4 dakika okundu
VİCDAN YOLCULUĞU BAĞLAMINDA ORHAN KEMAL VE SAİT FAİK ÖYKÜLERİNE DAİR OKUMALAR /ERİNÇ BÜYÜKAŞIK

Tahsin Yücel’in ifadesiyle “kökü kendisinde olan” öykücümüz Sait Faik Abasıyanık’ın kuşağının usta öykü ve romancısı Orhan Kemal’le izdüşümlerini; tarihsel tanıklıklarını ele almaya çalıştığımızda “Küçük insan”ın öyküsü ve “büyük insanlığın” anlatısı çerçevesinde bir paradigmayı ele almak gerekli olacaktır. Benzer tartışmayı aynı dönemde iki ozan Orhan Veli ve Nazım Hikmet ekseninde de yapabilmek mümkündür üstelik. Baki Süha Ediboğlu’nun, Resimli Yirminci Asır Dergisi’nde yayımlanan yazısında bahsettiği gibi doğayı ve insanları basit, içten bir dille ve şiirsellikle anlatan Sait Faik’in öyküleri Orhan Kemal’in “işçi” ve “çalışanların” öykülerine göre oldukça bireysel ve bohem bir aydını da tarif etmiştir.Bu bağlamda Orhan Kemal’in “İşçi sınıfı” odaklı öyküleriyle Sait Faik’in şiirsellik, yalınlık, yazıya dökülmüş sevgi, iyi insanları iyilikleriyle, kötüleri de kötülükleriyle kabulleniş çerçevesinde “hümanizm” penceresinden bakan öykülerinin aslında mesafeli bir izlek ve yazma serüvenine karşılık geldiğini söylemek mümkündür. Bu bağlamda Sait Faik’e döneminde yakıştırılan lakâplara baktığımızda “Sorumlu avare”, “gözlemci balıkçı”, “çakırkeyf sirozlu”, “küfürbaz şair”, “müflis tacir”, “züğürt yazar”gibi ifadelerin Orhan Kemal tarafından çoğunlukla yazma eylemi adına küçümsendiğini de görebilmekteyiz.

Bir kavram olarak kurgu, metnin dünyasında anlatılanların belirli bir kompozisyon dâhilinde bir araya gelmesinde; olayların, durumların birbirine eklemlenme biçiminde belirleyici olduğu kadar teknik ve anlatımın üzerinden yükseleceği zemini tayin etme noktasında da işlevseldir. Bu anlamda Orhan Kemal öykücülüğü anlatıcıların daha çok gözlemci konumunda belirlendiği, olaylarla, kişilerle bir mesafeyi koruduğu, entrik unsurun, çatışmanın yörüngesini karakterler arasındaki gerilimin şekillendirdiği klasik bir kurguya dayandığı söylenebilir. Belki de Sait Faik’in çatışma, gerilim, anlatıcı ve metnin atmosferi meselelerine “durum öykücülüğünün” gözlemci evreninden sürrealizme geçen bir kurgu evrenine evrilmesiyle bambaşka bir “Yazma Niyeti”ni ifade ettiği de aktarılmalıdır. Bu belirlemeler ışığında “Yazarın Yazı Serüvenine” dair şu önermeler ve açıklamalarla yola devam edebiliriz.

Sait Faik’in bir yazar olarak anatomisini tespit etmek adına şu belirlemeleri yapalım öncelikle. Dışarıdan bakıldığında oldukça sakin görünen Sait Faik’in zihninde bir yığın fırtınanın koptuğunu yazılarından, öykülerinde ele aldığı olay ve karakterlerden anlıyoruz.Bir anlamda bir uyumsuzluğun öyküsüyle tanışır okur Sait Faik’i tanıdıkça. Örneğin Sabahattin Ali’deki özgürlük anlayışı “toplumsal” toplumcu siyasanın yansımasıyken, Sait Faik’te bu sadece “bireysel” bir projedir. İnsanın her istediğini yapabildiği, toplumsal baskıları üzerinde hissetmediği bir özgürlüğü savunur Sait Faik. Yaslandığı yer de “hümanizm”dir sonuçta. Apolitizm yaftasını sürekli taşıyan Sait Faik’in toplumcu öykücü kuşağın eleleştirilerine dair yaklaşımını şu cümleyle özetlemek mümkündür: Sait Faik; insanlara gerçekleri, doğruları gösterecek bir siyasal tutumdan öte “birey” yazarın serzenişleriyle yazı yolduğunu sürdürür.

