Çay bardağının içinde dönüveren kaşık sesleri iki kadının süregelen sohbeti ile taçlandığında dışardan geçen “Hurdalar alırımm!” cümlesi araya kara kedi gibi girmişti. “Hur-daa-cııı!” “Hurdalarrr alırıımmm!” İki kadın, bir yandan çaylarını yudumlarken bir yandan da sokağı tam ortalarına alıyorlardı.
Kapalı bir sonsuzluk içinde akarsunun kıyıcığına ulaştı sonunda. Orman bir labirent gibi uzanıyordu. Sürü uzakta. İzini kaybettirdi muhakkak. Leşin üstünde tepinen bir iki sırtlan ürkerek kaçtı gri kurdun yakınlarından. Toynaklarıyla leşi yokladı hayvanlar kaçışınca. Sürüden çok uzakta şimdi. Reddedilen açlıktan ölmeyi kabullenir. Büyük heybetli katilin ilk avı değildi bu ceylan. Yavruyu kanlı ve keskin dişleriyle öldürdüğünde uzaktaki sürünün ormanda bir gölge gibi beklediğini düşündü. Sonsuz mavilikte tek tük evlerden yükselen dumanları izledi. Ötelerde bir savaş oldu. İnsanlar arasında. Cesetleri bıraktılar savaş meydanında. Leş yiyicilere kaldı ölü askerler. Ormanın yakınlarından geçen muzaffer ordunun yorgun yürüyüşünden ürktü bunları düşünürken.
Vondelpark’ın girişine “Yahudilerin Girişi Yasaktır” tabelaları asıldı. Sinemalara, plajlara, hayvanat bahçelerine, kahvelere, yüzme havuzlarına, kütüphanelere de girmemiz yasak. Geçen şubatta Thomas’ın ailesini Schoorl’a gönderdiler. Kampta en ağır işleri yaptırıyorlarmış gidenlere. Sessizce dinledi Abraham. Boş Aşana’yı sığınağımızda kutlayacağız. Şabat’ta yaptığı halla ekmeğini pişirecek Anna. Zavallı kızın yüzünde kurtulacağımıza dair o bitmez tükenmez umut.
Vapurdaydılar. Gün batmak üzere. Ufuk kıpkızıl. Sultanahmet, Ayasasofya karşılarında. İlkokulda öğretmenin zorla okuttuğu o masal kitabındaki şehirleri andırıyor. Vapurun açık tarafındalar ikisi de. Yorgun, tüm sokakları arşınladılar abla kardeş. Kız omzundan indirip kardeşinin yanına yerleştirdi akordeonu. Seyredaldılar martıları, denizi, koskocaman şehri. Kızın gözleri yanı başında duran gazeteye ilişti. Bol resimlilerinden. Okunup bırakılmış. Bir cinayet haberi. On altısında kızı üvey babası cinnet anında beylik tabancasıyla vurmuş. Kızın ölü, soğuk bedeni, yatağın üstünde boylu boyunca uzanmış, bakışları donuk. Gazetedeki fotoğrafa takılı kaldı gözleri. Tüm üvey babalar cehennemde yanmalı. Koca koca kazanların altına odunları atıp yakmalılar herbirini. Vapur Kadıköy'e yanaşmak üzere. Oğlan dalgın dalgın bakıyor martılara, denize. Kızın içindeki fırtınadan oldukça uzakta seyrediyor maviliği.
Kapıyı dikkatlice tıklayarak içeri girdikten sonra lazım olduğunda ustalıkla kullanabildiği o kibar ses tonu ile memurlara “Merhaba, kolay gelsin!” deyip usulca ama etkili bir dil ve mimikle meramını anlatmaya başladı. Dışarıdaki yağmurlu ve soğuk havanın aksine bütün kedilerin mayışarak uyuyabileceği sıcacık ofise girdiğinde çocukluğunun gürül gürül yanan kömür sobaları geldi aklına ister istemez. Ofiste gözlerini hızlıca gezdirerek asıl patronun kim olduğunu anlamaya çalıştı bir taraftan. Arkadaki büyük masada, bütün işlerini bitirmiş gibi koltuğunu ileri geri sallayarak sesini duyamadığı yağmuru seyreden orta yaşlı adamın şef olduğunu tahmin ettikten sonra gözlerini diğer memurlara kaydırdı. En önde her hâliyle yeni olduğunu belli eden kızıl saçlı, boş bakışlı kızcağızı çabucak geçti. Onun yanındaki masada kulağındaki cihazla mesai saatlerinde aklının başka yerlerde olduğunu bir bakıma haydi haydi itiraf eden, tavırlarından tecrübeli memur havalarında olduğu hemen anlaşılabilen memurda karar kıldı.
