Geceyi kısalttım dün gece, erkenden uyudum. Yine de sabaha biraz geç uyandım. Neden bilmiyorum. Uyanmak istememiş olabilirim. Muhtemelen seninle biraz daha zaman geçirmek istemişimdir. Bu yüzden biraz daha seninle kaldı ruhum, rüyamda dolaştım seninle bedensiz. Bak zaman nasıl da geçiyor. Sen gideli bir hafta oldu bile. Sonra hemencecik bir ay dolacak. Ve bir de bakacağız ki bir yıl olmuş. Ömür geçecek böyle böyle. Ama sanma ki sensiz olacağız, sensiz kaldık sayacağız kendimizi. Yokluğun acı verecek fakat hemen ardından yüzümüzü güldürecek bir tebessümün sebebi gelecek aklımıza senin yarattığın. Yirmi dört saat yetmiyordu ya sana, her şeye yetişemiyorum diyordun. İşte sana sonsuzluk dedi yaradan. Artık koşturmana gerek yok dedi.
Dün gece rüyamda gördüm seni. Bilirsin, ben pek hatırlamam rüyalarımı. Dilemedim de seni görmeyi aslında yatarken. Gittiğine inandırmak istemiyorum kendimi. Kafan kaldırmıyor diye her gün seni aramayı bırakmıştım ya hani. Gayri ihtiyari “nasılsın” diye sormamak için zorluyorduk ya kendimizi, işte seni daha az sinirlendirmek içindi hepsi. Yine de dayanamıyor yazıyordum sana, başkalarına soruyordum “nasılsın” diye. Onlar da iyi olmadığını söylüyorlardı. Bir tek sen “değilim” demiyordun bana. Onun yerine “bitmiyor fatoş, bitmiyor” diyordun. “Bitsin artık” diyordun. Ben de bitecek diyordum sana, hepsi bitecek ama böylesini kasdetmiyorduk her ikimiz de. Hepimiz, içinden geçirdiğinin bu olmadığını biliyorduk. Şimdi böylesi iyi, o zaman öylesiymiş en iyi olan demek ki. Yaşamak bu demekmiş demek ki…
Dün gece rüyamda gördüm seni. Bilirsin pek hatırlamam rüyalarımı. Çok geç de uyumamıştım oysaki. Ama oldukça geç uyandım uykumdan bu sabah. Sekizi geçiyordu. Belki de seninle geçirdiğim üç beş saniyenin tadındandı uyuyakalmam. Rüyamı anlatayım sana. Hep yapmak istediğimiz ama bir türlü yapamadığımız o tren yolculuğunu yapacakmışız seninle. Hiç bilmediğim bir istasyonda buluşacakmışız. Ben oraya başka, sen başka yollardan geliyoruz. Ben indim trenden, buluşacağımız gardayım ama sen yoksun. Yanlış geldim herhalde diyorum ve başka bir trene binip geri dönüyorum. İstasyonlardan birinden geçerken seni görüyorum. Allah Allah! diyorum. Neden burada bekliyor ki diye geçiriyorum içimden. Bir sonraki durakta inip diğer yönden seni gördüğüm istasyona geri dönüyorum. Aynı yerde duruyorsun, öylece bekliyorsun. Neden bu durakta indin ki diye soramadan ben, “Saatimi evde unuttum.” diyorsun beni görünce ve devam ediyorsun muzip hallerinle konuşmaya. “Seni burada beklemek için indim, buraya geleceğini biliyordum” diyorsun. Ama ben susturuyorum seni, “burada buluşmayacaktık ki seninle” diyorum. “Ben başka bir yere gideceğim, seninle gelmeyeceğim” diyorsun bana, “sen oraya gelmiyorsun, seni göreyim, diyeceklerim var sana, onları diyeyim diye burada indim ama saatim evde kalmış, “Saatsiz yapamam biliyorsun” diyorsun. “Çocuklardan istedim, buraya getirecekler. Hepinizi burada görürüm diye düşündüm” diyorsun. Tamam o zaman, Ben de seninle burada bekleyeyim diyorum, “olmaz!” diyorsun. “Hayır. Sen şimdi git, beni anlaştığımız gibi orada bekle” deyip gelen trene ittirerek bindiriyorsun beni. Sabahın çok erken saati ve ben uyku sersemiyim. Seninle tartışmıyorum ve biniyorum o trene. Camdan sana bakıyorum. Bana gülerek el sallıyorsun. O sırada kolundaki saati görüyorum ama inip sana söyleyemiyorum. Tren hareket ediyor çünkü. Şapşal diyorum, saati kolunda ama farkında değil diyorum ve gülüyorum. Gideceğim yere kadar biraz kestireyim istiyorum. Kafamı cama dayayıp uykuya teslim olurken “ben seninle gelmeyeceğim” dediğini anımsıyorum ve korkuyla sıçrıyorum yerimde. Uyuyakalmışım. Çok zaman geçmiş. Tren durmuş, ışıklar sönük. Herkes gitmiş. İstasyon bomboş. Asıl bineceğimiz diğer tren ortalıkta yok. Panikliyorum. Eyvah diyorum, uyuya kalmışım. Çıkıp etrafta dolanıyorum. Ne bir işaret var ne de bir yön tabelası. “Kayboldum” diyorum, Nalân canıma okuyacak!!! Sonra birini fark ediyorum. Etrafı süpüren yaşlı bir zenci, üstelik de zenci. Şaşırıyorum. Yayına yürüyüp ona soruyorum. Bu tren sonuncusuydu diyor.
Benim bindiğim tren son trenmiş. Ve o istasyona gelen tek trenmiş. Oradan geçen ya da kalkan başka bir tren daha yokmuş. Ve bu tren de geri dönmüyormuş. “Arkadaşım gelecekti ama” diyorum. “O gelmeyecek, size bunu bıraktı” diyor ve bana az önce sen el sallarken kolunda gördüğüm o saati uzatıyor. Saate bakıyorum, saat 05:30’da durmuş. Elimde saat kalakalıyorum oracıkta. O an anlıyorum. Bir anda saat çalışmaya başlıyor. Akrep ve yelkovan hızlanıyor, deli gibi dönmeye başlıyor. Saat dokuza geldiğinde normal hızda dönmeye devam ediyorlar. “Yani, o şimdi gitti mi” diyebiliyorum sadece. Adam arkasındaki kapıyı gösteriyor ve "Siz buradan çıkın.” diyor. Ben de sessizce yutkunuyorum. Yürüyüp o kapıyı açıyorum ve uyanıyorum.
Sana anlattım say. Ne dediğini duyar gibiyim. Üstüm açık falan kalmamıştı. Biliyorum, aslında uyandım dediğim an, uykuya daldığım andı. Bir gün gerçekten uyandığımda, beni orada karşılayacaklardan birisin sen. Ben de o güne dek seni özleyecek olanım. Seni seviyorum Nalân’ım…