Günlerdir uyumamıştı. Uykusuz geçen gecelerin ardından okulda geçirdiği gürültülü patırtılı gündüzler ona hiç yardımcı olmuyordu. Unutmak için bu kargaşa iyi gelir sanmıştı ancak yanılmıştı. Şimdi sınav için ayırdığı bu otuz beş dakika onun dinlenebilmesi için kaçırılmaz bir fırsat gibi duruyordu. Zihnini susturabilirse, bunu başarabilirse eğer geri kalan hayatı için alması gereken kararı düşünebilecekti. Ne yapacağını bilmiyordu. Hayatında ilk defa ne yapacağını bilemiyordu.
Karanlık tarihlerden biri. Dünya koca bir canavar misali. Titu’yu mağarasına tutsak etti sancıları. Tipi, bitmeyen soğuklar, karın kapladığı tekinsiz kara orman ürkütücü bir yalnızlık ölüm korkusunu devşirdi içinde. İçini haylice kalabalık hissetti, mağara duvarlarındaki av resimleri, Piyu, Çika, ormana ulaşan dik yamaçta yitip giden annesi…Mağaraya musallat olmuş kaltaban akrabaları. Kayıplar onlar da bir süredir. Zira gideceğiz buradan demişti zaten. Başka bir kara ormana yolculuğa çıktılar. Bir göl, akarsu, kıyı arıyorlar onlar da. Buzulların altında belki cesetleri şimdi.
Ayakta kilometrelerce yol gitmenin çileli halleri. Balık istifi, itiş tıkış. Özellikle kadınların değişmeyen sitemleri, isyanları. Anda kalan dostluklar, yardımlaşan, dayanışan insanlar... İstanbul ulaşımının sıradan alışılagelmiş yüzü. İstanbul’u yaşamanın ve bu şehrin insanını tanımanın en kestirme yolculuğu.
Dükkânın karanlık, kasvetli halini gözleriyle izledi. İçerisi yine ırgat pazarına dönmüş. Zihni bulanıklaştı. Vitrindeki birkaç rugan kundura, püsküllü damatlıkların yanında sıralanmış. Güneş yüzünü göstermedi henüz. Kapkara gök. Kasabalılar ilçedeki fabrikasyon kundura satan dükkanlar açıldığından beri uğramaz oldu dükkâna. İşi düşen tabanına çivi çaksın diye kapının eşiğinde beliriyor ancak. Bunlar daha mı pahalı diye sordu Elif gözleriyle camekandaki parlak kundurayı gösterip. Sandalyede çivilenmiş gibi otururken sıkıntıdan oflayıp pufluyordu bir yandan.
Öylece oturmuştu. Oturmaktan çok çökmüştü yere. Toprak olmuştu her yanı, yüzü gözü toz toz. Gözümüzün önünde giderek yiten karaltının üzerine bir eliyle aldığı toprakları atıyordu sakince. Sanki kum havuzunda oynayan bir çocuk... Bir elindeyse sedef kolyenin zinciri kederle sallanıyordu boşluğa. Boşluğun içine, derine, en derine.
Beni hep annem yıkar, topuklarıma kadar uzayan saçlarımı tek başıma arıtamam, öremem. O gün, leğeni tandır başına kurdu, bakır güğümdeki su sıcacık. Kullanmaya kıyamadığı, gül kokulu sabunla uzun uzun yuğdu saçlarımı. Köpürttü duruladı, tekrar köpürttü. Ağlıyor mu ne? Gözlerim yanıyor, açıp bakamıyorum. Dere kenarından toplarız killi çamuru, saçları parlatır yumuşatır. Tasın içinde sulandırdı kili, duruladı, duruladı. Dolanan saçlarımı sabırla taradı. Bu sefer saçlarımı tararken, kemik tarağı kızgın bir azarla kafama kafama indirmiyor. Hiç olmamış oyuncak bebeği ile oynar gibi oynuyor saçlarımla. Ağıt yakıyor. “Bebexti keça min…” Niye bahtsız kızım diyor ki anam bana?
Garın tepesindeki kızıllık Mine’nin yüzündeki pembeliği belirginleştirdi. Çıkarken makyajını alelacele silmişti. Yaşını belli etmiyorsun abla. Kim iddia edebilir senin kırkını geçirdiğini diye yılıştı yine. Mine'nin hayli alımlı, işveli olduğunu düşünürdü zaten. Kadının gamzesi belirdi yine her zamanki gibi.
Gözlerini açtı. Hiçbir şey göremiyor gibiydi; elleriyle ovuşturdu, göz kapakları sarkık ve buruşuktu. Hava henüz aydınlanmamıştı. Başucundaki komodinin üzerinde, ilaç kutularının yanında duran, kalın camlı gözlüğü taktı. Zorlukla doğrulup bacaklarını aşağıya sarkıttı. Ayakları iri ve sıskaydı. Parmakları uzun ve çirkin görünüyordu.
Arif'le akşamın kör saatlerinde kasabanın sahil şeridinde dolanıyorduk. Okulu asmıştık. Gömleklerimizi pantolonlarımızın dışına atmış, ceketlerimizi, kravatlarımızı eprimiş, ahı gitmiş vahı kalmış sırt çantalarımızın içine tıkıştırmıştık. Kayalıkların dibinde oturup demlenecektik. “Balık tutalım,” demişti.
Kalkınca ilk işi duşa girmek oldu. Suyla oynaşırken bedeniyle yeniden tanışmayı severdi. Su görünür kılardı her şeyi. Bedenindeki fark etmediği şeyler dikkatini çekti. Onlarla tanışmak için suya tuttu. Endam aynasında ıslak bedenine iyice baktı. Hep öyle yapardı. Her sabah bedeniyle yeniden tanışıp vedalaşır sonra da dünyayı değiştirmek için sokaklara koşardı.