Camdan sokağı çepeçevre kuşatan konduların üçüncü, dördüncü çıkma katlarına gözü iliştiğinde hatırladıklarının silikleştiğini fark etti. Gün batmak üzere. Kemal bir iki saate döner işten. “Yemek hazır mı?” diye sorar kapının eşiğinde ayakkabısını çıkarırken. Bok yesin. Sahi domates salçası mı biber mi daha iyi gider yemeğe. Ellerini dizlerinin üstünde dalıp giti o an. Nesrin’in sesiyle irkildi. Bizimki de kıçını yayarak sızıyor çoğu kez. Neyse arada hevesleniyor bana. Çocuklar işitmesin diye kapıyı bacayı da kapatıyor vallaha. Gülmeye başladı çayını höpürdeterek içerken.
“Günlerdir kukumav kuşu gibi oldun evde, söyle Kemal’e de çıkarsın parka, deniz kenarına falan seni. Biraz da süslen, tak takıştır. Dolaşın, biraz hava alın bari. Böyle evde tüm gün delirirsin kız.
Benim vurdumduymaz kör Ayvaz mı yapacak bunu? Teneşire tahtaya gelesice herif.” Düşünceleri iyice bulanmıştı, içinde koca bir yalnızlık birikti. Nesrin’in gözlerindeki şaşılası oynaklık, coşku bir an yitip gitti. Durgunlaştı o da, deminki neşesi sönüverdi Nermin’in sus pus halini gördüğünde. Dalgın dalgın televizyondaki kavga eden kadınlı erkekli kalabalığa çivilendi bir an. “Kekin güzel olmuş komşu, havuçlu değil mi bu? Tarifini alayım bugün.” O da eğlendi söylediğiyle. Belki kaç kez almıştı Nermin’den o kekin tarifini. Laf olsundu işte.
Kaç yıl önce binmişti o vapura? Geçen yıl mı, ondan önceki mi? Yıl sözcüğünü yabancıladı. Zihninde her şey silik. Ada vapurundaydılar o gün. Öğle üstü güneş tepedeydi hatta. Bostancı sahili boyunca uzanan kocaman evlerin apaydınlık ışıkta güneşle eriyip kaybolduğunu düşünmüştü ilkin. İki gözünü de yummuştu. Hafif hafif esen yele bırakmıştı kendisini. Murat kucağında uyayakalmıştı. Oğlanın mutlu yüzünü görünce içlenmek gelmemişti içinden. Daha demin simitin lokmalarını nasıl da yutuyordu, yorgunluktan sızmıştı besbelli. Göğün ve denizin alaca maviliğini seyre dalmışken renklerin birleştiğini, tek vücut olduğunu fark etmişti. Yekinmek için oğlanı bir kenara almayı düşündü hatta. Daha bir gece önce Murat sayrılar içinde uyanmıştı, yüzü sapsarıydı. Rengi yerine gelmişti çok şükür. Kemal gülümsemişti ona. Eksik, kırık gelmişti adamın gülümsemesi. Ter bastı yine. Tanımadığı duygular birikiyordu ne zamandır, bas bas bağırası vardı. Evde görünmezliğine inat ben buradayım diyesi, hatta dolu dolu küfredesi. Üstelik erkek milletinin bile ağza alamaya- cağı cinsten olanları..
Nesrin’in kocası heves ediyormuş ona. Böbürlen bakalım. En mahrem yatak hikayelerini utanmasız, sakınmasız anlatırdı her gelişinde zaten. Abartıyordu muhakkak, birçok hikayesinin Nesrin’in bitmez fantezileri olduğunu düşünür olmuştu zaten. Kuru eriğe dönmüş suratıyla nasıl da caka satıyor bana. Nermin yatakta bir başınaydı çoğu kez geceleri. Rüyaları vardı, bölük pörçük, yol arkadaşı gibiydi hepsi. Kemal yatağın diğer köşesinde horultuyla uyurken tanımadığı yabancı adamlar giriyordu bu rüyalara. Uzun süredir ruj sürmediği, hiç öyle süslenmediği halde sanki on yıl öncesinden gelen yüzü, diri vücuduyla gençten birileri dudaklarıyla memelerini, boynunu, en mahrem yerlerini yalıyor, öpüyor, ona arzuyla dokunuyordu. Her gece farklı bir yüz giriyordu rüyasındaki yatak odasına. Sertliklerini içinde hissederken kan ter içinde, çoğu kez bir suç işlemiş gibi uyanıyordu. Hele o öpüşleri. Fransız öpücüğü dedikleri cinsten, ateşli dokunuşlardı. Kocası bilmezdi öyle şeyleri zaten. Cibilliyetsiz herif, sen kıçını yay, sal tüm gece. Nasıl da ter basmıştı uyandığında. Rüyasındaki adamların hiçbirinin yüzü Kemal’e benzemiyordu. Kocasının genç halleri de değildi üstelik. Filmlerden falan gelip konuk olmuşlardı sanki oraya. La havle, içime şeytan mı girdi ne, Allah’ım sen büyüksün diyerek kendince tövbe ede ede uyanıyordu geceleri. Odada ekşi, mide bulandırıcı koku. Kemal’in ter kokusuna karışan keskin bir koku. Pencereyi açmalı, havalansın içeri. Yıkanmayı bilmez ki iş dönüşleri herifçioğlu. Nesrin’in kocası heves ediyormuş demek karısına. Nasıl da kurum kurum kuruluyor anlatırken kocasının onu nasıl becerdiğini.
