içindeki arzunun yıllar içinde yitmediğine sevindi. Murat, Saniha’yla birkaç sefer ziyarete geldiğinde bıyık altından muzır muzır gülümsedi vallaha. Kaçın kurasıydı o. Teyze deyip dursa da bakışlarında başka şey var besbelli. İsteyen, arzulayan bir şeyler. Geceleri o bakışları düşündükçe içi bir hoş oluyordu ne zamandır. Şimdi adamın güçlü kollarının arasında, çırılçıplak, aynı yataktalar. Sokak lambasının çiğ sarısı yatağa vurduğunda soluk alışları kesik kesik. Ah şu cilveleşmeler, aşk oyunları. İnsanı hayata daha da bağlıyor sanki. Soluk alışları hızlandı. Adamın sakallı yüzüne ıslak öpücükler kondururken keskin bir acı yüreğine iniverdi. Hayalindeki adamın çıplaklığı zihninde son kez gezindi.

Çilingir zar zor açtı kapıyı. Bunlar çok eski kilitler Şerife abla, şu telle açmayı deneyeyim. Homurdana homurdana zorladı kilidi. Hapishane kapısı gibi maşallah, diye söylendi. Kapı değişik boylardaki tellerle açıldığında kocaman bir gıcırtı duyuldu. Odayı kuşatan ölüm kokusu içeri doluşan konu komşunun midesini bulandırdı. Bembeyaz, kaskatı kesilmiş yüze acıyarak baktı herbiri. Yeğeni belli ki dün uğramamış. Yok kız, zavallıcık aradı zaten beni.&nbsp; Kaç defa kapıya vurduysa da nafile&nbsp; açmamış rahmetli. Anahtarı da kayıpmış herhalde kızın. 

-Komşu be, rahmetlinin yüzünde ne tuhaf bir gülümseme var.