1 dakika okundu
Film Okumaları: Tamirhane/Fatma ALTUN

“Bizden bir hikâye... Tanıdık ama bir o kadar farklı. Ve bildik bir gecenin sonunda, beklenmedik sabaha uyanan iki adamın hikâyesi…"

Yılmaz ve Müjdat’ın Hikâyesi

Yine yazıma filmin ortalarına doğru bir sahneden alıntı yaparak başlamak istiyorum. “Neden bilmiyorum diyemiyoruz?” diye soruyor Yılmaz , Müjdat’a. Müjdat da kendince yanıtlıyor arkadaşını. Başı ve sonu belli filmlerden değil Tamirhane. O yüzden karakterleri ufaktan bir tanıtayım istiyorum sizlere.

Yetiştirme yurdunda büyüyen iki kader arkadaşıdır Yılmaz ve Müjdat. Hatta kader kardeşidir. Kendileri gibi yetiştirme yurdunda büyüyen iki adam onlara manevi babalık yapmış. Üstelik bir de çocukluklarından beri çalıştıkları boya ve kaporta dükkanını bu ikiliye miras bırakmış. Bırakılan mirasın sadece bir dükkândan ibaret olmadığını filmin muhtelif sahnelerinde görüyoruz. Bu çocukların kötü şeyler yaşamış da olsalar, kötü insanlar olmadıklarını gördüğümüz gibi…


Ancak çatışma olmazsa hikâye olmaz malumunuz, biz de film boyunca bol bol çatışmaya maruz kalıyoruz. Çatışmalar, edebi eser olarak bir hikâyede okuyucunun merak duygusunu sürekli diri tutup bir gerilim ortamı yaratmak için nasıl kurgulanıyorsa, bu film senaryosunda da benzer bir şekilde kurgulanmış. Tabi bir farkla… Okuyucunun hayal gücünü devreden çıkaran yönetmenin gözü devreye girerken belli ki senaristi saha dışına atmamış. Sinerjiyi hissedebiliyoruz filmi izlerken. Hikâyeyi başka birinin ışığıyla okumak gibidir film izlemek. Yönetmen, ışığı nereye tutuyorsa orayı görürüz aslında. Ve bu durum, yazarın penceresinden farklı bir pencere de açılabiliyor bizlere. Ama bu filmde pencereler, aynı eve ait gibiler. Yılmaz ve Müjdat’ın hikayesini izleyeceğimiz bu filmin senaryosunu Bülent Şakrak kaleme almış. Onların dünyasına farklı bir pencere açan Erkan Kolçak Köstendil ise yönetmen koltuğunda oturuyor. Bizler de bu ikilinin özgün anlatımlarıyla yarattıkları karakterleri ve yaşadıklarını izlerken, hem üzülecek hem gülecek hem de bolca düşüneceğiz.


Ne zamandır bu kadar keyif aldığım yeni tarihli bir film izlememiştim. Yeni tarihli diyorum çünkü eskilere haksızlık edemem. Bir süredir evdeyim. Kendi pandemimi yaşıyorum. Hem de pantomim yapar gibi, sessizce... Can sıkıntıma can yoldaşı olan Alzheimer ile mücadele eden annem, kitaplar ve filmler. Ha, bir de yazmak… Mücadelemiz yorucu. Kolay mücadele mi olur demeyin, kolayları da oldu hayatımda ama bu sefer farklı hissediyorum. Çünkü bu en zoru… Bir başkasının sorumluluğunu taşımak gerçekten de zormuş. Annem, “anne olduğunda anlarsın” derdi hep, ben de şimdi ona “anladım anne” diyorum. Neyse, konumuza gelelim. Bugün, bu filmi izledik annemle. “Tamirhane”… Size de kısaca bahsetmek istedim.

