Platon, felsefesini aşkın bir bilgi kuramı (epistemoloji) üzerine kurar. Ölümsüz ruh bilginin de taşıyıcısıdır. Bilginin kaynağını madde ötesinde tümel bir yapı olarak görür.
Platon, felsefesini aşkın bir bilgi kuramı (epistemoloji) üzerine kurar. Ölümsüz ruh bilginin de taşıyıcısıdır. Bilginin kaynağını madde ötesinde tümel bir yapı olarak görür.
Yaşama anlam veren bir mitolojik öykü ve bu öykünün hatırlanmasını sağlayan ritüeller, yakın zamanlara dek, topluluk içindeki bireyin bütün kalmasının koşulunu sağlarken; modern birey artık bu imkandan mahrum bir vaziyette kendi öznel yaşamının mitolojisini ve ritüellerini kendisi keşfetmek ve yapmak zorundadır.
Distopik yazarların tıpkı diğer bilimkurgu yazarlarında görüldüğü üzere geleceği öngörme gayreti taşıdığı bir gerçektir. Ancak prizmatik bir bakışla incelersek bir diğer gerçek de tahminin gerçekleşmesi muhtemel senaryoları ortaya koyarak önleme imkânı tanımasıdır.
Kişisel özdeşlik sorunu ‘’ben kimim?’’ sorusunun felsefi literatürdeki karşılığıdır. Değişim ve süreklilik kavramları üzerinden konuyu ele aldığımızda, daha farklı düşünceler üretmemize olanak sağlamaktadır. Bir paradoks üzerinden konuya farklı bir zenginlik kazandırmak istersek ‘’Theseus’un Gemisi’’ üzerinden ilerleyebiliriz.
Modern anlamda kent olgusuna 19. yüzyılın ilk çeyreğinden bugüne dek kent farklı açılardan ve disiplinlerden bakılmış, kurmaca metnin çoğu kez başat mekan ögesini belirleyen ve edebiyattan sosyolojiye,kent sakinlerine farklı kavramsallaştırmalar üzerinden tartışılmıştır kent ve yazar ilişkisi.
“Düşlerin tek gerçeklik olduğuna inananlara adanmıştır.” Poe tüm hayatını bu sözün minvali üzerine yaşamıştır. Elbette 200 sene evvel yaşamış birisi için kesin konuşmak mümkün değil. Bakın, bu yüzden ilk başta vardığım kesin yargıyı şimdi unutalım. Çünkü onun için çok farklı dedikodular da vardır.
Dostlar, yapılan çalışmalarla ilgili genel bir bilgilendirme yapmak istiyoruz. Önerileriniz ve katkılarınızla bu sürecin daha hızlı yürüyeceğine inancımız tam. İlk olarak 16 Mart’ta Türkiye Yazarlar Sendikası Ankara Temsilciliği ile İstanbul ve Mersin’den gelen dostlarımızla gerçekleştirdiğimiz çok da verimli geçtiğine inandığımız deprem bölgesi ziyaretinden notlarla başlayalım.
ANNEM, KOVBOYLAR VE SARHOŞ ATLAR, Polat’ın son öykü kitabının adı. Kitapta toplam on bir öykü var. Karakter zenginliğinden söz etmesek de anlatımdaki destansı hava karakterleri içselleştirmemizi sağlıyor. Öte yandan toplumsal duyarlılığımızı propaganda yapmadan acıtarak harekete geçiriyor. Bunları yaparken öyküdeki olayları ve düşünceleri rastlantılara dayandırmıyor. Belli bir etkiyi özenle ve düşünerek tasarladıktan sonra olayları bir araya getiriyor. Çok fazla detay yok öykülerde. Örneğin ‘Kılçık Babam’ öyküsünde anlatıcı çocuğun babası ile ilgili anlattıklarından o kadar çok etkileniriz ki babanın niçin yatağa düştüğünü, ne iş yaptığını düşünmeyiz
İnsanın depremlerdeki tüm eylemleri, içgüdüsel davranışları, hayatta kalmak adına kaçış istemi ve birbirinin kurtarıcısı olabilme ve olamama halleri veya insanın ikileminlerine dair söz konusu edebi yaratılardaki kimi örneklere şu şekilde de yer vermek mümkündür. Engin Geçtan’ın “Karabasan” öyküsünde bu gerçeklik şu ifadelerle yansır. “Yardım edin,” diye bağırmasına karşın merdivenlerde kaçarak yanından geçenler yardımda bulunmuyorlar (Engin, G. Geç Kalan Öyküler, Öykü, “Karabasan,” Remzi Kitabevi, İstanbul, 2002, ss:149-159).
Yıkımlar, ölümler ve ağıtlar coğrafyasında depremin ardından yazılan her yazının öfke ve çaresizliğin anlatıcısı olduğu gerçeğiyle söze başlarken edebiyata ve yazıya düşen fay hatlarını ve bu afetin yazıdaki izdüşümlerini ele almanın ne derece gerekli olduğunu vurgulamalıyız. Sanat ve edebiyatın kolektif acıların dillendirici olduğu bilinciyle Türkçe roman ve öykünün “deprem”gerçekliğini ele alışını irdelemek adına kaleme alınan bu metin tam da tanıklıkların yazarca izdüşümlerini ortaya koyarken depremler coğrafyasında düşünsel, siyasal fay kırıklarımızı da yansıtan birçok romanın izinde yapabileceğimiz bir yolculuğun acılara “yazgıcı” yaklaşımların ötesinde daha sorgulayan hatta şekillendirebileceğini düşünme olanağı verdiğini ifade edebiliriz.
M.Bahadırhan Dinçaslan'ın bir yazısını okurken Edgar Allan Poe'nun “Alone" adlı şiirinin 'Bir Başına' başlıklı bir çevirisini Hasbihal V: Poe'nun Dünyası adlı yazısında gördüm. Yazar, bizzat çevirmişti ve yazısı için yeterliydi. Burada şiirden söz ederken onun altta akan metnine dikkat çekiyordu; Descartes'ın Şeytanı. Rasyonalizm’in babası Descartes, hayalî bir şeytan vücuda getirir. Ardından da bizden şöyle düşünmemizi ister; eğer bu şeytan bizim zihnimiz, algımız üzerinde güç sahibiyse o zaman etrafımızdaki her şeyden ve herkesten emin olamayız. Kokladığımız hava, içtiğimiz su, yediğimiz yemek ve etrafımızda deneyimlediğimiz her şey bu Şeytan’ın kandırmacaları olabilir.
*Bu metin yıllar öncesinde kaleme alınmış ve deprem felaketini yaşayan Hatay ve tüm depremzede kentlerimize ve kentlerin hafızasına adanarak yeniden yayımlanmıştır. Antakya! Çiçekler, ağaçlar, çağlayanlar diyarı… Kuzeyinde, yıllardır uzak kaldığım kış aylarında hep mor, gizemli Amanosların dimdik durduğu Antakya!...Ve onların güneydoğusundaki yaşlı, gün görmüş Habib Naccar dağlarına sırtını dayarken, Asi ırmağını tutkuyla kucaklamış şirin, küçük ; ama canlı Antakya!...Türlü din ve soyların mozaiği, uygarlıklar kenti.