Orhan Kemal’in öykülerindeki “işçi”, “çocuklar”, “yoksulluk” ve hatta “derin yoksulluk” izleği betimlemelerden uzak, gözlemci ve diyaloglarla şekillenen bir “eylem”, “kurmaca” atmosferinde dış anlatıcıların yer yer özetleme, geriye dönüş, iç çözümleme, tasvir gibi yollarla varlıklarını belirginleştirdiği, ruhsal arka planın karakterlerin diyaloglarında, iç monologlarında kendiliğinden ortaya çıktığını ifade etmeliyiz. Orhan Kemal’in öykülerindeki yöresel söyleyişin yoğun biçimde yansıdığı bu diyaloglar kısa cümlelerden oluşur, metni yalın ve anlaşılabilir bir zemine taşır. Eylemlerin, durumların birbirine bağlanma aşamasında kurgusal ustalığı da belirtmek gerekir. Yazarın herhangi bir türdeki yetkinliği ancak metnin yapısal örüntüsünden yola çıkılarak belirlenebilir. Zaman, atmosfer, kişi kadrosu, olaylar, durumlar, entrik ögelerin, çatışma vs. kurgusal bir zemine taşınırken bunlara biçim veren bir dünya görüşü, bakış açısı elbette vardır. Tarafsız, gözlemci olduğunu ileri süren yazarlar için de bu durum değişmez. Bu yüzden de söz konusu dünya görüşünü, insana, topluma, eşyaya yönelen bakış açısını salt ideolojik bir kalıba indirgemek metnin yapısal bütünlüğünü ya da oluşum aşamalarını görmezden gelmek anlamında da gelir çoğunlukla. Orhan Kemalʹin öykücülüğünü bir kalemde olumsuzlayan görüşlerin çoğunun dayanağı çatışmanın sınıfsal bir zemine, yoksulluğa indirgendiği şeklinde ortaya çıkmıştır. Hemen her öyküsünün yoksulluk ekseninde gelişmesi, bu yoksulluğun da sınıf çatışmasına dayandığı verisine işaret ettiği ve metnin kurgu ve teknik açıdan politik tezin altında ezildiği savına dayan bu olumsuzlama oldukça dayanaksızdır aslında. Aynı şekilde Sait Faik’in öyküsündeki “ben” toplumsal duyarlılık taşımadığı önermesi öykülerin sağlıklı okunamadığı veya çözümlenemediğini gösteriyor. Alemdağ’da Var Bir Yılan’da Sait Faik, çok sevdiği İstanbul’u bile, artık “çirkin” bulduğunu ifade ederken insancıllığıyla şekillenen politik bir iç ses metinde yerini bulmuştur.

“Günlerden pazartesi. Yine vapurun alt kamarasındayım. Yine hava karlı. Yine İstanbul çirkin. İstanbul mu? İstanbul çirkin şehir. Pis şehir. Hele yağmurlu günlerinde. Başka günler güzel mi, değil; güzel değil. Başka günler de Köprüsü balgamlıdır... Yan sokakları çamurludur, molozludur. Geceleri kusmukludur. Evler güneşe sırtını çevirmiştir. Sokaklar dardır. Esnafı gaddardır. Zengini lakayttır. İnsanlar her yerde böyle. Yaldızlı karyolalarda çift yatanlar bile tek."

Yalnızlık dünyayı doldurmuş. Sevmek, bir insanı sevmekle başlar her şey. Burda her şey bir insanı sevmekle bitiyor.”

Birçok öyküsünde Orhan Kemal; yoksulluğun, açlığın, işsizliğin, toplumsal yapıda görülen yozlaşmanın, toplumsal çevrenin çürümeye başlamasının, eğitimsizliğin ve ailenin dağılmasının sonuçları üzerinde dururken Sait Faik’in “hümanizm”ine de oldukça yaklaşır. Bu anlamda karakter tek boyutlu değil, derinliğiyle karşımıza çıkar onun öykülerinde de. Teknik bağlamda Orhan Kemal’in öykülerinde karakterler arasında geçen diyaloglar yerini bazen iç monologlara bırakır. İç dünyada sorgulayıcı bir bakış açısına zemin hazırlayan bu teknik karakterlerin psikolojik hezeyanlarının da ortaya konuşmasını sağlar. Tekniğin bulgularından yola çıkarak Orhan Kemalʹin yoksul, ezilen küçük insanlarının acımasız sömürü düzeninde işleyen haksızlığın, adaletsizliğin bilincinde olmalarına rağmen işlerini kaybetmemek uğruna her türlü haksızlığa, hakarete, sömürüye boyun eğdiklerine dair eleştirel bir okuma yaptığını da söylemek mümkündür. Orhan Kemal bu öykülerde iç çözümlemeyle anlatıcıların varlıklarını belirginleştirmeden anlatıcı figürü modern anlatıdaki “HÂL”ine yaklaştırmıştır üstelik. Bütün hikâyelerinde kronolojik zaman akışı (dün-bugün- yarın) söz konudur. Orhan Kemalʹin hikâyelerinde küçük insanların gündelik yaşamı, yoksulluk, açlık, ekmek kavgası, işsizlik, avarelik, toplumsal ve bireysel yozlaşma, cinsel sömürü, taciz, tecavüz, fuhuş, kadın, çocuk, sosyal adaletsizlik, emek, sömürü, işçi ve işçi sorunları, göç/gurbet, dilencilik, hapislik, umut, aile saadeti, kıskançlık, aldatma/dolandırma, hayal dünyası, aşk/sevgi vb. birçok konu, farklı karakterler, olaylar, durumlar üzerinden defalarca işlenir. Bu atmosfer, karakter ve olay akışının çoğunlukla sinematografik anlatımı sahiplendiğini de vurgulamak yerinde olacaktır.

