Gelecek için kurduğumuz leylak renkli hayaller yerini belirsizlik karanlığına bırakıyor. Bu karanlığa seni de yanımda çekmek, sana yapacağım en büyük kötülük olacaktır. Oysa en ufak bir zarar görmeni istemezdim. Ceplerimde biriktirdiğim mutluluğu ellerine teslim etmek isterdim. İtiraf etmem gerekirse bu kaçış, tek çarem olarak gördüğüm yol. ‘Nereye kadar?’ diyeceksin. Gördüğün gibi her soru, sonu muamma olan bu karanlığa çıkıyor. Bu karanlıkta kaç gün, kaç ay, kaç yıl, nerede, nasıl sürüklenirim bilmiyorum. Tek bildiğim seni de bu karanlığa çekemem.
Fakat bu hikâye ardında iki mezar taşı bırakanların hikayesi. Bir eş, bir oğul yatıyor. Yüreği suskun teyzemin, gözleri buğulu, özlem dolu. Benim aklımda ise anılar ve radyo var. İki sene sonra adım attık köy evine, anılarımız peşimizde. Annem konuşuyor: “İki sene önce her şeyi toparladık, güzelce yerleştirdik. Bir sonraki sene gelince kolayca açarız diye. Güve yememişse evde her şey vardı. Pirinç, bulgur, ceviz…”
Toplantı salonunda bir şaşkınlık kol geziyordu, patronun düşüncelerine (onların tabiriyle fantezilerine) boyun eğmek isteyemeyen bir grupla, her konuda evet efendimciler karşı karşıya kalmış, gündemi tartışıyorladı. Hikayenin kahramanı Patron Atılgan Bey her zamanki gibi satış konusunda büyük harflerle konuşmaya başlamıştı, “Ekmeği, tuzu herkes satar önemli olan Alaska’ daki insana buz satabilmektir”. "Tereciye tere verebiliyorsan konuşacaksın karşımda".
Yattığı karanlık odada, perdenin incecik aralığından içeri sızan ışık huzmeleri ile aydınlanan bölümde sürekli uçuşan toz zerrecikleri görüyordu. Ne kadar zamandır uyanıktı, niye bu karanlık odada ve niye bu yatakta yatıyordu hatırlayamadı. Tekrar perdenin aralık bıraktığı yere döndü. Bütün bu milyonlarca zerrecik sanki hoş ve hareketli bir müzik eşliğinde durmadan dans ediyorlardı. Tıpkı tarihi filmlerde gördüğü görkemli salonların, muhteşem atmosferinde dönen, kabarık etekli kadınlar ve üniformalı yakışıklı adamlar gibi. Kadınların pek çoğu üniformalı erkekleri yakışıklı bulur nedense. Bu giysiler o adamları bambaşka bir kişiliğe mi taşır?
Daha birkaç gün önce sunucu televizyonda muhtıra bildirisini okumuştu. Suratı bir karış o komutan, sıkıyönetimin ülke için zaruriyetinden söz ediyordu ekranda. Cümleleri akarken, zoraki gülümsediği de oluyordu. İçi sıkıldı Nesrin’in. “Sokağa çıkma yasağı demek, bu deli oğlanı tık eve başarabilirsen. Laf dinlemez ki hiç.”
Günlerdir uyumamıştı. Uykusuz geçen gecelerin ardından okulda geçirdiği gürültülü patırtılı gündüzler ona hiç yardımcı olmuyordu. Unutmak için bu kargaşa iyi gelir sanmıştı ancak yanılmıştı. Şimdi sınav için ayırdığı bu otuz beş dakika onun dinlenebilmesi için kaçırılmaz bir fırsat gibi duruyordu. Zihnini susturabilirse, bunu başarabilirse eğer geri kalan hayatı için alması gereken kararı düşünebilecekti. Ne yapacağını bilmiyordu. Hayatında ilk defa ne yapacağını bilemiyordu.
Dükkânın karanlık, kasvetli halini gözleriyle izledi. İçerisi yine ırgat pazarına dönmüş. Zihni bulanıklaştı. Vitrindeki birkaç rugan kundura, püsküllü damatlıkların yanında sıralanmış. Güneş yüzünü göstermedi henüz. Kapkara gök. Kasabalılar ilçedeki fabrikasyon kundura satan dükkanlar açıldığından beri uğramaz oldu dükkâna. İşi düşen tabanına çivi çaksın diye kapının eşiğinde beliriyor ancak. Bunlar daha mı pahalı diye sordu Elif gözleriyle camekandaki parlak kundurayı gösterip. Sandalyede çivilenmiş gibi otururken sıkıntıdan oflayıp pufluyordu bir yandan.
Âh, evet; "tüylerini tersine taradığımız" tarih haber göndermiş. Gönderir ya... "Geçmişi özlemiyor musun?" demiş. Der ya... "Bir görüp çıkacağım" diyorum geçmişe. Derim ya... Tarihin emri siyasetin kavliyle yağmuru unutmuş bir günde buluşuyoruz. Çok kapılı, hiç anahtarlı, misli ve isli bir geçmiş bu. Bir yolunu bulup girip çıkıyorum.
Sağ şakağımın üzerine bastırdı silahın ucunu. Ne derler oraya bilmiyorum, namlunun ucu mu? Bu kadar yakınıma kadar elinde bir silahla geldiyse, tanıdığım hatta sevdiğim ve güvendiğim biri olmalı. Sonra bir şeyler söylemiş olmalı, hem de uzunca süren bir şeyler. Hatırlamıyorum. Tetiği çekti. Kurşun sağ şakağımdaki kemiği, belki de kemikleri delip, beynimin içinde hızla yol aldı.