Yazının Tanıklığı/Tanıklığın Yazıları  

Oyunbozan/Münire ÖZGENCAN

1 dakika okundu

Sandaldayız. Ediz, Ben, Nevra. Ediz’in o günlerde babasıyla arası iyi değil. Hırlaşıyorlar devamlı. Sahildeki balık lokantalarından neşeli şarkılar yükseliyor. Konuşmuyoruz hiç. Uzakları, çok uzakları düşlüyoruz. Beyaz evler, evlerin pencerelerinde rengârenk çiçekler, bisikletli insanlar, parke taşlı dar sokaklar, sokaklara yayılan şarkıların ezgileri, şık mağazaların sıralandığı ışıklı caddeler. Özgürlük. Sular ülkesi. Ediz’in düşleri… Düşlerimiz.

Devamını Okuyun  

Bir Kaymakamın Karısının Kaybolan Ayakkabısı/Gülru Öztunç

2 dakika okundu

Ekimin yirmi dokuzuydu geldiklerinde. O gün başlamıştı ya kar daha da dinmemişti sanki. Şimdiyse kasaba mıydı yoksa beyaz tabut muydu bilinmez. Kışın ortası. Yollar çoktan kapandı. Ne gelen var dışarılardan ne de gidebilen. Geceler uzun. Öyle bir uzun ki hem de... Ör ör bitmiyor. Ne yana dönse korkuyla yüz yüze gelir. Çıkamaz yorganın altından bir türlü. Kurtulamaz ağırlıktan. Ay bazı geceler doğuyor. Bazıysa hiç. Toprağa hasret çocuklar. Evcilikler odaların köşelerinde. Tornetler merdiven altlarında toz tuttu çoktan. Daha şimdiden unutuldu toprağın kokusu. Görüp göreceği Hakimin hanımı, Nazımın kırmızı suratı. Canavardır kurtlar geceleri. Sürüyle gezerler aç bilâç. Gözleri birer ateşböceği. Ama şu işi nasıl etmeli. Hakimin hanımına gidip soracak bugün. Utansa da sıkılsa da soracak... Bir yolu vardır elbet. O bilir muhakkak. Bilmeli hem. Onca zamandır buradalarmış. Bir de Nazım Efendi. Ama ona nasıl sorsun? Nasıl desin?

Devamını Okuyun  

Rasim Ve Korkuları /Meral KUTLUĞ

2 dakika okundu

Sağ elindeki soğuk metal kütleyi yavaşça yere bıraktı. Ağır, ağır diz çöktü. Ellerini başının arkasında birleştirdi. Vurulmamak için yapacağı başka hiçbir şey yoktu. İçeri doluşan iri kıyım adamlardan biri silahı aldı, diğer ikisi kollarından tutup yere yüzükoyun yatırdı ve birisi üzerine çöktü diziyle. Şimdi başka bir soğuk metal bileklerini kavramıştı. Havasız kalmış gibiydi, bir taraftan titriyor diğer yandan korkuyordu.

Devamını Okuyun  

Ömrüm Uzun Bir Geceydi/Filiz Özdemir

2 dakika okundu

Dere kenarından toplarız killi çamuru, saçları parlatır yumuşatır. Tasın içinde sulandırdı kili, duruladı, duruladı. Dolanan saçlarımı sabırla taradı. Bu sefer saçlarımı tararken, kemik tarağı kızgın bir azarla kafama kafama indirmiyor. Hiç olmamış oyuncak bebeği ile oynar gibi oynuyor saçlarımla. Ağıt yakıyor. “Bebexti keça min…” Niye bahtsız kızım diyor ki anam bana? Kırk örük yapıyor saçlarımı. Kara çaputlarla düğümler atıyor. Kara bir entari giydiriyor bana. Boyu topuklarıma geliyor. Başıma kara bir yaşmak bağlıyor, kara kapkara… Niye siyah giydim ki? Okula mı acep? Seviniyor içim, böyle koşmak, karların içinde yuvarlanmak, üşümek, yeniden ısınmak. Anamı barç barç öpmek... Elimi tutuyor, tandırlıktan çıkıyoruz. Rojin bibilerin damlarına doğru yürüyoruz. Evlerimiz yakıncana.

Devamını Okuyun  

KAPANDAKİLER/Erinç BÜYÜKAŞIK*

3 dakika okundu

Parmaklıkların arkasında bekleyen kalabalığa bakışları takıldı. Ürkmüş her biri. Gecenin bir yarısında apar topar tıkıldılar buraya. Gözlerinin feri kaçmış, yorgun gölgeler gibi dağıldılar yarım yamalak gün ışığı alan sığınağa. Hastanenin cezaevini anımsatan soğuk duvarları arasında tedirginlikle yürüdüler. Ağır aksak adımları, yekinmek isteğini yitirmiş gibi herbiri. Gezegeni saran vebaya karşı kayıtsızlık hali bunaltıcı geldi yaşlı adama. Kısık bir sesle B’ye yalvardı.