Kuşkusuz Orhan Kemal öykücülüğünün Sait Faik’le karşılaştırılması 1950 kuşak öykücülerimizi de anlayabilmek için yararlı olacaktır.Türk öykücülüğünün kırılma evreleri açısından 1950'ler Türk öykücülüğünde özellikle varoluşçuluk akımının yazınsal örneklerinin sergilendiği yıllar olduğu da söylenebilir. Feyyaz Kayacan, Demir Özlü, Leyla Erbil, Erdal Öz, Ferit Edgü, Orhan Duru, Adnan Özyalçıner, Onat Kutlar, Bilge Karasu bu akım içinde yer alırken 1950 kuşağı öykücülerinin en belirgin özelliği, dili simgesel, imgesel, soyut bir kullanım alanına sokmaları olmuştur. Varoluşçu öğelerin yanı sıra, gerçeküstü öğeleri de öykülerinde değerlendiren bu yazarlarKafka, Camus yanında, Joyce, S. Beckett, Faulkner'dan da etkilenirken mekân olarak köyü veya taşrayı değil şehri seçip şehrin bunalan insanını anlattılar. Kuşkusuz bu kuşağın Sait Faik’in paltosundan çıktıkları teziyle "bireyin yüceltilmesi" tavrını, evrensel boyuta taşımak, dünya ölçeğinde bir edebiyat yapmayı niyetlendikleri söylenebilir.

Orhan Kemal’in “Çikolata” öyküsündeki yoksulluğun izleri üzerinden bir çözümleme yaparsak diyalogların yazarın “estetize” bir gerçekliği yansıtma çabasında olduğunu aktarmak uygun düşer. Öyküde çikolatayı yeme arzusu ile karşıdakini imrendirip cehennemde cezalandırılacakları korkusu arasındaki gerilim, abla ile kardeşi yoğurtçunun kızına karşı saldırgan yapar. Yaşanan bu ikilem, bu haz merkezli duygusal içerik, çocuklarda öyle güçlü bir duygu durumu yaratır ki her biri büyük bir çaresizliği yaşar ve birbirlerine kıyasıya saldırır. Arzu nesnesi olan çikolata, kapitalizmin, nesneleşmenin bir getirisi olarak çocuklar arasındaki ilişkileri kuşatır ve belirler:

“Abla!”

“Ne var?”

“Biz istesek çikolata...”

“Sus!”

“Alabiliriz değil mi?”

“Sus dedim ya sana!”

“Ama almayız, biliyorum. Cehennemde katran kazanları var.”“Sus demedim mi sana ulan?”

Yoğurtçunun kızı gülüverdi. Ablasının kurdelesi gene sarardı!</“Niye güldün?”

"Sana ne?”<

“Erkeksen söyle,” dedi oğlan.

“Senden mi korkacağım? Nerden gördün cehennemi?”

“Sen nerden gördün?”

“Ben görmedim ki.”

“Biz de görmedik.”

“Katran kazanlarını ne biliyorsunuz?”

Abla kardeşine baktı, kardeş ablasına. Abla, “Babam,” dedi. “Babam bilmez mi?”

