Kitap/Düşün/Sanat/ Sayfa Editörü: Erinç BÜYÜKAŞIK

Nevar El Seddavi / Sıfır Noktasındaki Kadın/Enver KARAHAN

Firdevs, daha küçük yaşlardayken sormuştu o soruyu kendine: ”Ben kimim?” İbni Haldun’un ‘coğrafya kaderdir’ sözünü, bu sözün yanına iliştirmek yerinde olurdu. Firdevs, yaşadığı coğrafyada ve o coğrafyanın, tutucu, baskıcı ve kadınların geri planda bırakıldığı, yok sayıldığı bir kültürde yaşıyorken, bu ‘ben kimim’ sorusunu sorması kaçınılmazdı.

Devamını Okuyun
4 dakika okundu

Çarpıcı, Düşündürücü; Yorucu ve Bıktırıcı Bir Roman: Malina/Selman BÜYÜKAŞIK

“İlk kez 1971’de yayımlanmıştı Malina, çıkışının hemen ardından birkaç baskı yaptı, kısa zamanda çoksatar listelerine yerleşti. (…) 1980’den sonraki yıllar ise yeni bir gelişmeyi başlattı. (…) Bu gelişme günümüzde, Malina’nın, yüzyılımız Avrupa romanının en önemli ürünlerinden biri sayılmasıyla noktalanmış bulunuyor. Malina, bu yeni niteliğiyle artık salt Avusturya yazınının değil, dünya yazınının bir yapıtıdır. Tıpkı Ingeborg Bachmann’ın salt Avusturyalı bir ozan ve yazar olma niteliğini çoktangeride bırakmış oluşu gibi. (…) Malina, çıkışından günümüze değin zaman zaman çok yoğun tartışmalara konu oldu.

Devamını Okuyun
2 dakika okundu

ZEKİCE KURGULANMIŞ AYRIKSI BİR KARAKTER: YALNIZ ADAM/ Selman BÜYÜKAŞIK

Yazarın bu tek romanında kahramanımız tuhaf, kızdıracak kadar kabuğuna çekilmiş, insanlardan uzak olmaya çalışan ve hep kendini haklı gören kibir abidesi bir karakter. Varoluş felsefesinin çokkaramsar kanadından. “Yine de hesaba katmak gerek insanları. İşlerime burunlarını soktukları zamancanımı sıktıklarına göre, varlar demektir. Bu da tepe taklak olup aralarına düşmeme yetiyor. Gerçekliğin dışına çekiyor, kendi gerçekliklerine kapatıyorlar insanı. Daha doğrusu kendi görüş biçimlerine…”(s.52) diyen bir yaban, bir ayrıksı. “Bir hiç uğruna yaşamaya utanmıyor musunuz?”(s.22) diyecek kadar ayrıksı, üstelik haklı olduğundan emin. Asosyal kişiliğiyle yadırgı bir karakter.

Devamını Okuyun
2 dakika okundu

“Olmadı Hiç” Heybemdeki Öyküler/Enver KARAHAN

"Olmadı hiç. Hiç biri olmadı. O var olmadı. Ben onu sevmedim. O da beni sevmedi. Hücrelerimizi saran aşkın tatlılığında cenneti arzularken benim yüzümden yaşanan bir kazada hayatımız cehenneme dönmedi bizim. O ölmedi. Ben delirmedim." Akademisyen yazar Yakup Yaşar’ın 16 öyküsünün yer aldığı ”Olmadı Hiç” başlıklı eserinde insan manzaralarının, yaşanmış ve yaşanabilir gerçekliğine tanık olmaktayız. Bu sıcacık, doğal, yer yer güldürüp, yer yer hüzünlendiren öykülerinde verdiği mesajlar ise gayet anlaşılır oluyordu.

