Yazının Tanıklığı/Tanıklığın Yazıları  

Yas/Evrim AKDAĞ

2 dakika okundu

İki küçük kaya parçasıydı. Su aktı kıvrımlarından. Dibi yosun yüklü,yemyeşil bir nehirdi üzerine ışıklar düştüğünde. Köy kurak. Şehir kurak.Ulaşıp bütün çukurlarını dolduracak bir mahal yok etrafında. Köylüler parmakları arasında ufaladıkları toprak parçalarını suya atarken bir türkü mırıldanıyor sonra avuçlarını gökyüzüne açıp kanayan yaralarını göstere göstere gökyüzüne ayna oluyorlardı

Devamını Okuyun  

KIVAMSIZ İLİŞKİ/ÖZLEM TÜM

1 dakika okundu

En ağır gelen de, acının üzerine dökülen çikolata soslu sohbetlerdi.Kek, bayatladığında değerlendirmek için yapılan kurtarma operasyonu gibiydi ilişkimiz .

Devamını Okuyun  

KADRAJDAKİ KAHKAHA/Özlem TÜM

1 dakika okundu

"Bir de buradan çek bir kare." Ezgi, fotoğraflarda içten attığı kahkahalarla geçmişine meydan okuyordu. Her güzel anısını kayıt altına almak ister gibiydi.

Devamını Okuyun  

RIZA’nın YERİ/Meral Kutluğ

1 dakika okundu

Gözlerini açtı, önce hiçbir şey göremiyormuş gibi geldi. İki eliyle ovuşturdu, tekrarbaktı. Şimdi netleşmişti görüntüler. Susuzluktan kupkuruydu ağzının içi. İğrenç bir metalik ya da paslı bir tat vardı. “Sanki hiç pas yalamışlığım varmış gibi”gülümsemek istedi beceremedi. Ne yapacağını bilemez halde yatarken yanında birsıcaklık ve bir soluk alıp veriş hissetti. Yavaşça ve merakla başını çevirdi. Sırtı hafifçe kapıya dönük, nemli saçları yastığın üzerine yayılmış genç bir kadın gördü. Çıplak bedenini incecik örtü kısmen kapatıyordu. Ensesinde ve kollarındaki minicik, kumral tüyler güneşin taze ışıkları ile parlıyordu. Yattığı yerden küçük göğüslerinin, kızıl kahverengine yakın renkte, minik üzüm taneciklerini andıran uçlarını görebiliyordu. Bu minik çıkıntılar her soluk alıp verişinde yükselip alçalıyorlardı.

Devamını Okuyun  

Oyunbozan/Münire ÖZGENCAN

1 dakika okundu

Sandaldayız. Ediz, Ben, Nevra. Ediz’in o günlerde babasıyla arası iyi değil. Hırlaşıyorlar devamlı. Sahildeki balık lokantalarından neşeli şarkılar yükseliyor. Konuşmuyoruz hiç. Uzakları, çok uzakları düşlüyoruz. Beyaz evler, evlerin pencerelerinde rengârenk çiçekler, bisikletli insanlar, parke taşlı dar sokaklar, sokaklara yayılan şarkıların ezgileri, şık mağazaların sıralandığı ışıklı caddeler. Özgürlük. Sular ülkesi. Ediz’in düşleri… Düşlerimiz.

Devamını Okuyun  

BİR YOL ÖYKÜSÜ /Erinç BÜYÜKAŞIK

3 dakika okundu

Sokağa vardığında akşamın ıssızlaştırdığı kentin insanları evlerine hapseden yalnızlık duygusuna içten içe kızmıştı. Yürüyordu daracık sokaklarıyla bu eski kentin bir kenar mahallesinde. Kahvehaneler, Kürtçe, Arapça sözcükler arasında Ortadoğu çarşılarının buhur kokularıyla da tanışmıştı. Aslında kendi içinde büyüttüğü eski kenti, geçmişe dair anımsamaları bu kentin ayrıntılarını da belirlemeye başlamıştı. Binlerce felaketi arkasında bırakmış şehirliler, dinginliği evlerine sığınmakta ararken o hala şehrin dar sokaklarında bir adres belirlemeye uğraşıyordu. Bir adres, bir kimlik mi? Anlaşılmaz bir aidiyet duygusuydu onu yola düşüren. Bir yaz sıcağında varmıştı Güneydoğu’nun bu eski kentine. Güneşin kavuruculuğunda “Güneş doğudan yükselir.”sözünü doğrulamak istercesine erkenden kalkmayı alışkanlık haline getirmiş, Mardin’in kıpkızıl ovalarında (ya da kızıl denizinde) yıllardır sözü edilen kültürel bileşimi kavramaya çalışıyordu. Bir şekilde Güneşe Yolculuk’un bu coğrafyalara uzanan tabutun içinde genç ölüyü kalabalıklar arasında  görüverdi sanki.

Devamını Okuyun  

BULANIK/ERINÇ BÜYÜKAŞIK

1 dakika okundu

Kapı çaldı. Evde kimse yok. Tekinsiz geldi bu ıssızlık. Korkutucu değil bu karanlık. Belki de gözüm alıştı sessizliğe. Gündüzleri yan odada iniltili bir ses. Abi nasıl oldun bugün, seslenişi. Halam olmalı. Babamın uysal bir hastaya dönüşmesi. Halbuki oldum olası sevmez hastalıkları. Bir süre daha yatağa mahkum. Uyumuş olmalı babam nihayet. İniltiler kesilmiş. Gecenin ışığı belli belirsiz girdi pencereden. Kaç gündür tekinsiz hissediyorum kendimi. Ürkek bir güvercinin sığınağı gibi odam Saat iki olmuş. Yarım yamalak uyumuşum belli ki. Sanrılı uykular benimkisi. Tavşan uykusu denilenden belki de. Kabuslarla geçen bir gecenin tüm yorgunluk hali. Kemiklerim ağrıyor, içimde bir şeyler de. Soyut, ulaşılmaz uzaklıkta bir acı. Karabasanlardan besleniyor üstelik. Beni o acımasız kararsızlığımla bir başına bırakıyor gece. Çoğu kez sabaha dek uyuyamadığım oluyor üstelik.

