Kağıt kesiği gibi yüreğimizdeki sancılar. İyileşmeyi bekliyor zamanın aldıklarıyla. Yok yahu! Şimdi daha derin yaralar…
Zaman, zaman diyorlar insanlar. Zaman gelip geçer, iyileşir yaralar. Zaman, yaşamımızdan çalan. Bizi sevdiklerimizden ayıran. Zaman, ölüme bir adım daha yakın olan.
1 Ocak 2019
2019 yılının ilk dakikalarını yaşıyoruz. Bizimkisi buruk bir yılbaşı. Amcamsız ve teyzemsiz yeni yıl sofrasındayız.
Bizim eve beş dakika mesafede olsalar da amcamın hastalığından dolayı gelmek istemiyorlar. Ameliyatından beridir keyfi yok zaten amcamın. Yeni yıl masasının etrafını sarmışız. En güzel mutfak sohbetlerimizden birini yapıyoruz. Sohbet bitmiyor, gülüşüyoruz konuştuklarımıza. Yeni yıla girince dileklerimizi sıralamaya başlıyoruz. Yeni yıldan beklentilerimizi; sağlık, para, huzur… Bitmiyor ki beklentilerimiz…
Kayhan Abim söylüyor dileğini, “Ben yaşamak istiyorum. Yeni yıldan başka bir şey istemem. Gerisi sizin olsun.”
Boğazımız düğüm düğüm, hayatlarımıza sessizlik giriyor…
5 Ocak 2019
Özge gidiyor…*
Önümde çay bardağı, başımdan aşağı kaynar suyu döktüler…
Aklım kesmiyor olup bitene.
Ah, Özge. Gidişinle etlerim çürüyor…
Ah, Özge. Cansız bedeninde son öpücük kaldı.
Ben beyazlar içinde kanatlarını takmış düşlüyorum seni. “Melek oldu benim kızım. Kuş oldu uçtu, gitti” diyor annesi.
17 Şubat 2019
Amcam gidiyor… İkinci babam gidiyor… Sohbet arkadaşım, huzurum, neşem, kahkahalarım gidiyor… Geçmişimi öğretenim, geleceğime ışık tutanım gidiyor…
Mektuplarında Yunus Emre’nin “Bir ben varım bende bir de benden içeri sen” dediği sevgilisini bırakarak gidiyor.
Dört ay ya sürdü ya sürmedi gidişi.
Kasımın sonunda öğrendik hastalığının ‘kanser’ olduğunu. Ameliyatından sonra hastane odasında yazın planlarını yapıyoruz. Önce Avrupa’ya gideriz, diyoruz. Sonra Avrupa gözüne uzak görünüyor amcamın. Ege, Akdeniz ardından tabii ki köydeyiz.
Köyde, kamelyada oturuyoruz. Havanın yağıp yağmayacağını tartışıyoruz. Gökyüzü bulutlarla kaplı olsa da amcam bugün hava yağmaz deyince yağmıyor. Gökyüzü açık olsa da amcam bugün hava yağacak deyince yağıyor. Çözemiyorum hava durumunu nasıl bildiğini…
Kamelyadayız. Teyzem soğuk barbunya getiriyor, amcam acıkmış. Barbunyanın soğuk mu sıcak mı yenmesi gerektiğini tartışıyoruz. Amcam geçmişten bir anı anlatıveriyor. Eski eve bakıyoruz. Bu ev nasıl yapılmış? “Taşlarını ben taşımışımdır” deyip başlıyor anlatmaya. Geçmiş anıları dinlemek güzel. Bu anların, geçmişte kalmasını istemiyorum.
...
Bir gün rüyasında annesini, babasını görüyor. O günden sonra hiç konuşmuyor.
Sadece bir seferinde “Bu sefer planlarımız gerçek olmayacak, Pelin” diyor. “Olur amca, olur” diyorum.
Yumuk yumuk gözleri, koca göbeğinde attığı şen kahkahasıyla gidiyor…
Yürüyüşünün hayalini gözlerimizde bırakarak gidiyor…
“Beni bırakın” diyerek gidiyor…
Rüyalarımızda gidişini göstererek gidiyor…
Beni hayattaki en büyük korkumla baş başa bırakarak gidiyor…
Belki kaçarak, belki feda ederek gidiyor…
Belki bilerek, belki de hissederek gidiyor…
Ardında süresi dolmamış bir acı bırakarak gidiyor…
Yan komşumuz ‘Kanser’
Bu çağın illeti kanser.
Küçük İskender…
Neslican Tay…
Daha nice insanlar kanserle mücadele etmeye devam ederken, her gün bir isim daha duyuyoruz. Hayatımızdan, hayatlarımızdan geçip giden. Hayatları yok olmuş… Belki bir gün birileri de bizim ismimizi duyacak bu illetin pençesinde savaşırken.
Bizim kanserle tanışmamız 2013 yılının Haziran ayında oldu. Bir akşam öğrendik ki kanser kapımızı çalmış. Farklı şehirlerde olsak da o gece maaile birlikte ağladık. Boğazımıza oturan o yumrudan anladık…
Aslında daha öncesinden tanışmış Kayhan abim hastalıkla. Hastalığından konuştuğumuz bir gün “Otuz yıl iyi yaşadım” diyor. Kırk sekiz yılının otuz yılını iyi yaşamış. Diğer zamanlarından kalan hatıraları hastane odasında içtiği çayın lezzetinden.
2013 yılında evimize misafir ettiğimiz kanser, 2019 yılında bizden biri oluvermiş. Hiç fark ettirmeden hayatlarımıza ortak olmuş.
29 Kasım 2019
Kayhan abim gidiyor…
Yanında her daim elini tutan eşi var. Günler öncesinden eşine söylüyor: “Ben gidiyorum”
Birlikte ağlıyorlar, birlikte uyuyorlar, birlikte uyanıyorlar. Aynı anda iyi hissediyorlar. Aynı anda yorgun hissediyorlar.
Bir cuma günü gidişini izliyor, izliyoruz…
İnsan böyle zamanlarda bir ‘can’ almak istiyor. Bilgisayar oyunlarında tek tuşla aldığın ‘can’ gibi. Hatta eski resimleri karıştırıp en iyisini bulmaya çalışıyorum. İşte bu resimdeki gibi olsun. En sağlıklısından, en umutlusundan, en mutlusundan…
Şimdi baba-oğul yan yanalar. Biz ise çiçeklerini seyrediyoruz.
Dualarımız, hayallerimiz yarım… Hayatlarımız eksik kaldı…
Bu kadar erken terk edilmeseydik… Böyle süslü olmazdı mezarlarımız…
Yeni yıldan beklentimiz yok… Son dileğimiz ‘Yaşamak’
Son dileğimiz ‘Yaşamak’
İşimiz hayat kadar acele değil…
Yatakta yatan bir hasta kadar,
Bizi bekleyen özlem kadar
Acele olan ‘Sarılmak’.
Bir kibrit çöpünü bile özler insan
Bir kibrit çöpünden harikalar yaratan
Kocaman bir kalp var, adı Kayhan.
Gözyaşına çorba yazan günlerimiz,
Bir şemsiye altında gülüşlerimiz, Mutlulukla dolarken yüreklerimiz,
Sayılı günün sonunda eksik, hüzün kalır
Fotoğraf karesine sığmazken çokluğumuz,
Bir öğle vaktinden sonra gelecekteki yokluğumuz.
Yavrum yanımda kal, bizimle kal,
Yılbaşından son dileğimiz ‘Yaşamak’.
*Bir meleğin hikayesi; Özge