-Düşmek üzereydi. Alabildiğine yeşil bir ovada koştu, koştu ve koştu. Sonra yer bitti, gök başladı. Yol bitti, bir uçurum karşıladı onu. Aşağısı görünmüyordu. Uçurumun dibini boylamak istemiyordu. Durdu, ardına baktı korkuyla. Geliyorlardı. Kaçacak hiçbir yeri kalmamıştı. Bu sefer kesin yakalayacaklardı onu. Durdu ama düşünecek vakti de yoktu. Kaçmalıydı… “Uçmalıyım” dedi.
Duvarlar sessizlikle sarmalanmış bir halde iken griye bulanık bir is kokusu odanın ortasına yayılmış gibiydi. Üst üste dizilmiş pembe dosyalar karıştırılmayı bekleyedursun, diğer odadan o hırıltılı sesduyuldu. “İstiyorum onu! Bir iz, bir işaret hadi çocuklar! Topuklu fırtınayı istiyorum!” Rehavete düşmüş topluluk, toprağın canlanması gibi hareketlenirken dışarda sağanakbaşlamıştı. Cama vuran her bir yağmur damlası delici bir ses çıkarır gibiydi. Delici ve kemirici...
Motorun gürültüsüyle irkildi. Gecenin bir yarısı motosikleti yumruklayan, sağ ayağıyla onu paramparça eden biri öfkeyle bağırıyordu penceredeki Arif’e. Şasi yerde paramparça. Arif’in kapısına dadanan yabancı tepeniyor amortiserin üstünde, amartiser de gitmiş güme. Vurdukça dağılan motosikleti parçalarken öldürmeye niyetlendiği Arif’in telefonun kamerasındaki yüzü canlanıyordu. Pencerenin kenarında korkuyla izliyordu olan biteni Arif o sırada. Kardeşimi mete bağlımlı ettin puşt, çık dışarı diye höykürüyordu. Arif sinmiş, ürkerek izliyordu dışarda olanları. Motorun içine etti herif, bunu tamir etmek bir motor parası ulan. Kaç gündür Ayhan abisi de malın parasını istiyordu iki gündür. Parayı buluşturacağım abi. Mahalleden gidiyorum, taşınacağım zaten. Taşınmak kaç para biliyor musun. Hem polisler de uyarıyor sürekli.
Gözlerini açtığında kendisini kapkara bir boşluğun içinde buldu. Elleriyle yattığı yeri yoklamayaçalıştı. Çokça irili ufaklı taş, pis kokulu bir toprak.. Bu pis kokulu toprak, kıpırdandıkça, altında adetabilinmeyen yönlere doğru kayıyordu. Birden lisedeki büyük aşkı Ceyda geldi aklına: Hey hanım evladı, iyi kokla bak mis gibi gübre kokuyor; işte köyün kokusu. Ananın bahçesi gibi gül,hanımeli kokmaz her yer.
Zaman dondu. Saatin olağanlığında akan tik taklar kesildi. Kan denizi yükseldi çevremizde. Kırmızı boya değil, sahici kan. Oluk oluk. Boğuluyoruz. Parçalanmış cesetlerimiz arasında çıkıveren seslerimiz duyulmaz oldu. Ölüme bir o kadar alışık, yitmeye bir o kadar yazgılı kentimizin bu mütevazı tiyatro salonunda celladımızla paramparça oluverdik. Bir tragedya rutini içinde kötücül kahramanların istediği replikleri söylemeye o kadar alışmıştık ki yaşamak için, bu sefer doğaçlama gelişti her şey. Özgür çağrışımlara yer yoktur halbuki tragedyalarda. Uzak, öte zamanların içinden çıkıveren ozan çağladı en acı dizelerini. Koro için kurgulamıştı bu sahneler. Onaylayan, anlatan kalabalık için. Aykırı sözcükler de nereden çıkmıştı? Yönetmen öfke kusuyor oyunculara. Sahnede metin dışılığa izin yok halbuki.