İnsanlar dik başlı biri olduğum konusunda hemfikirler. Haksız da sayılmazlar. Genetik aktarım, kabul ediyorum. Ancak bana rağmen, benim de ara sıra başım öne düşer. Yere bakarım, toprağa. Üzerindeki çimene, açmışsa bir çiçeğe, dalından düşen bir yaprak varsa ona. Sonra önüme bakarım. Yürümek gerek çünkü. Yürürken de önüne bakmalıdır insan. Ben de öyle yaparım çoğu zaman. Ve ara ara, durup etrafıma da bakarım elbet. Ancak durmakla vakit kaybetmemek gerek. Yolda olmak, yürümek gerek…
Ve göğe bakarım. Belki daha çok ona bakarım. Yürümek için yol gerek, yol için ise hedef. Hedefi belirlemeden önce düşünmek, düşünmeye başlamadan önceyse hayal etmek gerek. Aslında her şey, her durum, her eylem, her düşünce hayal kurmakla başlar. Başlamalıdır da. Hayal kurmadan yola çıkılmaz. Çıkılsa da pek uzun sürmez o yolculuk. Yürünür yürünmesine de yol uzar, yolculuk zaman alır ve yorar. Mecburen mola verirsin. İşte o mola, yine hayal kurmakla olur. Gözlerini yumarsın, derin bir nefes alırsın ve…
Bazen de gözlerin yumuk olmaz, denize bakarsın. Gördüğün tek şey maviliktir. O mavilik, göz kapaklarının yerine örtüyordur aslında gözlerini. Görmek hayal etmeye dahil değildir, gerçeğe gebedir. Gördüğünde o şey olmuştur zaten, yaşanmıştır, bitmiştir ya da bitmek üzeredir. Yani vardır. Hayal etmeyi bırakabilir ve ona dokunabilirsin veya seslenebilirsin. Sana cevap vereceğinden emin olabilirsin ya da vermeyeceğinden. Ancak hayat etmek bambaşka bir şeydir. Var etmenin gücünü taşır, yükü ağırdır. O yüzden karanlığa ve daha da elzem, kararlılığa ihtiyaç duyar. Kararlılık sadeliktir buradaki bahse konu olan. Mavinin olduğu gibi sakinliktir ve belki biraz da sessizliktir. Sapsarı bir buğday veya günebakan tarlasına bakmak da denize bakmak kadar kararlılık içerir. Bu durumda mavinin pek suç birliği yoktur sizinle ve kurduğunuz hayallerle.
Benim kararlılığımın işbirlikçisi gökyüzü olur çoğu zaman. Turgut Uyar’ı dinler, göğe bakarım deli gibi. Ve bazen kafama gökyüzü düşer. Ben de düşünürüm. Aklıma bin türlü şey gelir. Birkaçını yaparım. Bir kısmından kendi isteğimle vazgeçerim. Bazılarını yapmak için denerim ama çoğunu yapamam. Çünkü hepsini yapacak vaktim olmaz. Birini ya da ikisini, nadir de olsa üçünü, hadi diyelim dördünü yaparım ama beşi geçmez yaptıklarımın hepsini saysak. İnsanlar ‘on parmağında on marifet’ deseler de benim için, “bir elim işte öbür elim oynaşta” olma ihtimalim oldukça yüksek, itiraf ediyorum. Kapasitemi bilirim, haddimi de. En azından yapmaya gayret ederim. Yaptıklarımla var olurum çünkü, bilirim. Bilmek önemlidir benim için, çok da değerli. En fazla bilmek için uğraşırım. Çok zamanımı alır bu. Yapmakla değil de düşünmekle geçiririm zamanımın çoğunu. Çok düşünürüm. İnce elerim sık dokurum. Boşa koyarım dolmaz, doluya koyarım almaz bazen. Elerim unumu, eleğimi duvara asarım ve “tamam” dediklerimle yola düşerim. Hiçbir şey tamam değildir oysaki bilirim, yine de kervan yolda dizilirmiş derim ve tamamlamaya, daha doğrusu tamamlanmaya uğraşırım. Hep bir eksik olur, eksik kalır, kalınır. Yaşarım bunu. Eksiklik hep vardır. Eksik olana rağmen tam olma çabasıdır belki de insanı tamamlayacak olan. Kim bilir, tam olmaktır belki de en büyük eksikliğimiz…