Devamını Okuyun  

Şeyhimin Rüyaları/Erinç BÜYÜKAŞIK

2 dakika okundu

“Ah uçur şeyhim beni, uçur istediğin yere.” O bildiği şarkı gibi mırıldandı bir iki defa bunu. Sakalını sıvazladı uçak kabininde bulutları izlerken. Allah’ım şu yarattığın gök kubbede, bulutların üstünde uçmayı bu demir kuşla nasip ettin ya, başka ne dileyeyim senden diye mırıldandı. Tespihiyle Allah’ın adlarını sıralıyordu uçak türbülansa girdiğinde. Korkuyordu zaten şu tayyare denen şeyden oldum olası. Uçak bir iki sallanınca tedirginlikle baktı çevresine. Allah’ın hangi kuluna nasip olurdu ki şahsına özel bir pırpırla İstanbul’a gitmek. Aklına o kıpkırmızı postta otururken himmetinden, hizmetinden sual olunmaz müridlerinden, ticaret ehli Ramazan’la cuma namazını müteakip görüşeceği geldi.

Devamını Okuyun  

Havadan Sudan/ Gonca Borça

1 dakika okundu

Toplantı salonunda bir şaşkınlık kol geziyordu, patronun düşüncelerine (onların tabiriyle fantezilerine) boyun eğmek isteyemeyen bir grupla, her konuda evet efendimciler karşı karşıya kalmış, gündemi tartışıyorladı. Hikayenin kahramanı Patron Atılgan Bey her zamanki gibi satış konusunda büyük harflerle konuşmaya başlamıştı, “Ekmeği, tuzu herkes satar önemli olan Alaska’ daki insana buz satabilmektir”. "Tereciye tere verebiliyorsan konuşacaksın karşımda".

Devamını Okuyun  

GÖLGE OYUNU VE MAKBER/Münire ÖZGENCAN

1 dakika okundu

Gece yarısı dışarıdaki gürültüye uyanıyorum. Yatağımda doğrulup oturuyorum önce, daha sonra   uzaktan bir düdük sesi duyuluyor. Yatağımdan kalkıyorum sessizce, mışıl mışıl uyuyan kardeşimi uyandırmadan. Perdeyi aralayıp bakıyorum. Karşı evin bahçe duvarına birkaç ağabey ve abla kovaya batırdıkları fırçalarla yazı yazıyorlar. Karanlıkta kim olduklarını seçemiyorum. Telaşla yazıyı tamamlıyorlar. Kaçarlarken içlerinden biri sendeleyip düşüyor. Göz göze geliyoruz. Gözlerinden tanıyorum onu. Terzi Müşerref teyzenin oğlu Cemil ağabey. Doğrulup ayağa kalkıyor. O sırada gürültüye uyanan annem odaya giriyor. Gelip perdeyi kaparken:

Devamını Okuyun  

Sessizliğin Rengi/Fatma ALTUN

4 dakika okundu

Günlerdir uyumamıştı. Uykusuz geçen gecelerin ardından okulda geçirdiği gürültülü patırtılı gündüzler ona hiç yardımcı olmuyordu. Unutmak için bu kargaşa iyi gelir sanmıştı ancak yanılmıştı. Şimdi sınav için ayırdığı bu otuz beş dakika onun dinlenebilmesi için kaçırılmaz bir fırsat gibi duruyordu. Zihnini susturabilirse, bunu başarabilirse eğer geri kalan hayatı için alması gereken kararı düşünebilecekti. Ne yapacağını bilmiyordu. Hayatında ilk defa ne yapacağını bilemiyordu.

Devamını Okuyun  

MAĞARANIN GÖLGELERİ/Erinç BÜYÜKAŞIK

3 dakika okundu

Karanlık tarihlerden biri. Dünya koca bir canavar misali. Titu’yu mağarasına tutsak etti sancıları. Tipi, bitmeyen soğuklar, karın kapladığı tekinsiz kara orman ürkütücü bir yalnızlık ölüm korkusunu devşirdi içinde. İçini haylice kalabalık hissetti, mağara duvarlarındaki av resimleri, Piyu, Çika, ormana ulaşan dik yamaçta yitip giden annesi…Mağaraya musallat olmuş kaltaban akrabaları. Kayıplar onlar da bir süredir. Zira gideceğiz buradan demişti zaten. Başka bir kara ormana yolculuğa çıktılar. Bir göl, akarsu, kıyı arıyorlar onlar da. Buzulların altında belki cesetleri şimdi.

Devamını Okuyun  

Yol Öyküleri/Filiz ÖZDEMİR

3 dakika okundu

Ayakta kilometrelerce yol gitmenin çileli halleri. Balık istifi, itiş tıkış. Özellikle kadınların değişmeyen sitemleri, isyanları. Anda kalan dostluklar, yardımlaşan, dayanışan insanlar... İstanbul ulaşımının sıradan alışılagelmiş yüzü. İstanbul’u yaşamanın ve bu şehrin insanını tanımanın en kestirme yolculuğu.

Devamını Okuyun  

BİR PARÇA/Gülru ÖZTUNÇ

2 dakika okundu

Öylece oturmuştu. Oturmaktan çok çökmüştü yere. Toprak olmuştu her yanı, yüzü gözü toz toz. Gözümüzün önünde giderek yiten karaltının üzerine bir eliyle aldığı toprakları atıyordu sakince. Sanki kum havuzunda oynayan bir çocuk... Bir elindeyse sedef kolyenin zinciri kederle sallanıyordu boşluğa. Boşluğun içine, derine, en derine.

Devamını Okuyun