Öncelikle önemli bir tartışmanın karşıt iki ucu olarak görebileceğimiz Doğu ve Batı kavramlarının tarihsel bir ayrışmayla ilişkilendirilmesi gerektiğini görmemiz gerekir. Bu tarihsel ayrışma belki bir bilinç ayrışması ya da Batı'daki ekonomik düzenin belli bir sermaye gereksinmesi sonucu yüzyıllarca sömürge pazarları üzerinde konumlanmasından kaynaklanan bir tarihsel ayrışma olarak karşımıza çıkıyor, ancak elbette sonuçları aydın için değişen kimi kriterleri veya değer ölçülerini de yaratıyor.
Romanımızın ana karakterinin annesi Muazzez Hanım “Evladım romanlardan bıkıp usanmadın mı, bir de tuttun şimdi romancı oldun, bu yüzden bir baltaya sap olamayacaksın!” demektedir. Dahası Mümtaz Candaş lüzumsuz insan oluşunu kendisi bile dile getirir: “Ben roman dünyasında yaşamak için her kadının öyle ya da böyle sonunda talep edeceği düzenli iş sahibi koca olamadım; mimarlığımı bıraktım, çalışmadım.”
Romanın tümünde bir kasaba tablosu çizilmiş. Bazı olumsuzluklara karşın insana sıcacık, sevimli gelen bir kasaba. İnsanıyla, yaşanılan olaylarıyla, orada yaşayan insanlarıyla bir kasabaydı anlatılanlar. Yaşamda ne kadar insan tipi varsa romanda okuyucuya el sallıyor. Bildiğimiz, duyduğumuz, tanık olduğumuz kahramanlar bunlar.
Umut Çetin’in yazıları, kimi zaman “kral çıplak” diyen bir çocuğun naifliği, kimi zaman da bir Antik Çağ filozofunun sorularıyla karşılıyor bizi. Cevapsız sorular...