Kitap/Düşün/Sanat/ Sayfa Editörü: Erinç BÜYÜKAŞIK

“Olmadı Hiç” Heybemdeki Öyküler/Enver KARAHAN

"Olmadı hiç. Hiç biri olmadı. O var olmadı. Ben onu sevmedim. O da beni sevmedi. Hücrelerimizi saran aşkın tatlılığında cenneti arzularken benim yüzümden yaşanan bir kazada hayatımız cehenneme dönmedi bizim. O ölmedi. Ben delirmedim." Akademisyen yazar Yakup Yaşar’ın 16 öyküsünün yer aldığı ”Olmadı Hiç” başlıklı eserinde insan manzaralarının, yaşanmış ve yaşanabilir gerçekliğine tanık olmaktayız. Bu sıcacık, doğal, yer yer güldürüp, yer yer hüzünlendiren öykülerinde verdiği mesajlar ise gayet anlaşılır oluyordu.

Devamını Okuyun
1 dakika okundu

DİRENEN YANIYLA TİYATRO HEP BİZDEN YANA/Havva AĞRAL

Politika ve tiyatro çoğu kez karşıt halleriyle ve iktidar erkinin baskıcılığıyla bugüne dek kitlelerin karşısına çıkıverdi. iktidarın sanatı da dönüştürme niyeti bu bağlamda tüm muktedir haliyle vücut bulmuştur. Hitler bir kürsü tiyatrosu icat etmek için uğraş vermiş ancak bu alanda muvaffak olamamıştır. Tam tersi bir durum da sanatın göçüne vesile olmuştur. Sanatta da, tıpkı kendi politikasına uygun hareket imkânı bulduğuna inanan Hitler; kendince bir arındırma yoluna gitmeye çalışmış, tiyatro içinde bir iktidar merkezli alan kurmaya niyetlenmiş, kendi anlayışına uymayan entelektüel, edebî, sanatsal pek çok eser ve sanatçı saldırılara maruz kalmıştır. Yazarlar, eleştirmenler, aktörler, akademisyenler bu saldırılardan ve belirlenmiş kodlardan payını almıştır. Sonuçta sanat adına içi boşaltılan bir alan dışında yeni hiçbir sonuç ortaya çıkmamıştır.

Devamını Okuyun
2 dakika okundu

Coğrafyanın Yazarı ve Yazarın Coğrafyası: Rıfat Ilgaz Metinlerinin İzinde/Erinç BÜYÜKAŞIK

‘Ben sınıfın şairi Rıfat Ilgaz’ diye başlar bir şiirine Ilgaz. Edebiyat yaşamında öğretmenlik ve yazarlığın ortak bir yaşanmışlıklar toplamı olarak karşımıza çıktığı Rıfat Ilgaz’ın yazar kimliği metinlerinde soluğunu yoğun olarak duyumsatan Cide, Karadeniz coğrafyası, yoksul öğrencilerin ve yoksul eğitimcinin politik duyarlılıklarıyla hissettirmiştir çoğu kez. Bu açıdan Hababam Sınıfı bir sınıf alegorisi değil, Türkiye’nin eğitim açmazlarının ve öğrenciye ve okula toplumsal yergi açısından bakma çabasıdır aynı zamanda. Yazarın Aziz Nesin, Sabahattin Ali ile başlayan Marko Paşa süreci de tam da çok partili hayata geçişin, Demokrat Parti iktidarıyla ortaya çıkan görece özgürlük etkisiyle daha da belirgin bir politik dili taşır yazarın metinlerine.

Devamını Okuyun
2 dakika okundu

Güzeli Üretmek ve Bad Art/Ayşe ŞENER*

Sanatçının hayata verdiği anlam, yani tutunduğu amaç, sanatın alıcısının iç dünyasına –kim bilir nasıl- salınacaktır. Kimi zaman amaçlar denk düşecek ve pekişecek, kimi zaman zıtlaşacak ve farklılıktan dolayı bir çarpışma, kıyas ve ret-kabul karışımı bir silkinme yaşanacaktır. Ya da hiçbir amacı olmayan, anlamına uzak kalmış bir bünyeye aniden bir anlam armağan edebilir. Kesinlikle boşa çıkarmaz. Sanat aksine boşluğu doldurma iddiasındadır. Boşluk bırakmama sorumluluğunda…