Çok bizden bir hikâye. Ama bir o kadar farklı… Komedi ama üzüyor da. Mesela Yılmaz, gizliden gizliye âşık olduğu Aynur’un kaza yaparak kör oluşuna sebep olduğunda “Aydınlığını aldım elinden…” diyor sevdiği kadın için ve üzülüyoruz. “Dün aydınlıktı her yer, bugün karanlık ama yarın bir bakmışsın, yeniden aydınlanmış dünya. Belli mi olur?” diyen Aynur ise bize, umudu elden bırakmamamız gerektiğini hatırlatıyor. Ama en çok Yılmaz ile Müjdat’ın ilişkisi işliyor içimize. Filmin en can alıcı sohbetlerinden birini yaparken bu ikili, bizim de kulağımıza küpe cinsinden tanıdık öğütlerimiz oluyor, unuttuğumuz.

Bir sahnede ikilimiz dertli dertli konuşuyor. “Biz bi bok bilmiyoruz be Müjdat… Fren balatalarından anlamıyoruz mesela. Fizikten, matematikten, edebiyattan, sanattan anlamıyoruz. Ama anlıyormuş gibi davranıyoruz… Bi mesele gelse önümüze, biz bunu bilmiyoruz demiyoruz. Biliyormuşuz gibi yapıyoruz. Biz, biz bilmediklerimizi biliyormuşuz gibi yapıyoruz Müjdat…” diyor Yılmaz. Gerçekten de öyle değil midir, tam da öyle yapmıyor muyuz sizce de? Yolda giderken birine adres sorarsınız ve asla “bilmiyorum” cevabını duymazsınız bu ülkede. Eğer sorduğumuz kişi turist değilse tabi. Bir tek onlar, onlar “Üzgünüm, bilmiyorum” deme cesaretini gösteriyorlar. Cesaret diyorum gördüğünüz gibi, çünkü korkuyoruz bunu söylemekten. “Bilmiyorum…” demekten neden bu kadar korkuyoruz? Onun yerine biliyormuşuz gibi yapıyoruz ve insanları yanlış yönlendirmek pahasına o adresi tarif etmeye çalışıyoruz. Peki neden böyle davranıyoruz, biliyor muyuz? Bilmiyoruz… Bunu neden yaptığımızı da bilmiyoruz? Ah, bir bilsek… Ah, en azından bilmeye çalışsak… Ya da daha kolayını yapsak, “Bilmiyorum” desek…

“Ama bildiğimiz bir şey var…” Müjdat’ın da söylediği gibi bildiğimiz şeyler de var. “Kimsesizliği biliyoruz, kardeşliğimizi biliyoruz. Terbiyemizi biliyoruz. İnsana insan gibi davranmayı, ayırmadan, kayırmadan işini iyi yapmayı… Seviyoruz, sevmeyi biliyoruz… Düşsek de kalkıp savaşmamız gerektiğini, vazgeçmemek gerektiğini, hayatta her zaman bir umut olduğunu biliyoruz. Bir de çok güzel araba boyuyoruz…” diyor ya Müjdat, işte bu sözleriyle hem yüreğimizden vuruyor bizi usulca hem de o sevimli, saf haliyle gülümsetiyor içten içe yüzümüzü.

Kardeşlik, arkadaşlık, dostluk temasına bir de aşkı, sevdayı ilave edince gibi bir durum komedisi çıkmış ortaya. 2022’de vizyona giren filmin başrollerinde Nejat İşler, Rıza Kocaoğlu ve Merve Dizdar var. Bunun dışında filmin senaryosunu yazan Bülent Şakrak da oynuyor filmde, yöneten Erkan Kolçak Köstendil de. Ayrıca Ali Seçkiner Alıcı, Gökhan Kıraç, Engin Hepileri ve Erkan Can gibi isimlerin dahil olduğu güçlü bir oyuncu kadrosu olan filmin müziklerini Gazapizm yapmış. Bir de Müslüm Gürses ve oyuncu kadrosunun söylediği “Biz Babadan Böyle Gördük” şarkısı var ki oldukça manidar. Yetimhanede büyümüş iki çocuğun yaşadığı onca babasızlığa rağmen, “adam olma” hikayelerini izliyoruz aslında bu filmde. Yılmaz ve Müjdat’ı, daha da çok aralarındaki bağı ben çok sevdim. Siz de izlediğinizde seversiniz ya da sevmezsiniz, size kalmış. Ancak kendinizden bir şeyler bulacağınız veya kendiniz için notlar alacağınız bir film olduğunu söyleyebilirim. 

İyi seyirler…