Kirpik hizasından suya dökülüyordu sanki yaşanılan her şey. Geçmiş bir su birikintisine hasret gibiydi. Belkide bir iç döküşün motifli haliydi.
Suya konuştu Mücella. Oluk oluktu anlattıkları. Günleri bitiriyor, haftaları deviriyordu. Lakin susmak bilmiyordu.
Akan suya emanet ettiği cümleler yaşanmışlıkları alıp götürüyordu. Bir nevi başka kıyılara belki de başka başka göz çukurlarına uzanan bir yolculuktu.
Mücella bugüne dek hep susturulmuştu. Dudaklarına vurulan bu kelepçe tam da şimdi, akan bir suyun tanıklığında dudaklarından uçurulmuştu.
Nehrin kıyısında olduğu yerden doğrulan Mücella, tüm ifrazatı bırakmışcasına rahatladı. Ellerini ürkek bir şekilde dudaklarına götürdü, içinde irinleşmiş hale gelen yerleri berrak ve hafif hissetti.
Gülümsedi. Önce dudaklarını sevdi parmaklarıyla, sonra iki örgülü saçlarını uzattı sağlı sollu yukarıdan aşağıya.
Ambulansın sireni acı acı ortaya yayıldığında Mücella önce panikledi, sonra da yanına gelen iki hasta bakıcıya kendini emanet etti. İri gözleri parlaktı.
Ambulansa bindirildiğinde habersizdi vurulan iğneden.
İlmek ilmek ayrılırken bedeni, dudak çizgisi iki ucundan çekilmiş gibi gergindi.
“Kustum” dedi Mücella. “Kustum”
Ambulansın içinde anlamsız bakışlara gebe olan gözler birbirine kenetlenince ambulans tozu dumana katarak oradan ayrıldı.
Bir çift göz uzunca baktı ambulansın arka camından.
Akıp giden sulara, akışkanlığa...