Baran Güzel’e
Borazan sesiyle tatlı uykusundan uyanan Rıfkı Sinkaf, “Bismillah bismillah!” diyerek yattığı yerden kalkmaya yeltendi; ama kafası sert toprağa çarpınca, tekrar yatağına sırt üstü uzanmak zorunda kaldı. “Ananı avradını…” diye başlayan bir zincirleme küfür tamlaması söylerken kafasını tutan Rıfkı etrafına baktı ve işte o an, nerede olduğu kafasına dank etti. Ölüydü ve uzandığı yer onun binlerce yıllık mezarıydı.
Rıfkı Sinkaf, 2009 senesinde Adana Adliyesi önünde çıkan taşlı sopalı, bıçaklı sallamalı, tüfekli tabancalı meydan muharebesinde hayatını kaybetmişti. Kız muhabbeti yüzünden başlayan sıradan bir ergen dalaşması, kar topu gibi büyümüş de büyümüş öncelikle iki kişinin hayatını kaybettiği bir mahalle kavgasına, daha sonra ise mahkeme önünde beş kişinin hayatını kaybettiği bir katliama dönüşmüştü. Rıfkı işte o beş kişiden biriydi.
İkinci borazan sesiyle kendini toprağın üstünde buldu. Anadan üryan ve yalın ayaktı. Etraf silme insan kaynıyordu; öyle bir kalabalık vardı ki iğne atsan yere düşmezdi. Lafın gelişi değil, gerçekten düşmezdi; çünkü ilk insandan son insana kadar tüm insanlık oradaydı. Meleklerin yönlendirdiği trilyonlarca insan, koyun misali mahşere yürümekteydi.
Bok yoluna gitmişti Rıfkı; bunu kendisi de kabul ediyordu. Adana Adliyesi önündeki muharebenin iki tarafıyla da en küçük bir yakınlığı ve alakası yoktu. Sadece, adliyenin önünden geçmekteydi; bağrış çağrış duyunca merakına yenik düşüp olay yerine koşmuştu. Kavgayı izlerken cebindeki sigara paketine el atmıştı ki, tabancanın birinden çıkan kör bir kurşun iki kaşının arasından girip ensesinden çıkmış ve kafatasını patlamıştı. “Şu kurşunları dikkatli sıkın lan, bizi vuracaksınız,” diyecekti; ama beyninden konuşma organlarına gönderilen sinyal, hedefine ulaşmadan Rıfkı ölmüş, ruhu cansız bedenini terk etmişti.
Karınca sürüsü gibi kıç kıça duran insanlar küçük adımlarla ilerliyordu. Mahşere yaklaşan insanları kar beyazı melekler yönlendiriyor, gruplara ayırıyordu. Rıfkı ikide bir “Dikkat dikkat, Türkler buraya doğru gelsin,” diyen meleğin gösterdiği yere doğru yürüdü. Mahşere akan insan nehri binlerce farklı dala ayrılıyor, Rıfkı nehrin ana dallarından birine kapılmış gidiyordu.
Kafasına isabet ederek Rıfkı’nın ölümüne neden olan kurşunun, kimin tabancasından çıktığı bulunamamıştı. O kadar çok tabanca o kadar çok kurşun saçmıştı ki, hangi kurşunun hangi silahtan çıktığını bulmak epey zahmetli bir işti. Hem kimin sıktığı kurşunun kimi öldürdüğünün ne önemi vardı; elinde silah olan ve ortalığa kurşun saçanlardan hayatta kalanlara, sadece iki kişiydiler, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verilerek sorun toptan çözülmüştü.
Rıfkı, “Adanalılar burada toplansın lütfen, Adanalılar buraya,” diyen meleğin sözünü dinleyerek ana nehirden ayrılıp hemşehrilerinin olduğu kalabalığa katıldı. İnsan kalabalıkları mahşere girerek gözden kayboluyordu. Sanki binlerce dala ayrılmış insan nehri yeraltına girip orada tekrar birleşiyordu. Adanalılar ise uçsuz bucaksız bir çölün ortasında yapayalnız kalmışlardı. Okul girişinde kılık kıyafet kontrölüne takılıp kenara çekilmiş liseliler gibi endişeliydiler.
