Yanımızda olanlar hayli hayli yeterliydi. Geride kalanlar ise tıkırtı sesleri...
Velhâsıl sizler ve bizler tüm sesleri kabullenircesine kucak açıyoruz, iki kolumuzu da gere gere.
Gerekli ya da gereksiz tartışması ise tam bir muamma.
Esas ihtiyacımız olan insan kalabalığı mı, yoksa kalabalıklar içerisinde elimizi güven içinde uzatabileceğimiz bir çift dal mı?
Öylesine yüksek sesler arasında idame ettiriyoruz ki her bir günü, haftaları deviriyoruz, yılları adeta eziyoruz. Sesler sadece yükseliyor, nitelik ve nicelik ise bozuk plak kıvamında kalıyor.
Asfalta düşen ve izini bırakan her bir adımı saydığınızı düşünsenize!
Peki ya susmayan araba kornaları!
Kavgalar, istekler, sorunlar, küfürler, ayarı bozuk cümleler, katiller, ben merkezciler, inancını bedenini sarıp sarmaladıklarıyla sorgulayanlar, filmler, müzikler, doğalgazı ve elektriği kesilen haneler, dilenciler ve el açanlar, yetmişinden sonra gece taksisinde çalışmaya başlayanlar, hırsızlar, tacizciler, doğanlar ve ölenler, aynı anda evlenenler akabinde süre gelen soluksuz sevişmeler...
Sesler...
Tıkanan kulaklar...
Mühürlenen dudaklar...
Şimdi tekrar tekrar düşündüğümüzde ve yinelediğimizde yorgun düşüşümüz bir tesadüf olabilir mi?
Kalbimizin olduğundan daha fazla çarpıp endişe yüklü olması bir yanılgı olarak nitelendirilebilir mi?
Herkesi ama herkesi bir dakika boyunca gözlerine göz bandı takıp uyumaya çalışan insan olmaya davet ediyorum.
Kulaklarınıza tıkaç koymayı, dudaklarınızı ise sıkı sıkı kapatmayı da unutmayın emi!
Sonrası mı...
Sonrası yeşile davet çıkaran bir rüya...
Yeşilin hayra yorulduğu, vadilerin ardında taşlı patika yolların barındığı, güneşin sarısının göz bebeklerine yansıdığı, ak sakallı dedenin göğün ortasında ahlak dağıttığı.
Masaldan u dönüşü yapmıştı tüm cümleler.
Ortalık ıssız.
Göz bebekleri kurbağaya özenircesine şiş.
Topuk sesleri duyuluyor tıkır tıkır.
Gün yüzünü döndü.