Hafızam, sayısız alçaklığa ev sahipliği yapsa da tek bir istisnâsı olduğunu gönül rahatlığıyla ifade edebilirim. Bu istisnâ, öyle bir yüce yan ki, düşlerin ve mucizelerin gerçekleşeceğine ilişkin inancını asla yitirmiyor. Tanrı gibi ödüllendirilmeye, bağışlanmaya, düzeltilmeye, var ya da yok olmaya gereksinim hissetmiyor.
Daha ne kadar suç, savaş, zulüm, düş, endişe, hayal kırıklığı, aşk ve kâbus göreceğini bilmiyor. Bunlarla bir kez daha karşılaşacağını düşünse bile, hiçliğin içine savrulacağının hayalini, hayata bırakmayı da ihmal etmiyor.
Hayat, yılmaksızın farklı seçenekler üretmeye, çemberi çevirmeye devam ediyor. Zaman, kendi dinamiği içinde başlangıcı ve sonu belirleyerek her şeyi öğütmeyi sürdürüyor.
İçimize tıka basa ve isteğimiz dışında doldurulan; savaşın, yoksulluğun, yoksunluğun şiddetin, incitmenin, ötekileştirilmenin ve aşağılanmanın; beynimizi, bedenimizi, ruhumuzu hiçbir koşulda terk etmeyeceğini, hafızamızın kuytularını kazarak öğreniyoruz. Öğrenmenin bedelinin ne olduğunu kavramak ise, ağız dolusu küfürle yıkanmak gibi izi hiçbir koşulda eskiyip yok olmuyor.
Bütün bu kaos boyunca, kendime bağıra bağıra savaştan uzak duracağımı söylemiştim; ama yanılmışım. Kiminle konuşursam konuşayım, dudaklarında savaş dikiliydi.
Bu dikişi sökmek için savaşa yakın durmak zorunda olduğumu anlamam, hafızamda küle dönüşmeye başlayan ateşin yeniden harlanmasıyla gün yüzüne çıktı.
Bu berbat koşullarda yeniden var olmanın hayaline tutunmak, inandığım şeyler için mücadele etmeyi sürdürmek, varlığımın gerekçesine saygı duymamın değerini ve onurunu hissetmemin yanında; dünyanın gözünden fışkıran o zalim öfkenin ve kudurmuşluğun şiddetini de hissediyordum.
Dünyadan kaçıp ya da çekip gitmeden önce, kılıf geçirilmiş bütün gerçeklerin kılıflarının indirilmesi, hayatı sevmenin vazgeçilmez koşulu olan, umudu içinde barındırdığı gibi hayatta kalmanın ve var olmanın ana temasının yolunu da çiziyordu.
İster gözlerimle görmüş, ister rüyamda görmüş, veya düşünmüş olayım, hafızamda birikenlerin hiçbirini anlatmak istemiyorum; çünkü bunlar, itiraf etmek zorundayım ki neredeyse daima olanaksızlığı çağrıştırıyordu.
Olanaksızlığın içindeki bu dünyada, mucizeden gerçeği, gerçekten mucizeyi, ayırt edebilmek; ancak uyumsuzların düşünce ve duygu senfonisinden dökülen izlerin içindeki hayâli kovalamak gibiydi.
Dünyaya ansızın açılan bu çatlak, bir rastlantı mıydı, bu raslantıya Tanrı’nın parmağı karışmış olabilir miydi?
Bütün bunlar beni ürkütse de; yine de uzaklaşıp başka bir yerden kendimi seyre dalabileceğimi, böyle ikircikli anların içinde derinleşebileceğimi, görmek ve göstermek istiyordum.
Hani o adını tanımlayamadığımız, zamanın herhangi bir diliminde ruhumuzu ansızın ele geçiren ve son âna kadar da bizimle yolculuk eden, epesmer huzursuzluğun neyle giderileceğini, bu giderilmenin nasıl bilinebileceğini düşünüp bulmak ve kaçmak istiyordum.
Ben bunu isterken, dünya da benimle birlikte kaçıyordu; hatta belki bir kaç adım önümde, yeri göğü birbirine katarak kaçıyordu. Onun şafağa doğru kaçışını izlemek, hafızamı delik deşik ediyordu. Dünyadan geri kalışıma hayıflanıyor, hafızamı suçluyordum. Hayâllerim, suç ortağım olabilir miydi?.. İrkilerek görüp izlediğim bu son şafağın, dünyada kaç kez daha yaşanacağını hayallerime dayanarak sezinlemek istiyordum.
Dünya, zalim avcılığına devam ediyordu; doğurduğu çocukları hiç acımadan zehirli oklarıyla sinsice vuruyordu. Dünya savaşa devam diyordu; çünkü dünya kan istiyordu. Çocuklarını yemeye devam etmek için yeni kana gereksinimi vardı. Toprak da kan istiyordu; güneşi, her şafakta yeniden doğurup, her akşam batırmak için.
Kayboluyorum, yaralanıyorum, tökezleniyorum, yuvarlanıyorum, tepetaklak düşüyorum; dünyadaki günlerimin istisnası, başucuma inip paramparça oluyor. Parçaların içinde sesler yükseliyor. Sesler, yaşam kozalağının içindeki özgürlüğe sıkı sıkıya sarılmak gerektiğini muştuluyor.
Özgürlüğün, hayalinin kurulacağını, onun hep arzulanacağını, aşklarla yeniden yeniden canlanacağını, notaların sesinde, dilden dile dolaşarak, olanaksız olmadığını, uygunsuz bir istisnâ olduğunu, sokaklarda gezinen ılık bir rüzgâr gibi herkese ait olduğunu, kesintisiz bir sevgiyle dünyanın yüreğine kazınacağını, derin bir sesszlik içinde, serin bir orman uğultusuyla fısıldıyor.