 “Bilsin. Siz bilmiyorsunuz ya!” (Kemal, 2017, s. 266)

Sait Faik’in İpekli Mendil’inde şefkat ve vicdanın temsili olarak karşımıza çıkan “hümanizm” Genet’in suç ve suçlu kavramına yakın bir ahlaki norm karşıtı form kazanmıştır. İnsanî ve naif bir öykü olarak ay ışığını bile kanatan acıyı anlatan bu öyküde canı acıyan ay, kozasına çekilir. İpek fabrikasının sesleri, kuru gürültücü bir karanlık olup çöker üstümüze. Işıksız kalırız. Bir yerlerde bir kelebek ölür. Bir hüzün doğar. Bir ipek böceği, sevdalı delikanlı gibi canını feda edip ipeğe dönüşüverir. Bilmem kaç paradan aşağı düşmez ipekli mendil. Sevdalı oğlanın cebindeki para yetmez o ipekli mendile. Çocuk, sevgisini, ay ışığından ceviz kabuğuna, ceviz kabuğundan dut ağacına saklamıştır. Çocuk bilmem kaç para yüksekliğindeki ağaçtan düşüverir. Saklanamayacak kadar çocuktur, gerçektir, kanayan yaradır.

“Ölmek üzereydi. Sımsıkı kapalı yumruğunu kapıcı açtı. Bu avucun içinden bir ipekli mendil su gibi fışkırdı.” Delikanlının yüreği avcuna gelir. Avcunda fışkıran ipekli mendil, on beş yıllık koca ömrünün son nefesi olur çıkar. Böyle gelmiş böyle gider, ipekli mendil illa zengine yâr olacaktır. Zengin fakir bilmez gönül. Âşık olmuşsa bir kere, ipekli mendil hakkıdır. Olan hep âşığa, masuma, küçük insana olur. Bir de ipekli mendile bakın... Ona hiçbir şeycik olmaz: “Ya… İyi, halis ipekli mendiller hep böyledir. Avucunun içinde istediğin kadar sıkar, buruşturursun: sonra avuç açıldı mı, insanın elinden su gibi fışkırır.”

Ez cümle, Orhan Kemal’in toplumcu gerçekçi izleği her ne kadar yoksulluk, işçiler, kent ve taşradaki sömürü ilişkilerine dayanıyor olsa da insancıl yanıyla karşımıza çıkan öykü kahramanları Sait Faik’in öyküsündeki “küçük insanı” garipsemez. Hatta bu öykülerde kahramanın iç çatışmaları birçok dönem öykücüsüne göre daha cesursa aktarılmıştır. Sair Faik’te ise küçük insanları anlatılırken mevcut düzene/yapılanmaya eleştirel ve muhalif bir tutum sergiler. Ama bu muhalefet bir toplumsal başkaldırıya dönüşmez. Yazar bu anlamda sadece tespit eder, okura bir ideolojik görüş dayatmaz. Çünkü onun peşinde olduğu adı konmuş toplumsal bir proje yoktur. İnsanların hayâllerinin gerçek olduğu, mutlu olduğu, haksızlıkların olmadığı, özgür bir dünyayı arzulamaktadır yazar. Oldukça varoluşçu bir çizgide karşımıza çıkar bu açıdan Sait Faik’in bu politik tutumu.


KAYNAKÇA

1.Bezirci, A. (1984). Orhan Kemal Hayatı, Sanat Anlayışı, Hikâyeleri, Romanları, Oyunları, Anıları. İkinci Baskı, Tekin Yayınevi, İstanbul.

2.Eliuz, Ü. (2004). Orhan Kemal’in Romanlarında Yapı ve İzlek. Doktora Tezi. Fırat Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Türk Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı. Elazığ.

3.Gürbilek, N. (2015). Sessizin Payı, Üçünü Baskı, Metis Yayınları, İstanbul.

4.Karaca, A. (2014). Mor Biletli Öykücü Orhan Kemal. Bereketli Toprakların Yazarı. Hece Dergisi Türk Romanı Özel Sayısı, Yıl: 6, Sayı: 65, 66, 67, Hece Yayınları, Ankara.

5.Tahsin YÜCEL, “Sait Faik”, Varlık, 1 Aralık 1954, s. 413, syf. 7.<br> 6. Baki Süha EDİBOĞLU, “Modern Türk Hikâyesinin Kurucusu Sait Faik”, Resimli Yirminci Asır Dergisi, 20 Mayıs 1954, s. 92, syf. 7. 7.İbrahim KAVAZ, Sait Faik Abasıyanık, Şule Yayınları, 1999, syf. 

8.Samet AĞAOĞLU, “Sait Faik”, Varlık, 1 Ağustos 1954, s. 409, syf. 7

9.Fethi NACİ, Sait Faik’in Hikayeciliği, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 1990, syf. 17

10. Sait Faik ABASIYANIK, Alemdağ’da Var Bir Yılan, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2002, syf. 

11. Sait Faik ABASIYANIK, Şahmerdan, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2013, syf. 92.