O sabah da ürkerek, soluk soluğa uyandı. Kemal’le evlendikleri ilk yıllarda şehrin büyük parklarında, kuytu köşelerde Nermin’e sarılıp nasıl da öper severdi... İncecik beli, renkli basma entarisiyle başka bir hoş görünüyordu o zamanlar adama bu kadın. Abartmadan makyaj yaptığı da oluyordu o yıllarda. Ne de çabuk çoluk çocuğa karışmıştı ikisi de.
Bir titreme tuttu ne zamandır, nefesi kesiliyor arada. Böğrümden ciğerlerime dek yayılan bir sızı var. Sigortada bir doktor var, görünsene ona. Çayı tazeleleyeyim mi? Kekten daha var bu arada. Menopoz belirtileri bunlar Nermin. Gök boz bulanık, hava ayaza kesmiş üstelik. Sobada odun, kömür cayır cayır yanıyor. İki kadının konuşmaları susuşlarla kesilir oldu. Menopoz olan kadın geceleri öyle rüyalar mı görürmüş, dellenme kız. Açmalı mı o rüyaları bu kadına? Ekrandaki sesler korosu yayıldı odaya. Televizyondaki gezi programında, çok gezen mi neydi, Paris denen şehirde geç genç kadınlar, yakışıklı oğlanlarla Eyfel’in önünde öpüşüyorlar, bol bol fotoğraf çektiriyorlardı. Nasıl da imrenmişti onlara, piyangodan büyük ikramiye çıksa ancak gideriz bu gidişle diye geçirdi aklından. Kızın test kitabına ihtiyacı varmış. Kemal, “Okulda ders kitabı nelerine yetmiyor hocaların!” diye çıkıştı kıza. Gelecek yıl bir de üniversiteye sınavı, kurs falan darken nerden bulup buluşturacağız kim bilir. Büyükada’da piknik yapmışlardı o gün. Rüzgâr püfür püfür esiyordu. Ne de mutluydu o gün. Filiz’i tersleyince akşam akşam nasıl da canı sıkıldı kızın. İstediği bir test kitabı hepi topu. Kız okulda da başarılı halbuki, her yıl takdirle gelir. İnsan talihine şükretmeli kuzum. Allah büyüktür, git hocalarıyla konuş, bir fikir verirler muhakkak. Çayı yudumlarken höpürdetti yine Nesrin. Zamanın beti bereketi kalmamış anlayacağın. Şu ev de bizim olmasa bu koca şehirde Kemal’in kazandığıyla geçinmek mümkün değil. Kemiğin yağlısı bize düşmez ki zaten. Bir zamanlar melaike gibi adamdı Kemal. Sesi yumuşacık çıkar, yüzü gülerdi sık sık. Bunca yıl sonra “Yemekte ne var?” diye sormaktan başka konuşacak bir şeyi kalmadı sanki adamın evin içinde. Bok ye! diyesim geliyor son günlerde herife. Öyle kinlenmeye başladım ki adama. Kadın üstelemeden habire dökülüyordu Nermin. Sanki acıyarak dinliyordu kadın onu, derdine ortakmışçasına üzme kendini bu kadar diyorsa da sahici gelmedi komşusunun sözleri. Ben senin ciğerinin içini bilirim be kadın, bana aklınca acıyarak halinden mutlu oluyorsun besbelli. Kocası ona heves ediyormuş güya. Oğlanın da huyu suyu babasına benzemeye başladı gitgide. O da ketum, hımbıl, suratsız. Dikleniyor son günlerde bana.