Yüklerimden kurtulmaya niyet ettiğimde eksilir miyim diye düşünmedim hiç. Eksilmek, sadeleşmek beni tam kılacaktı belki de. Hayatımdaki sıkışıklığı bitirecek, bana alan açacaktı. Nefes alabilecektim. Alıyordum zaten nefesimi, ancak bodrum katında gibiydim. Bir üst kata taşınmak, sonra bir üst kata daha derken çatı katında olmayı diledim nedense. Göğe yakın olmayı hak ettiğimi biliyordum. “Neden olmasın” dedim. Ben, dağların denize paralel uzandığı bir diyardanım. Havası gibi serttir mizacım bu yüzden. Bir anda köpürebilir, yalçın kayalıkları dövebilir kudrete sahip olabilirim. Her an olmasam da istersem o güce erişebilirim. Ama tehlikeli değilim. Fırtınada denize girmek isteyenlere bir şey diyemem, ancak onları uyarabilirim. Genel tavrım uyarmak olur. Yine de deli dalgalara rağmen ben yüzerim diyen olursa karışmam. Canımı sıkmadıkları, suyu bulandırmadıkları sürece bulaşmam kimseye. Aksi bir durum olduğunda bedelini ben ödemem çünkü, bunu bilen bilir. Bilmeyene de ben söylerim. Kelimelere döktüğüm de olur, hareketlere yüklediğim de. Konuşarak anlattığım da olur, susarak anlaştığım da. Bakan görür beni, bakmasını biliyorsa. Dinleyen de duyar, eğer istiyorsa. Söylemişimdir ya da söylüyorumdur. Hiçbirini yapmamışsam ki bu en kötüsüdür çünkü susmuşumdur ve birazdan her şeyi açıkça ve korkusuzca söyleyeceğim. İstisnai durumlar olsa da bilmekle kalmamış, başkalarının da bilmesini her zaman sağlamışımdır. Sevdiğimi, sevmediğimi bilirler. Ben de bilirim… Bir çiçeğin günahına asla girmem mesela. Papatya falına bakmak yerine merakımın gözlerinin içine bakarım. Dilim sormasa da yüreğim sorar sessizce. Yürekler sessizce anlaşırmış birbirleriyle ya, ben de sessizce alırım yanıtımı. Ve bu yüzden susarım genelde. Çünkü sessizlikte duyarlarmış birbirini kalpler. Susmak bu yüzden gerekli ve önemliymiş. Gönüller muhabbet edebilsinler diye.
Çok konuşuyorsam eğer kırılmamışımdır. Henüz keyfim yerindedir çünkü içimdekileri döküyorumdur. Bir bilmece yoktur ortada en azından ya da şahsen ben bir muamma değilimdir. Benim için tek bir papatya dahi koparılmamıştır, en azından bunu bilirim. Olsa olsa sevineyim diye buketlenmiştir o papatyalar ki o da muhtemelen çiçeği dalında ve toprağında sevdiğimi bilmeyen birileri tarafından yapılmıştır. Bilseler yapmazlardı. Beni bilenler bilir; papatya fallarına inat, “seviyor” çıksa da sonucu, sevmezdim böylelerini. Sevemezdim…
Konu dağıldı, farkındayım ancak ben hedefimden şaşmış değilim. Bütün bunlar sadece yazmak içindi. Yazmaya karar verdiğim o ilk günün öğretisiydi bütün bunların sebebi. Yazılan her şey benimle ilgili, bana dair ve benim içindi. Montaigne’in bir sözü ile bitireyim yazımı. ”Hedefi Olmayan Gemiye Hiçbir Rüzgâr Yardım Edemez”. Ben de kendi gemimi, kendi rüzgarımla, kendi denizimde yüzdürdüm az önce. Ne kimseye rüzgâr olmaktı niyetim ne de yol göstermek. Olsa olsa yolumu göstermek olurdu ki onu da rastlaşma ihtimalimize karşı yapardım. Hani siz de belki bir gün o maviliklere bakarsanız ve belki beni orada görürsünüz. İşte o zaman şaşırmayın diye, yoksa sorularınızı papatyalara sormayın diye değil…
Kalın sağlıcakla...