Devamını Okuyun
1 dakika okundu

Osman: Bir Hayatın Anatomisi ya da Bir Tükenişin Hikâyesi/Münire ÖZGENCAN

Ayfer Tunç başta Osman olmak üzere diğer karakterlerin de ruh hallerini, gerilimlerini, akıcı bir dille anlatarak daha ilk sayfalardan okuyucuyu meraklandırmayı başarıyor. Kitapta belli bir anlatıcı yok. Bu yüzden olaylar önyargısız anlatılıyor. Diyaloglar ve günlükten okunan sayfalarla okuyucuya aktarıldığından üslup olarak ağır bir dil kullanılmamış haliyle.

Devamını Okuyun
1 dakika okundu

BEN VE BİZİN HÂL EKİ "Dil" ve "iktidar"/Erinç BÜYÜKAŞIK

Kavramsal açıdan dili iletişim öznesi işleviyle yaşamımızda temel saydığımız bir gerçek. Değişim süreci, başkalaşım boyutuyla dil tek başına irdelenemeyecek kadar karmaşık bir olgu oluveriyor çoğu kez bizim için. Siyasal gerilimlerde "ana dil" meselesinin neden bu derece öncül olduğu sorunun da yanıtı sanırım burada gizleniyor. İnsanın doğuştan itibaren kendi seçimi olmaktan çıkarak benimsediği "ana dil" çoğu kez bir coğrafyanın siyasal ve kültürel koşullarına bağlı olarak varlığını sürdürüyor. Kültürel bağların bireyin dilini yaratan ana gerekçe olması ailenin de zaten bir devlet aygıtı olarak kültürün taşıyıcısı olduğu gerçeğiyle doğrudan ilişkili.

Devamını Okuyun
2 dakika okundu

RALF ROTHMANN’DAN SARSICI BİR ROMAN: SÜT VE KÖMÜR/Selman Büyükaşık

1953, Schleswig doğumlu Ralf Rothmann’ın gençliği, romanlarının bir kısmına mekân olarak aldığı Ruhr havzasında geçmiş. Ticaret lisesindeki öğrenimini yarım bırakıp duvarcı ustası olarak uzunyıllar çalışmış. Ayrıca matbaacılık, hasta bakıcılık ve aşçılık da yapmış. 1976’dan beri Berlin’de yaşayan Rothmann’a, kendi iş yaşamı zengin malzeme, izlenim ve gözlem olanağı sunmuş. Bunu bu yapıtında da yarattığı karakterlerin aile yaşamından, işçi mahallelerindeki yaşamlardan sezebiliyoruz. Hatta yazarın kendi özel yaşamından izler taşıdığını da.

Devamını Okuyun
3 dakika okundu

“Kristiania’da Yalnız Bir Adam”. /Knut Hamsun’un Açlık Kitabı Üzerine – Enver Karahan

Knut Hamsun ‘’Yumruğunu yemedikçe kimsenin bırakıp gitmediği garip şehir Kristiania’da sürttüğüm günlerdeydi…’’ diye başlar kitabına. Yazarın 1890 yılında yayımlanan ilk romanıdır. Yazar olmak için verilen bir mücadelenin anlatımıdır. Açlık, hem kahramanının fiziksel ve ruhsal durumunun derinden etkilenişini anlatan bir roman hem de, açlığı en korkunç şekilde yaşayan bir yazarın öyküsüdür. Roman, Knut Hamsun’nun hayatını anlattığı için ayrıca otobiyografik bir anı niteliği de taşımaktadır.

Devamını Okuyun
3 dakika okundu

Bir Kış Gecesi Okurunu Arayan Bir Yolcu/Fatma Altun

Bu günlerde “Bir Kış Gecesi Eğer Bir Yolcu” okuyorum. Calvino'nun Calvino'yu okuduğu, yazarlık dehasını konuşturduğu, ilk kez 1979 yılında yayınlanan, okurluk ve yazarlık üzerine bir başyapıt. Bu kitabı okumak benim seçimim değildi. Dahil olduğum özel bir çalışma grubunda, yapmaya karar verdiğimiz ortak bir egzersizin konusuydu kendisi. Yapacağımız çalışmayla ilgili olarak danışmanımızın seçtiği ve neden bu seçimi yaptığını bize izah ederken de “asla okumayacağınız türden bir kitap seçmeye çalıştım” demesiyle merak uyandıran bir kitaptı. Okumaya başlamadan önce tabi. Sonrasında başka başka farkındalıklarıma da hizmet ettiğini söyleyebilirim, şimdiden bile. Hem okumadan önce hem okurken ufkumu açtı, kim bilir okuduktan sonra nasıl hissediyor olacağım. Bana bu kitabı okutan kişiyle bir konuda hem fikiriz; o seçmeseydi, bu kitabı asla okumayacağım konusunda…