Tüneğinde uyuyan muhabbet kuşu kafesinde kıpırdadı, ötmeye başladı ardından. Nesrin sigara paketinden bir tek çıkardı, tüttürmeye başladı. İnce belli bardaktaki çayı keyifle yudumladı.
Nermin’in düşlerinde o adamlar puslu. Kemal bir türlü ilişemiyor bu düşlere. Televizyondaki kadın yemek tarifi vermeye başladı o sırada. Çeşnisi bol olmalı imambayıldının. “Sahi sela okundu demin duydun mu? Allah rahmet eylesin komşu, sonuçta hepimizin gideceği yer belli.” Gevşek örgülü, yıpranmış hırkasını çekiştirdi. Aç açıkta değiliz çok şükür. Böyle düşününce daha az mı helak edecekti kendisini. Nermin kocaman gözlerini kısarak güldü o sırada. Yemeğin salçalısı, kadının kalçalısı demişler. Hadi ordan onun için mi tüm kadın milleti diyet yapıyor habire.
Nermin’in gözü perdeleri açık odaya vuran ışığa ilişti. Sokağın duldasında, kapının eşiğinde yağmurun dinmesini bekliyor gibi hissetti kendisini. Minareden ezan sesi yükselmeye başladı. İmambayıldı, ne gülünç bir yemek adı. Benimki içime içime ağlama sanki. Duyulmaz bir ses, ağıt... Yıllar sonra Kemal’in de benim de gözlerimizin feri sönmüş besbelli, ışıl ışıl değil artık bakışlarımız. Fark ediyorum da benim adamın omuzları daraldı, kamburu çıktı iyice. Hırkayı çıkarıp bir kenara koydu ter basınca. İçimdeki kuyu öyle derin ki, dibi yok sanki. Geçen bizim oğlan eve boncuk misali kara gözleriyle ağlaya ağlaya girdi içeri. Semtin kırdı kaçtı oğlanları tebelleş olmuş çocuğa. İtip kakmışlar mahalle maçından sonra bizimkini. Gıkını çıkaramamış, babası gibi pısıp geldi eve. Kemal de fabrikada ses etmiyor tepesindeki usta başına. Adam fabrikada demediğini bırakmıyormuş Kemal'e. Ciğeri beş para etmez herifler höt höt konuşur, diklenir de bizimki gıkını çıkarmaz, eve gelince aslan kesilir. İkisi de bana diklenmeyi biliyor ancak. Oğlan da babasından gördü besbelli. Soydur çeker boktur kokar derler ya. O gün oğlanın kara, kıvırcık saçlarını okşaya okşaya sakinleştirmiştim de ağlamayı ancak kesti. Sobaya bir iki kürek daha mı atsaydı? Gök bulanıp güneş kaybolur kaybolmaz iri iri damlalarla yağmur atıştırmaya başladı. Geceleri o rüyalar... Bölük pörçük hepsi... Ne kadar tövbe etse de sabahları, vazgeçemiyor o puslu hayallerden.
Yine dalıp gitmişti. Eyfel’in önündeki kalabalıkta Kemal’i görür gibi oldu. Gülümsedi ona. Yaklaştı yanına. İncecik bir el dokundu omzuna. Gün aydınlığında tanımadıkları şehri izledi ikisi de. Gençlik yıllarından çıkıp gelmişti sanki adamın yüzü. İkisinin dudakları birleşti puslu görüntünün ortasında. Nermin özlediğini fark etti o an. Neleri özlüyordu ki? Kadınlığını, genç hallerini belki de. Kemal’in onu nihayet gördüğünü, fark ettiğini hissetti o sırada. “Tut elimden güzelim. Hadi bakalım gezelim şu aşıklar şehri dedikleri yeri,” dedi adam Nermin’in kulağına fısıltıyla.
Tenceredeki yemek ateşin üstünde pişmeye başlamıştı çoktan. Mutfaktan yayılan koku tüm eve yayıldı. Biber değil de domates salçası mı koysaydım acaba yemeğe? Yok yok tuzu falan kararındaydı muhakkak. “Kız pul biberi bol bol katsana yemeklere. Şu televizyona sık sık çıkan uzman var ya hani... Geçen programda da dedi pul biberin heriflerin cinsel gücünü de arttırdığını.”