Büyük acılar, büyük kayıplar, her çaresizlikte depreşiyordu. Boyunları bükük kaldı. Dilenci gibi oldular kimi gün, kimi gün de hayatta kaldıklarına isyan ettiler. Bu yaşam cocuklar ve yaşlılar için çok zordu. Felaketin ilk günlerinde soğuktan dondular, şimdi ise sauna gibi olan çadırlarda kalıyorlar. "Biz nerede, nasıl yaşıyoruz?"
Elli yıl önceki hayatımıza ağır kayıplar vererek döndük. Pamuğa gittiğimiz çocukluk günlerimize döndük. Ama o zaman çocuktuk; dayandık, şimdi yaşlandık biz dayanmaya çalışsak, yüreğimiz ne kadar dayanacak." diyordu altmış beş yaşındaki teyze.
Akıttığı her gözyaşındaki acıyı ve çaresizliği gördükçe içim parçalanıyordu.
"Ben, ailemden 12 kişiyi kaybettim.” dedi, parmaklarıyla saymaya başladı. ”Eşimi, abimi, yengemi, abimin çocuklarının üçünü, hepsi gencecik gitti. Ablamı, eniştemi, ablamın oğlunu gelinini, iki torununu kaybettim , sekiz gün boyunca her gün cenazemiz vardı. İlerdeki günlerde, kaybettiklerimizi toprağa verdiğimiz için "iyi ki " diyeceğimizi aklımızın ucuna bile getirmedik." dedi gözyaşlarıyla karışan yüzündeki terleri tülbentiyle silerek.
Kendi imkânlarımızla çadıra su ve elektrik çektik özel bir yerden. Şimdi kadına elektrik ve su faturası yüksek gelince haklı olarak kesti., sağ olsun bu çadır köyünü kuran hayırseverler hem duşluk ve tuvalet koydular. On gündür, suyumuz yok, elektrik yok. İlgilenen kimse de yok. Taşıma suyla idare ediyoruz, bu felâketten sonra yüzümüzdeki çizgilere, yüreklerimizin çizikleri eklendi. Beş ayda, on yıl yaşlandık, sesimizi duyurmaya çalıştık, sesimizi duyan yok ki!