Devamını Okuyun
1 dakika okundu

Hayat Yazılamayacak Kadar Fena*/Erinç BÜYÜKAŞIK

TDK sözlüğü diyor ki öykü “Gerçek ya da tasarlanmış olayları anlatan düz yazı türü”dür. Kurmacanın izinde dolaşan öykü yazarı için zihin ayıklanması gereken olaylar çöplüğü o halde. Öykü sadece anlatmak değildir, hele olaylar torbasından bir iki olayı yan yana getirmek hiç değildir. Bir o kadar yaşamsal bir dışavurumdur. Yaşamın kırılmalarla akıtılmasıdır metne. Bugünün öyküsünü soruşturmaya başladığımızda eski hikâye etme derdinden çok daha karmaşık ve bir kadar da sıradanlığın içinden çıkıveren ayıklamacı bir anlatı evrenine sahip olduğunu görürüz. Yeni anlatım olanakları, dil arayışları, yazma eğilimleri peşi sıra gelir. Sait Faik’in İstanbul’undaki “Ben Merkezci” dil gibi benle başlayan bir yolculuktur çoğu kez öykünün tarihi.

Devamını Okuyun
2 dakika okundu

DÜNYAYI GÖRMENİN KILAVUZLUĞU VE SİNEMA /Havva Ağral

Tarkovski’nin sinemasını ve sinema dili bağlamında yetkinliğini ele aldığımızda onun dünyayı nasıl gördüğünden ziyade, görselliğin ona nasıl yardımcı olduğunu düşünürüm. Filmlerindeki imgesel sahnelerin çoğu, doğanın kendiliğinden ortaya çıkıyor. Yani doğa Tarkovski’ye hep yardım ediyor gibi. Bunda onun zaten doğanın, geçmişin izlerini süren bir yönetmen olmasının payı büyüktür. Ancak film okumaları, kendine kaynak olarak salt doğayı değil; doğanın insan üzerine etkileşimlerinden doğmuş olan alegorileri, arketipleri ve metaforları kaynak gösterebilir.

Devamını Okuyun
2 dakika okundu

DİRENEN YANIYLA TİYATRO HEP BİZDEN YANA/Havva AĞRAL

Politika ve tiyatro çoğu kez karşıt halleriyle ve iktidar erkinin baskıcılığıyla bugüne dek kitlelerin karşısına çıkıverdi. iktidarın sanatı da dönüştürme niyeti bu bağlamda tüm muktedir haliyle vücut bulmuştur. Hitler bir kürsü tiyatrosu icat etmek için uğraş vermiş ancak bu alanda muvaffak olamamıştır. Tam tersi bir durum da sanatın göçüne vesile olmuştur. Sanatta da, tıpkı kendi politikasına uygun hareket imkânı bulduğuna inanan Hitler; kendince bir arındırma yoluna gitmeye çalışmış, tiyatro içinde bir iktidar merkezli alan kurmaya niyetlenmiş, kendi anlayışına uymayan entelektüel, edebî, sanatsal pek çok eser ve sanatçı saldırılara maruz kalmıştır. Yazarlar, eleştirmenler, aktörler, akademisyenler bu saldırılardan ve belirlenmiş kodlardan payını almıştır. Sonuçta sanat adına içi boşaltılan bir alan dışında yeni hiçbir sonuç ortaya çıkmamıştır.

Devamını Okuyun
2 dakika okundu

KÖY ÖĞRETMENİNİN DOKUNDUĞU “BAŞARAN “KİLİMİ/Hatice ALTUNAY

Aradan geçen zamanda onun şiirlerindeki moral ile beslendim ve besledim öğrencilerimi.’ Ahlat Ağacı’ şiiri ile köy çocuğu olmanın kıvancını duydum veyılgınlığı sildim gözlerimden. İki hafta sonra adresime gönderilmiş sanat dergisini görünce havalara uçtum. O gün dergiyi göstermediğim meslektaşım kalmamıştı. Evime uçarak gittim. Dergide şiirim çıkmıştı, kolay bir şey mi canım taşrada sanattan yoksun yaşıyordum. Sonraları ne mi yaptım: Birikim adlı okul dergisi çıkardım. Ortaca’da filiz veren İspinoz dergisini destekledik öğrencilerimle birlikte. Rahmetli Yüksel Demirel’in organize ettiği Damla adlı dergide ve Türkiye çapında birçok dergilerde yazılarım, şiirlerim yayınlandı.

