İnsan sevgisini öykülerinde sıklıkla işleyen yazar; hüznü, çaresizliği, hayatın zorluklarını aktarırken, bizlere aynı zamanda umudu, çalışmayı sevgiyi, insan olma bilincini ve etik davranışın önemini özellikle vurguluyordu. Bu bilinçle hareket eden her bireyin, yaşamı yaşanması gerektiği gibi sürdürmesinin ipuçlarını veriyordu. Topluma faydalı olmanın doğrulukla eşdeğer olduğu gerçeği, sayfalar arasında gezinirken bizlere merhaba diyor.
Hepimizin susmasından söz alan sessizlik bize yüzleşmek istemediğimiz gerçeğin soğuk yanlarını anlatmaya koyuldu. Kulağımızı çınlatan sesiyle hem de… Yüzümüzü her an biraz daha ekşiten sözleriyle… Sessiz sinema oyununda tahmini zor olmayan bir filmin ismini tarif ediyordu bize: Çaresizlik… (”Ceket ” öyküsünden)
”Ceket” adlı öyküsüyle kitabına giriş yapıyor yazar. Çocukluğunun bir döneminden bahsettiği bu öyküsünde çaresizlik düşüncesini yüreğimizin en derin yerine usulca bırakıyordu. Aslında bu duygu yoğunluklu öyküde, çaresizliğin de bir çaresinin olduğunu belirtiyor bizlere. Sadece bir şeyleri feda etmenin o ağır hüznünü yaşamak gerekiyordu. O hüzün duygusunun boğazında lokmayla birlikte düğümlenmesine tanıklık ediyorduk.
Doğumdan ölüme giden yolculuk boyunca ara duraklarda verilen bazı molalar vardır. O molalar esnasında insan ne kadar yorulduğunu anlar. Durunca insan bir yerde orada anlar işte yolculuk boyunca yaşadıklarının kendisini ne kadar yorduğunu. (“Bana Anne dedi” öyküsünden)
Baharı müjdeleyen üç cemre düşer tabiata. Şenlenir, renklenir ve bir canlılık gelir. Yeniden doğmak gibidir; ya da yeniden başlamak… Zeynep ile Yusuf’un yaşamlarına düşüyordu üç cemre. Aşklarına, sevgilerine, mutluluklarına… Mutluluktan ağlayan Yusuf’un Zeynep’e olan sevgisi, yeşil gözlerde hayat buluyordu. Ve başka bir tat damlıyordu aralarına. Saf, temiz, masum bir tat: Evlat… ”Kimlik” adlı öykünün gülümseten diyaloglarını okuduğumuzda gerçeğin nasıl, bir mizahın arkasında gizlendiğine şahit olacaksınız. Yaşamımızda görmediğimiz, görmek istemediğimiz ya da, bizlere gösterilmeyen acı gerçekliğin nasıl arka plana atıldığını ve gözümüze başka görüntülerin dayatılması gibi bir durumun kelimelere dökülmesini okuyoruz. Her toplumun ve her kültürün değişmez yazgısı erkek şiddetinin trajik sonucu, son paragrafı okumamızla birlikte yüzümüzün aldığı şeklin değişmesini gerçekleştiriyordu. ”İftira” adlı öyküye parantez açmak gerekirse, çokça psikolojik tahlillerin yapılabileceği bir öykü olarak duruyor önümüzde. Çocukluk travmasının bir insanın yaşantısına nasıl yön verdiğini okuyoruz. Asıl yaşamak istediği fakat yaşayamadığı hayatlara imrenme ve kıskançlık duygularıyla bakan bir insanın, yaşadığı hayatın etik olmayan yönünü ters yüz edip, vicdan duygusundan nasıl sıyrıldığına şahit oluyoruz. Kendi seçimlerinin doğruluğunu dayatma yönüne giden Nejla karakterinin, çocukluğunda yaşadığı travmanın onun düşüncelerine nasıl bir etki yaptığını, öykünün sonunda geçirdiği atakla birlikte, duygu durumunda nasıl bir travma yaşadığını anlayabiliriz. İsyan, inkar, narsist ve zorbalık söylemlerinin onun doğruları olduğuna kendisini inandırması aslında içten içe yaşadığı vicdan azabının üzerini örtme araçlarıdır diyebiliriz.Yer yer derin sorgulamalarda bulunan yazar, olanın olması gerektiği gibi olmadığını, olmayanın ise sebeplerini açık bir dille aktarmaktadır. Yalın, basit ve anlaşılır dili, öyküleri için keyifli bir okuma gerçekleştirilmesini sağlamaktadır.
Aslında her şey o ilk insan işten atıldığında, o ilk masum hapse tıkıldığında başladı. O gün susmasak, konuşsak hiçbir şey şimdi yaşadığımız korkuya dönüşmeyecek; her şey daha güzel daha huzurlu olacaktı. Olmadı, sustuk. Susmayı tercih ettik. Yaşadığımız toprakları yönetenler bu toprakları başkalarına yaşanmaz hale getirdiğinde gözlerimizi yummayıp vicdanlarımıza taş duvarlar örmeseydik bugün içimizde yaşadığımız yarınlarımızı kaybetme korkusunu yaşamıyor olurduk. (“Korkunun Bedeli” öyküsünden)
Mizahi yönünü öykülerinde sıklıkla kullanan yazar, bunu diyaloglar halinde gerçekleştirerek, okuyucularına rahat bir okuma imkanı sağlarken, basılı eserleri dışında gerçekleştirdiği görsel çalışmalarıyla da mizahi yeteneğini daha da ileri taşıma gayretinde olduğunu söyleyebiliriz. Güldürü, düşündürme ve hüzün öğelerini kullanırken bunun yeri ve dozunu iyi ayarlayan yazar, bunları sadece birer araç olarak kullanma eylemindedir. Hemen hemen her öyküsünde bir mesaj verme düsturunu benimseyen Yakup Yaşar, eserlerinde genellikle aile kavramını ön planda tutmayı benimsemiştir. Duvarla konuşan Joseph’nin onurlu mücadelesini, kötülerin yaptıklarının bedelini ödeyen iyilerin anlatıldığı ”Dondurma” hikayesini ”Mutluluğun Resmi Katili”öyküsünde baba sevgisinden mahrum büyüyen bir gencin yabancılaşması ve varlığını sorgulamasının çığlıklarını, ”Boşanma” öyküsündeki çiftlerin komik boşanma gerekçelerini ”Aşk” öyküsünde merhamet ve sadakatin gerçek aşkı nasıl koruduğunu ve ”Olmadı Hiç”öyküsündeki geriye akıcılık hissi ve farklı yazı tarzını okuduğunuzda hem kendinizden bir şeyler bulacaksınız; hem de olmadı hiç , keşke bitmeseydi diyeceksiniz. Heybemdeki Öyküler’in ikincisi olan bu eser, yazar tarafından yaratılacak daha nice eserlerin olması gerekliliğini düşündürmektedir.Bu ve bunun gibi nice okunası eserleri bizlere kazandıran Akademisyen/Yazar Yakup Yaşar’a teşekkür ederiz. Miraç’ın umutla suladığı elma ağacının, kitaplarınızın sayfalarında umutla yeşermesi temennisiyle…