Zamansız insan... Ah zamansız insan…Kelimelerin yetmediği dünyada, kendine ve de başkalarına yetmeye debelenen zamansız insan… Var mı ki gören, duyan, bilen senden başka seni?
Zamansız insan düşündü. Çok fazla şey yaşadım. Anlattığım veya anlatmadığım, paylaştığım ya da paylaşmadığım, söylediğim ya da söylemediğim, hissettiğim ama hissettirmediğim; çok fazla şey… Tüm bunları içimden geçirerek söyledim. Kendi kendime yani, kendimi kendim dinledim sonunda.
Zamansız insan düşündü. Çok fazla şey yaşadım dediğinde karşısındakilerin vurdumduymaz tavrıyla, ben de, demesini. Sonra düşündü; belki de evet, yaşadı, yaşattılar.
Zamansız insan, bir kere daha uzun uzadıya düşündü, tarttı olan bitenleri: Onu zamansız yapan neydi? Baktı, kendine döndü ve dedi ki: “Şimdiye kadar hayatıma girmesine izin verdiğim, kendi ısrarımla hayatıma soktuğum, birbirinden farklı, tek bir ortak noktası olmayan, arayışımın parçaları olan insanlar… Ah o insanlar…”
Zamansız insan düşündü. Hep, keşke, dedirtmişlerdi ona; zamansızlığından dem vurdurmuşlardı.Tekrar düşündü usulca, tek bir an. Zamansız insan kararlılıkla ama usulca fısıldadı: Keşke demek yok geçmişe.Sen seçtin! Sen yaptın! Hepsi senin eserin… Hepsi seni sen yaptı.
Zamansız insan düşündü. Dibe vurmadım mı vurdum, canım acımadı mı acıdı, kimsesiz hayat mükemmel miydi, hayır ama en azından olgunlaştırdı beni. Egodan mıdır, kibirden midir bilmem her konuda sonuna kadar gittiğim için de pişman değilim, sanırım ölene kadar da olmam. Bazen bir hissin peşinden gittim. Yanıldığımı bile bile, bazen pişman olacağımı bile bile mantığımı dinledim. Belki de bu sayede çabuk büyüdüm ben, çok küçük yaştaolgunlaştım. Kendi hayatım, dedim ve kendi bildiğimi yaptım, sonucunda da annemin eteğine saklanmak veya başkalarına bağırıp çağırmak, onları suçlamak yerine kendimi, kendi mahkememde yargıladım.
Zamansız insan hayal kurdu: Bir sigara olsa keşke, yaksam… Gecenin sessizliğinde ucundan gelen çıtırtıyı duysam bir tek. Sonra içime çeksem… Hafifçe yaksa boğazımı ama acı vermese. Her zaman kötü gelen ağzımda bıraktığı tat olmasa. Hafifçe başımı döndürse içmeye ilk başladığım zamanlardaki gibi. Alsa bütün kederlerimi rahatlasam. Sonra uykuya dalsam, derin uyku… Tasasız…Rüyasız… Sadece uyku… Sabah serinliğine kadar uyusam.Sabahın ilk şebneminde uyansam. O hafif üşüten, üzerimi örtünüp de bir anda ılıklık hissetmek isteyeceğim kadar üşüten, serinliği hissetsem. Ağzımda uzun zamandan beri olan kuruma olmasa, zira bir önceki akşam değişiklik yaparak içki içmemiş olsam. Gerinsem yatağımın içinde. Bütün vücudumda büyük bir rahatlama olsa. Güneş busabah üstüme doğmasa. O yapış yapış sıcaklığı hissetmesem. Üstümdekiler ıslak uyanmasam. Bir de, sensiz uyanmasam keşke bu sabah. Gece usulcacık yanıma gelmiş olsan, ben hissetmeden. Uyandığımda terleyen tek yerimbaşını koyup uyuduğun göğsüm olsa. Kokunu rüyamda değil, gerçekten de yanımda olduğun için hatırlasam. İçime çeksem o kokuyu derin derin. Elini tutsam ve yanımda olduğun için mutlu olsam bir kez daha ve şükretsem daha önce adını fazla anmadığım Tanrı’ya, iyi ki benim olduğun için, iyi ki senin olduğum için. Keşke… Keşke…
Zamansız insan son kez yaşamını soguladı: Yanlış bir hayat yaşıyorsun. Aradan günler, aylar, yıllar geçiyor. Bitmez tükenmez bir soru belirleniyor beyninde, belki de yüreğinde, belki de beyin ile yüreğin işbirliğiyle. Yaşanan bu hayatın “Başka türlüsü mümkün olabilirdi.” diyorsun çaresizce. Elinde bir boka yaramayan kariyer, cebinde kırık hayaller, yaşın olmuş bilmem kaç. Başka türlüsü mümkün müydü? Sahi ne yapmış olmak/olmamak bu kadar çok şeyi etkiledi? Hangi basamağı atladık da her şey kötü gitti? Neydi unuttuğumuz şey? Kendimiz mi? Birinci sırada olması gerekirken en geri plana attığımız kendimiz mi? En yabancı insanları bile dinlerken azarlayıp, sen sus, dediğimiz iç sesimizi dinlemediğimizden mi? Her gecenin sabahı var diye inandırıldığımız için mi oldu bunlar? Sonsuz gecelerin, bitmeyen kışların varlığından bahsedilmediği için mi bu kadar kandırdık kendimizi? Eksikliğini en çok yaşadığımız şeyi tamamlayacak gücümüz neden olmadı hiç? Etrafta bir tane bile güvenilir dağ olmamasından mı? Olmasındı, içimizde küçük bir tepecik yaratmak bu kadar zor mu olmalıydı? Tepeciğe gerek yok, küçük bir dal parçası da yeter neden diyemedik? Neden ben yaparım olgusu eksik kaldı içimizde? Olabilirdi belki yapabilirdik.
“Sahi başka türlüsü mümkün müydü?” diye düşündü.
Zamansız insan baktı, düşündü ve tarttı. Altmış yıllık sıkıntı sona ermişti. Demek ki, dedi zamansız insan, kendini kabullenmek ve sahiplenmek böyle bir şeydi ve bir daha kendini yalnız başına bırakmamaya söz verdi: Söz zamansız insan. Yanında hep ben olacağım.