Bu gece kanlı ay tutulması var. Hepimiz kampın tepesinde kayalıklar üzerinde bir köşeye geçip bekliyoruz dağın ardından ayın doğmasını. Kıçımız hiç de rahata değil kayalıkların üzerinde. Kıçımız rahat olsaydı belki de kaçıp gelmezlik buraya. Hepimiz boktan bir kaçış derdindeyiz. Bir süre unutmak isteği bizimkisi.
Çünkü İsa Miranda’yı öldürdü. Hem de bir çırpıda. Önemsiz bir kaldırımda. Bıçakla. Sıradan ve sevimsiz bir sokağın ortasında. Sonra hepsi gittiler. Periya, Ekrem. İsa biraz daha kaldı. Sonra o da gitti. Miranda zaten öldü. Çoktandır hem de. Zaten o başka bir hikayede. Ben ise buralardayım. Hep olduğu gibi.
İçindeki kuşkuları, korkuyu atıp bir cerrah titizliğinde ceseti kesmeye başladı. Kanlı elleriyle organları yokladı. Çürümemiş daha. Ölü diriltenler üç gün önce yoksullar mezarlığına sessiz sedasız gömülen biri olduğunu söyledi çuvaldakinin. Az para istemediler cesedi satmak için Henry’e. Londra sokakları tekin değil, cinayetler, salgınlar kuşattı şehri. O izbe, kör karanlık sokakta yürürken bıçaklamışlar kadıncağızı. İlerdeki rutubetli odalardan birinde yaşayan fahişenin biri olmalı. Belki bardan çıkan sarhoş takımından biri musallat oldu kadına, ya da müşterisi…