Devamını Okuyun
1 dakika okundu

Coğrafyanın Yazarı ve Yazarın Coğrafyası: Rıfat Ilgaz Metinlerinin İzinde/Erinç BÜYÜKAŞIK

‘Ben sınıfın şairi Rıfat Ilgaz’ diye başlar bir şiirine Ilgaz. Edebiyat yaşamında öğretmenlik ve yazarlığın ortak bir yaşanmışlıklar toplamı olarak karşımıza çıktığı Rıfat Ilgaz’ın yazar kimliği metinlerinde soluğunu yoğun olarak duyumsatan Cide, Karadeniz coğrafyası, yoksul öğrencilerin ve yoksul eğitimcinin politik duyarlılıklarıyla hissettirmiştir çoğu kez. Bu açıdan Hababam Sınıfı bir sınıf alegorisi değil, Türkiye’nin eğitim açmazlarının ve öğrenciye ve okula toplumsal yergi açısından bakma çabasıdır aynı zamanda. Yazarın Aziz Nesin, Sabahattin Ali ile başlayan Marko Paşa süreci de tam da çok partili hayata geçişin, Demokrat Parti iktidarıyla ortaya çıkan görece özgürlük etkisiyle daha da belirgin bir politik dili taşır yazarın metinlerine.

Devamını Okuyun
2 dakika okundu

ACILARIN İÇİNDEN GELEN AYDINLIK/Hatice ALTUNAY

Saygıdeğer Ayla Kutlu Ablamız, Sizin yüzünüzü görmedim ama yapıtlarınızı okuyunca içine çekip aldı beni. Bir Göçmen Kuştu'yu okumakla kalmadım, Yazın öğretmenliğim sırasında öncelikle zümre arkadaşlarıma, öğrencilerime hep önerdim. Sınıflara taşıdım kitabı, bir sanatçı akıp giden anlatımı ve tarihi gerçekliği harmanlayarak ne güzel anlatmıştı. Romanın ardından onun kurmacadaki serüveni benim için Emir Beyin Kızları adlı yapıtıyla perçinlemişti. Tarihi, belleği ve gerçekliği ne güzel yansıtmıştınız. Sizin iyi bir tarihçi olduğunuzu düşünmüştüm hatta.

Devamını Okuyun
2 dakika okundu

”Arkadaş Islıkları” Kitabı Üzerine / Enver Karahan

“O yıllar daha on dokuzuna basmış mıydım? Hani şu artık kanun karşısında “reşit” sayıldığı, işlenen suçlardan babanın ananın sorumlu tutulmadığı yıllar… ” diye başlayan romanımız, toplum ve başıboş gençlik sorunlarına, ailedeki dengesizliklere eğilmektedir. Orhan Kemal’i -Serseri Mayınlar- diye yazdığı iç başlığı isimsiz kahramanımızın avare yıllarının özetidir adeta. Ekmek elden su gölden düşüncesini benimsemiş bir kaç genç ve toplum ahlakına uymayan her türlü davranışı sergilemek gibi bir zorunluluğu bürünmüş serseri mayınlar. Hepimizin kıyısından köşesinden denk geldiğimiz, belki içinde bulunduğumuz, yaşantımız bir döneminde içine çekildiğimiz bu köşe başı buluşmaları ve kulağımızda mutlaka ara ara çınlayan o arkadaş ıslıkları…

Devamını Okuyun
2 dakika okundu

Güzeli Üretmek ve Bad Art/Ayşe ŞENER*

Sanatçının hayata verdiği anlam, yani tutunduğu amaç, sanatın alıcısının iç dünyasına –kim bilir nasıl- salınacaktır. Kimi zaman amaçlar denk düşecek ve pekişecek, kimi zaman zıtlaşacak ve farklılıktan dolayı bir çarpışma, kıyas ve ret-kabul karışımı bir silkinme yaşanacaktır. Ya da hiçbir amacı olmayan, anlamına uzak kalmış bir bünyeye aniden bir anlam armağan edebilir. Kesinlikle boşa çıkarmaz. Sanat aksine boşluğu doldurma iddiasındadır. Boşluk bırakmama sorumluluğunda…

Devamını Okuyun
1 dakika okundu