Devasa bir melek, koca kanatlarını çırpa çırpa yanlarına geldiğinde; hepsi acayip korkmuş; ama korktuklarını belli etmemeye çalışmıştı; çünkü onlar Adanalıydı ve Allah’ın adamıydı; amma velakin devasa melek gök gürültüsüne benzeyen sesiyle konuşmaya başlayınca, hepsi korkudan titremişti.
“Beyler, Adanalılar mahşere hoş geldiniz. Size bir kötü, bir de daha kötü haberim var. Kötü haber, cehenneme gideceksiniz.” Adanalılar önce şaşkınlıktan ne söyleyeceklerini şaşırdılar, sonra sonra homurdanmaya, hatta seslerini yükseltmeye başladılar:
“Biz Müslümanız”
“Biz Allah’ın dinine İslam’a bağlıyız”
“Biz Adanalıyız, Allah’ın Adamıyız” gibi sözlerle meleğe itiraz ettiler. Melek “Susun lan,” diye bağırınca herkes sus pus oldu. Adanalılardan çıt çıkmıyordu, duyulan tek şey meleğin havayı döven kanatlarının sesiydi.
“Kötü haberi duydunuz. Şimdi daha kötü haberi duyun: Cehennemin en dibine gideceksiniz. Orada size özel ayrılmış katta en deneyimli, en gaddar zebaniler tarafından sonsuza kadar yine size özel işkencelere maruz kalacaksınız.” Adanalılar tekrar kendi aralarında konuşmaya başladılar. Meleğe el kol hareketleri yaparak dertlerini anlatmaya çalıştılar:
“Olmaz böyle şey,”
“Gavur muyuz biz?”
“Kafir miyiz, anarşik miyiz?”
“Sapına kadar Türküz ve Müslümanız”
Melek yere konunca on şiddetinde deprem olmuş gibi ortalık sarsıldı, Adanalılar zar zor birbirine tutunarak ayakta durabildi. “Susun lan, siz Müslümansınız, Türksünüz; kabul öylesiniz. Helal olsun; ama yine siz değil misiniz lan, birbirinize küfür ederken ‘Senin Allahını, kitabını, peygamberini sinkaf edeyim’ diyen? Siz değil misiniz lan? Elin gavuru, ateisti, anarşiki zaten Allah’a inanmıyor; ama adamlar en azından sizin gibi Allah’a peygambere kitaba da küfretmiyorlar. Onlar zaten Allah’a inanmadıkları için doğrudan cehenneme gidiyorlar, bizim için sorun teşkil etmiyorlar; fakat siz, size ne demeli, sizi ne yapmalı, hem Allah’a inanıyor hem de O’na küfrediyorsunuz. Bu ne biçim bir çelişki. Siz çok ama çok büyük günah işlediniz, siz anaya bacıya edilmeyecek küfürleri Allah’a ettiniz; bundan dolayı Cehennem’in en en en dibine gideceksiniz.”
Üçüncü borazan sesiyle aniden her insanın sağ ve sol omzunda birer yazıcı melek ortaya çıktı. Rıfkı’nın da sağ ve sol omzunda birer melek belirdi. Solundaki melek Rıfkı’nın günahlarını tuttuğu kayıtlardan okumaya başladı. Yarım saat süren günah dökümü “Allah’a altmış bin iki yüz üç kez küfür” ile bitti.
Bu arada zebanilerce cehennemin en aşağı katına götürülen Adanalılar arasında bir de Trabzonlu vardı. Mekke’de ‘Bize Her Yer Trabzon’ atkısı açan Trabzonlu.
Cehennem sıcaktı, çok sıcaktı; tıpkı Adana gibi.