Sokağın başlangıcında yan yana ve hazır kıta duran adımlarım nasıl da itaatkârdı. Önümde uzanan yol ise öylesine belirsiz ve sessiz… Asfalt tüm ayak izlerini kabullenircesine anaçtı.
Sol ayağım, sağ ayağımı geçmeye yeltenince yol önümde sendeledi; bedenim ayarsız bir ikileme girdi.
Yolun sonunu göremiyordum, düzensiz bakışlarım hemen sağımdaki kaldırıma tutunmak ister gibiydi.
Ayakta durmaya yeltenen eğreti bedenim kendini kaldırımın birine bıraktığında, yolun sağında ve diğer solunda nice hikâyeler barındığına tanık oldum bir anda.
Ayaklarıma bakıp gülümsedim ve “Bir işe yaramazsınız!” dedim sitemkârca.
Kaldırım üstü yaşamlar göz bebeklerime kurulmuştu adeta. Kimliğimi unutmuştum ve yaşamlara geçişler yapıyordum.
Evsizler uyuyordu battaniyenin altında, ayak parmak uçları battaniyenin dışında… Siyaha dönmüştü tabanlar, kaskatı kesilmişti parmaklar.
Yaşlı ve yorgun bir köpek ilişiyordu tam yanına ve kıvrılıyordu usulca.
Gece mesaisinden dönenler fakat evine girmek istemeyenler, günün hesaplaşmasını bir duvar dibinde çıkarıyordu çok sesli ağlayışlarıyla.
İçkiye sığınanlar, medet umanlar, kahvenin kırk yıllık hatıra sığan kokusunu gurbette bırakanlar yan yanaydı.
Şişeler çarpıştığında “şerefe” diye taçlanıyordu içlerinden söküp atamadıkları.
Kimdim? Ne idim? Ne işe yarardım?
Dönen tüm bu hikâyelerin hangi arasındaydım?
Cicili bicili botlarıma dönen bakışlarım yine gülümsedi. “İçine ettin geçmişin, bugünün ve geleceğin!”
Monologla beslenen kalbim seviye atlamışcasına ilk hamlesini yaptı. Bağcıklarımı çözdüm ve botlarımı ayaklarımdan sıyırdım, kaldırımın kenarına iliştirdim. Ayak tabanları siyaha dönmüş evsizin ayak ucuna kıvrılmaya niyetlenmiştim bir kere. Tabanlarım onun ayak tabanlarına değdi değecek şekilde…
Tam o sırada çekirge sesleri kapladı sokağı. Çekirgeler… Yaşamı kaldığı yerden sürükleyen sesler…
İtaatkâr botlarım ve ben, kaldırım üstü yaşamların öteki yarısıydık.
Ortama hızlı ve keskin bir iniş yaparcasına...