Devamını Okuyun  

Ağlama Sevdam/Rana Duman

5 dakika okundu

Umumi harpten birkaç yıl öncesi, on beşime yeni basmışım o zamanlar. Anam gürbüz delikanlı oldun, kendi ekmeğini çıkarma vaktindir diyerekten beni Sevda Hanım’ın tütün tarlasına işçi olarak vermişti. O zamanlar Ulu Çeşme'den zeytinliğe uzanan tüm o arazi Sevda Hanım’ındı. Mal varlığı ile ünlenmiş bu kadını, yöre halkı pek sever sayardı. Bir derdi olan Sevda Hanım'a varır, dertli girdiği kapıdan dermanını bulmuş olarak çıkardı. Hayır işi olanın, Sevda Hanım'ın duasını almadan işi rast gitmezdi. Beni de pek severdi, hiç yanından ayırmazdı. Gün doğmadan evvel Tülkatre’yi dörtnala sürer, yüzümüzü yalayan sabah meltemi eşliğinde antik tapınağın harabesine varırdık. Sevda Hanım; taş yığınlarının arasında gezinirken kaftanının iç cebinden, babasından yadigâr pusulayı çıkarırdı. Pusulayı avuç içine yaslayıp bir müddet sessizce gözyaşı dökerdi. Tülkatre’nin homurdanmayı andıran kişnemesini duyunca boşta kalan eli ile hızla gözyaşlarını siler, baharın müjdecisi erguvanlara eş dudaklarına bir tebessüm yerleştirir ve beni çağırırdı; -Tahsin, gel! Gurbet kuşlarını bekleyelim!

Devamını Okuyun  

Nehrin Ardında/Ebru Zeynep DİŞİAÇIK

1 dakika okundu

Kirpik hizasından suya dökülüyordu sanki yaşanılan her şey. Geçmiş bir su birikintisine hasret gibiydi. Belkide bir iç döküşün motifli haliydi. Suya konuştu Mücella. Oluk oluktu anlattıkları. Günleri bitiriyor, haftaları deviriyordu. Lakin susmak bilmiyordu.

Devamını Okuyun  

Rasim Ve Korkuları /Meral KUTLUĞ

2 dakika okundu

Sağ elindeki soğuk metal kütleyi yavaşça yere bıraktı. Ağır, ağır diz çöktü. Ellerini başının arkasında birleştirdi. Vurulmamak için yapacağı başka hiçbir şey yoktu. İçeri doluşan iri kıyım adamlardan biri silahı aldı, diğer ikisi kollarından tutup yere yüzükoyun yatırdı ve birisi üzerine çöktü diziyle. Şimdi başka bir soğuk metal bileklerini kavramıştı. Havasız kalmış gibiydi, bir taraftan titriyor diğer yandan korkuyordu.

Devamını Okuyun  

Ömrüm Uzun Bir Geceydi/Filiz Özdemir

2 dakika okundu

Dere kenarından toplarız killi çamuru, saçları parlatır yumuşatır. Tasın içinde sulandırdı kili, duruladı, duruladı. Dolanan saçlarımı sabırla taradı. Bu sefer saçlarımı tararken, kemik tarağı kızgın bir azarla kafama kafama indirmiyor. Hiç olmamış oyuncak bebeği ile oynar gibi oynuyor saçlarımla. Ağıt yakıyor. “Bebexti keça min…” Niye bahtsız kızım diyor ki anam bana? Kırk örük yapıyor saçlarımı. Kara çaputlarla düğümler atıyor. Kara bir entari giydiriyor bana. Boyu topuklarıma geliyor. Başıma kara bir yaşmak bağlıyor, kara kapkara… Niye siyah giydim ki? Okula mı acep? Seviniyor içim, böyle koşmak, karların içinde yuvarlanmak, üşümek, yeniden ısınmak. Anamı barç barç öpmek... Elimi tutuyor, tandırlıktan çıkıyoruz. Rojin bibilerin damlarına doğru yürüyoruz. Evlerimiz yakıncana.

Devamını Okuyun  

DERİN UZAKLAR DÜŞÜ/Havva AĞRAL

1 dakika okundu

Bugün de eski fotoğraflar sergisini geziyordu. Burnuna eski tanıdık bir koku çalınır gibiydi. Mazot kokusu. Okul yıllarını, bit ve tahtakurusundan arınmak için sınıflara zift sürüldüğü, beyaz çorapların dayatıldığı, siyah önlüklü günler. Çocukken ilgi ve dikkat çekmek için dişlerini kanatıp kan tükürdüğünü söylediği günler. Ayakkabı vermek için sınıfta bir tek onu çağırdıkları, diğer çocukların kıkırdadığı günler. Yok bir acılık duymuyordu artık. Sırada otururlarken, gelen pis koku için suçlandığı, pasaklı günler. Çapaklı gözlerin, sarı dişlerin, osuruk kokularının, her yaptığı iş için, bok gibi olmuş dendiği günler. Tüm akranlarının tiksintiyle baktığı fakir çocuk. Dökülen çöp sepeti için, suçsuz yere dayak yediği gün mesela. Okul aile birliğinde fakirliği mimlenmiş, bayramlarda giysi verilen...

Devamını Okuyun