Devamını Okuyun
1 dakika okundu

Bir Âşığın Portresi Olarak Orhan Veli/Erinç Büyükaşık

Orhan Veli’nin hayatıyla sanatı ve şiirinin kesişme noktasını tam da sözünü edebileceğimiz “sanatçı” tavrını redderek, kendini varoluşun tüm olağan halleriyle ifşa çabasında görmek mümkün, bu noktada “Rakı şişesinde balık olsam” dizesindeki büyük ironi, tam da bilinçaltında nice gelgitler yaşayan ama bu hallerle barışık, büyük yalnızlıkların “şair”i olabilme gücünde bulabiliriz hatta. Bu noktada aşklarıyla da zaaflarıyla da “insanı” hallerini reddetmeyen, büyük kelimeler ve lafazanlıklara sığınmayan Orhan Veli’yi kendi “samimiyet”ini edebiyata yüklemiş usta kalem olarak görmek haksızlık olmaz. En azından yıllar sonra ahde vefa borcunu bir okur olarak ödememiz bu şekilde mümkün olabilir.

Devamını Okuyun
2 dakika okundu

Grizu: Yorgun ölüler /Cihan Erdoğan

Muzaffer Oruçoğlu’nun dört ciltlik 'Grizu' romanını daha önce Babek Yayın çıkardığında okumuştum. Belge Yayınları’ndan gözden geçirilmiş olarak çıkan 2. baskısını da okudum. Sultan Abdulmecid, Abdulhamid döneminden İttihat ve Terakki dönemine, Cumhuriyetin kuruluş döneminden Kemalist iktidara, oradan da DP’li 1950’li yıllara uzanan dönemleri irdeleyen hem güçlü bir edebiyatla, hem de büyük tarihsel bir kazıyla karşılaştım. Roman çok genişletilmiş, tarihsel olgular iğneyle kuyu kazılır gibi kurgulanıp çoğalarak büyümüş. Romanı bitirdikten sonra oturup düşünüyorsun yalnız başına: Tarihçilerin yararlanacağı devasa bir roman mı bu?

Devamını Okuyun
3 dakika okundu

ÖLÜ VE YARALI BİLETLERLE YOLCULUK/Sezai Sarıoğlu

Şimdi de mitoloji ile helalleşip modern ulus devlete yolumuzu düşürelim ve yeni bir cümle kuralım: Laiklik, demokrasi, sivil toplum iddiaları ve "demagojileri" bir yana, devletlerin, yeri ve gök dahil bil cümle hakikati ve mecazı temsil ettiğinin varsayıldığı, "yurttaşların" kendilerini buna göre inşa ettiği bir yerel/evrensel model içinde yaşıyoruz. Hal böyle olunca zorun ve korkunun tarihteki rolünü anlamak mümkün! Bir tarihsel model olan her ulus devlet, kendini yeniden üretmek için “modellere” ihtiyaç duyar. “Model davalar”, “model katliamlar”, “model resmi tarih” vb. sistemi koruyup kollamanın ötesinde daha derinde seyreden kurucu öğelerdir. "Zor" ile "korkunun" ruh ikizi olmaları bundandır; biri diğerinin hem nedeni hem de sonucudur… İşkencenin amacı, öldürmekten  hatta bilgi almaktan çok kişiyi özyıkıma uğratıp onursuzlaştırmak ve özgüvenini yitiren kişinin devlete yeniden geçici ve/veya kesin kayıt yaptırmasının zeminini oluşturmaktır. Bu nedenle “çözülmek”, başkalarını ele vermekten çok kişinin kendini ele verip, devlete yeniden kayıt yaptırma ihtimali olan bir hâldir.

Devamını Okuyun
1 dakika okundu