Sonrası var mı diye düşündü. Karanlık, ıssız enkazda unutulmak…Sonrası ses sözle tarif edilemez bir sarsıntı; annem mutfaktaydı, babam her zamanki gibi yatağında. Yatalak kaldığı aylar boyunca ali kıran baş kesen kesilmişti evin başına. Bu evi ben inşa ettim, bir halt olmaz deyip duruyordu. Annem tabutta yaşamaktan ürktükçe daha da dualarına sığınır olmuştu. Sonrası karanlık, havasızlık, korku…
“Ana, babamı özler misin?” Sağ kaşını kaldırdı, o sağ kaş kalktı mı biliriz yanlış bir şey yaptığımızı. Hemen toparladım. Sustu! Anladı ama anlamazlıktan geldi. Sağ kaş hâlâ yukarda… Çocukken bize hiç hayır demezdi. Sağ kaşını kaldırdı mı anlardık. Bir keresinde evde misafirler… Sofra hazır, okuldan gelmişim. Karnım nasıl aç? En sevdiğim pişi sofrada sıcacık, yanında çiville karışık tulum peyniri… Göğermiş olanından… Dalıyorum sofraya. -Öhö öhö!..
Çay bardağının içinde dönüveren kaşık sesleri iki kadının süregelen sohbeti ile taçlandığında dışardan geçen “Hurdalar alırımm!” cümlesi araya kara kedi gibi girmişti. “Hur-daa-cııı!” “Hurdalarrr alırıımmm!” İki kadın, bir yandan çaylarını yudumlarken bir yandan da sokağı tam ortalarına alıyorlardı.
Acaba en son ne zaman göğsümde baskı hissetmeden, rahat bir nefes alabildim? Hatırlamıyorum. İçerisi çok karanlık ama eskisi gibi bataklık yok. Pelte gibiyim. En çok da iç organlarım. Özellikle kalbim, çünkü bütün ağırlığı göğsümde hissediyorum. Birazda karnımda ama kasıklarım iyi durumda. Kollarım da hareket etmekte zorlanıyor. Bir çuvalın mı yoksa bir tabutun içinde miyim anlayamıyorum.
Tepeyi tırmanıp ana yola inecektin. Nereden geldiklerini göremedin. Birden bire önüne çıktılar. Bisikletinin etrafını çevirdiler. Dünyanın öbür ucundan gelmişsin gibi bakıyorlardı. Omuzlarını kavrayıp, birbirlerinin üzerine doğru sertçe itiyorlardı. Bir çember içinde dönüp duruyordun. Kimi sarsarak, kimi hırpalayarak, kimi etini burarak dokunuyordu. Bu dokunuşlar, onları coşturuyor, kanlarını ısıtıyor, adeta çıldırtıyordu; hep bir ağızdan sürekli histerik çığlıklar atıyorlardı. Seslerin yankısı; zihnini yakıyor, çatlatıyor, parçalara ayırıyordu.
Korkut Ata’nın Gökçen Kız’ın ahını aldığıdır. Rivayet olur ki koca bir şehirde gönüllü sürgün kadınlığına dövünen Gökçen televizyondan gelen Özbekçe şarkıya kulak verip bir hayli detone çıkan sesiyle usul usul şarkıyı mırıldanmaktadır. Kızını emzirdiği Taşkent günlerinden oldukça uzaktadır şimdiki zaman. Bozkırda er kişi diye belleyip evlendiği Korkut sünepenin tekiydi aslında. Her ay kızlar için gönderdiği paraları iç ediyor herif. 100 dolar 840.000 Sum… Kızları İstanbul’a getirmeli. Yatılı ev işlerini götürür onlar da. Mutfakta yemekleri hazır etmemi istedi Suna Hanım. Bugün konukları varmış. Damacana içindeki rakıya şaşkınlıkla baktı o sırada. Ancak damacana yetiyor bana, eğlendi Suna. Korkut kızın ahını aldı yine.